eğitimsizlik başa bela, sosyal adalet noksanlığı başa bela ama en fenası okumuş cahillik. Çoğunluğun söylediği her zaman doğru olmayabiliyor. tabii ki demokrasiye inanmak gerekir ve fakat belli bir noktadan sonra demokrasinin, özgürlüklerin, adaletin tecellisi için tarafsızlık gerekiyor; işte böyle bir durumda da buna müsade edilmez hale geliniyor.
Şöyle bir örnek vereyim; son seçimlerden sonra yapılan bir kamuoyu araştırması sonrasında; seçmenlere soruluyor (sağ görüşlü seçmenler bunlar) ve seçmenimizin hatırı sayılır bir kesimi (çoğunluğu değil ama oldukça yüksek bir oranı) ramazan döneminde lokantaların kapalı olması gerektiğini savunuyor; bugün ak parti'li olan pek çok belediye tesisinde alkollü içki satışı kaldırılmış durumda ya da göstermelik şimdi bu mu demokrasi bu mu adalet bu mu özgürlük sormak istiyorum.
Bir örnekle daha açıklayayım; trafiktesiniz yol boyunca duraklamak, yolcu indirmek bindirmek yasak ve fakat onlarca araç bekleme yapıyor; sizinle birlikte de üç dört araç burada bekleme yapmanın trafiği kilitleyeceğinin farkında ama siz bu çoğunluğa ayak uydurmak zorunda kalıyorsunuz; şimdi bu mu uyumlu yaşam, sağduyu sormak istiyorum.
Bir başka örnek; siz sokakta arzu ettiğiniz kılık kıyafetle dolaşmak istiyorsunuz ki hakkınız ve fakat o çok demokrat, çok özgürlükçü ve ne yazık ki taş çatlasa lise mezunu kesimden bir kısım şehir eşkiyası sizi taciz ediyor ve siz bir daha bu şekilde sokakta dolaşamıyorsunuz veya risk alarak sokağa çıkıyorsunuz; yani sizi bir şekle sokmaya çalışıyor. Oysa o zamana değin ne nedir görmüş bilmiş, insan hakları'ndan haberdar olan, tabularla değil özgür iradeyle hareket etmiş, ağzından köpükler saçmadan konuşmayı becerebilen bir kişi böyle bir davranışta bulunur mu sizce?
yaşamı zorlaştıran işte aslı bu vurdumduymazlık ...
sağ düşünceyle sol düşünce arasındaki fark da işte tam bu noktada ortaya çıkıyor;
sağ düşünce diyor ki, benim dinim, benim mezhebim;
sol düşünce diyor ki isteyen istediğine inanır istediğine inanmaz; inanç özgürlüğü;
sağ düşünce diyor ki, benim param; ayrıca (bkz: kapitalizm);
sol düşünce diyor ki, bizim paramız; ayrıca (bkz: sosyalizm);
sağ düşünce diyor ki, benim ırkım, benim milliyetim, benim ülkem;
sol düşünce diyor ki, hepimizin ülkesi, hepimizin toprağı;
işte tüm bu sebeplerden; kalp de düşünce de sol'dadır; sadece sizin için değil tüm insanlık için.
edit: rica ediyorum tarafsız bir yaklaşımla ve sağduyu ile okuduktan sonra bir yorumda bulunun ve/ veya oylayın.
vakti zamaninda hazine arazilerini arza acmayan özel mülkiyete tu kaka bakan zihniyetin basımıza getirdiği bir sistemdir bu.
daha bir kaç yil önce bağira bagira siyasi rakibi cem uzan'in uzan holdingini 'devletin olanaklari miğdeye indiren' ve bürokratlarin alkişlamalariyla azan fasizimdir.
kemal sunal filimlerinde zeytinburnulu kondular popilizmi ile bok olan ak gösteren sistemin ödeyeceği bedeldir bu.
bir de utanmadan bazi solcu, milliyetci ve halkci oldugunu iddia eden dallamalarin kolladiği kesmin tepelerine cikmasidir.
kendi iş yerimde bakiyorum müsteri protiplerine cogu gitmiş yerlerine ise pkk'lilar ile takunyalilar gelmiş. geri kalanlar ise zar zor ayakta duruyorlar.
gümbür gümbür gelen ve bunu önleyecekleri yerde yasaklar engellemeye calisanlarin hala ayni mantikla velveleye devam ettiği bir de üzerine biz hakliyiz arkadas demesinden dolayi ortaya cikmiş olan carikli fasizmidir bu.
bana ne ben cekmeyeceğim bunun faturasini. en kötü ihtimal koyarim cebime pasaportumu viva demir eyvallah der giderim günes dogmadan baska diyarlara.
belki bir karayip adasi olur belki de iskandinav ülesi olur bilemiycem. karalar cok sinirlidir sular nereye götürürse artik.
bezdim artik burokrat ve camii kavgasini seyretmekten, okyanusu seyrederim daha iyi...
sözü edilen köylüler dere yataklarına gecekondu kondurmuşlar, dere yataklarını tıkamışlar, hayvanlarını da beraberlerinde getirip apartmanlarda beslemişlerdir.
vergi vermeyen, suyu, ceryanı kaçak kullananlar, insanı gece sokağa çıkmaktan korkutan da bu tiplerdir.
o muhteşem adalara artık midye kokusu yerine kızarmış barsak dumanları hakimdir. 5 metre uzaklıktan kokular saçan, küstah pazarcılar, sabahları trenlerden boşalan gündelikçi umacılar, beyaz donlarla denize giren yassı-kara kafalı, terbiyeden yoksun çocuklar istanbul'u işgal etmişlerdir.
ıstanbul'a dehşet saçan, doğu ürünü kapkaçcılar, tinerci cocuklar, hırsızlar, çeteler ve arap geleneklerine göre yaşayan türler düşünülürse girilen başlığın neden ''en güzel başlık'' olduğu anlaşılacatır.
siz hiç otobüse minibüse vapura binmiyormusunuz kardeşim? gezdiniz mi anadolu köylerini? öyleyse ne bekliyordunuz ki? o gördüğünüz insanlar odtü/boğaziçi mezunu profesörleri, gerçek sanat insanlarını ya da nezih bilimadamlarını mı getireceklerdi başlarına? bunlar aziz nesin'i bile yakmak istediler zamanında ve 19 sanatçıyı da yaktılar nitekim.
kabahat bu insanları cahilliğe mahkum edip, köy enstitülerini kapatıp, oy deposu yapmak için tarikatların, ağaların, şeyhlerin ve şıhların kucağına itenlerde. (bkz: ayaklar baş oldu)
her önüne gelen, sosyalizmin ucundan yakalamış olsun ya da olmasın kendine göre faşizm tanımlaması yapıyor, hayır çok değil bu düşünce sisteminden dolayı 60 sene evvel milyonlar canını toprağa gömdü. faşizm sınıfsal olmadıkça, ona faşizm denilemez. kaldıki o gecekondularda yaşayanlar köylü olarak nitelendirilemez. sevgili toplum mühendisleri kavramları eğmesin, büğmesin, yaşlarına hürmetten bu konuda en azılı kimselerin ağzından konuşmasınlar.
o halde şu anda var olan şey nedir? aslında faşizm gibi görünen şey, hiyerarşik, dinci bir tarım toplumu etkisi gibi gözüküyor. fakat değil, var olan şey hiçbir sınıfın adam akıllı kendi bilincinde olmaması. bunda da asıl suçlu 60 yıla yakındır sağ partiler tarafından yönetilen milli ihanet(eğitim) bakanlığındadır. tabi oradaki ihanet öyle basit bir vatan haini zırvasından öte, millet denen halkı körleştirmesinden dolayıdır. bunu da belirtmeden geçmeyelim.
bu faşistler, önüne gelen yerde kurban kesip, dereleri, denizleri kan gölüne çevirirler, logar kapaklarını, trafik işaretlerini çalarlar, arabaları taşlar, çizer, lastiklerini şişlerler, okul kapısında, midye dolmasında, ekmek arasında uyuşturucu satarlar, gençleri zehirlerler. onlar için yasak olan yasaklara uymaktır.
akp iktidarı ile birlikte tartışılmaya başlanan bir olgu bu. tartışılmasında da fayda var. ancak faşizm gibi artık herkesin herkesi tanımlama biçimine dönüşmüş bir kavramla değil. evet, "köylü sınıfı" diye nitelendirilen kesimin çoğunluğu ortada, ancak bu çoğunluğa faşist diyebilmek için çoğunluklarının arkasında bulunan bir güçten, hatta bizzat devlet gücünden bahsetmek gerekir. ki, bu türkiye için mümkün değil.
mesele özellikle 1950'den itibaren hızlanan bir süreç meselesi. ekonomik gelişmeyi sağlamadan, tarım toplumunu dönüştürecek bir sanayileşmeyi gerçekleştirmeden, altyapı koşullarını iyileştirmeden köylüleri şehirlere göç etmeye zorlamak ve hatta bu göçü teşvik etmek en önemli sebep. ancak göçü teşvik eden siyasi anlayışın merkezinde de bu insanların zaten yaşadıkları yerlerde mutlu edilemediği, bir bilinç aşılamaktan çok idare edildiği, hatta yok sayıldıkları gerçeği var.
bugün için de geçerli bu yok sayma tavrı. kimse anlama derdinde değil bu insanları. sadece sorun olarak görülüyorlar. bir tehdit olarak algılanıyorlar. müthiş bir iletişim kopukluğu var ortada. sanki memnunlar onlar hayatlarından, sanki birilerinin istanbul'daki huzurunu bozma gibi bir amaçları var, sanki örgütlenmişler ve gerçekten de "onlar" olmuşlar ve bir savaş başlatmışlar.
en azından demokratik olduğunu iddia eden bir rejim var türkiye'de. bu insanlara da oy hakkı verilmiş ve bu insanlar kendilerine verilen değerin en üst noktası olduğunun bilinciyle seçme haklarını her defasında kullanmışlar. kendilerini hiçe sayan, dinlemeyen, bizzat yanında olması gerekirken olmayan her siyasi anlayışı cezalandırmışlar.
"köylü sınıfı"nın iktidarı belirlemesi son seçime özgü bir durum değil ve sadece siyasi iktidarı seçmek bu sınıfın kendi hayat tarzını dayatması olarak açıklanamaz. çoğunluğu yok sayıp mutsuz edersen, sadece matematiksel bir gerçeklik olur seçim sonuçları. şaşı bakanlar şaşırır ancak, o da malum kişisel bir mesele.
treni kacirmiş bir devletin ahvadigumuz olduğumuz ve devletcilik anlayisinin treni yakalamamiza engel oldugu bugunlerde sapla samanin karsitiği dönemlerden geciyoruz.
köylü ile köylüğün nedense bazi zihinlerde zihinlerde karistirildiği bir ülkede kavramlari bilmeden herkesin fikrini zart zurt söylediği bir devirde yasiyoruz.
gecenlerde gazeteda okudum bebek camiisinin imaminin camide dügün yaptiğini. eh bu durumda bu hocanin arkasinda saf tutulmaz ve cenaze namazi bile kildirirmaz. dini tartismalara girmeyeceğim ama sosyolojik olarak ve yasamsal olarak en geri kalmiş olan birim köylerdir.
kendilerini korumak ve çağa ayak uydurmamak için muhafazarliğa sarinirlar. köyden gelip sehre kapaği atinca kozalak gibi ne sehirli ne köylü olan yaratiğa dönüsürler.
söyle bir bakiyorum cevreme zevksizlik ve öküzlük dört bir yani sarmiş. festivallere bakiyorum calan müziğe. izzet altinmeşe konserlerini bile mumla aratan kara bir kalabalik ile karsilasiyorum.
gazetelere bakiyorum davarliik girla.
televizyon ise deterjani acik alanlara hitap eden gecekondu yayini ile dolu.
ticaret desen boku cikmiş tokatcisi bol olan bir meslek olmuş.
hertaraf kroluk ve lahmacun kokulari bezenmiş.(sözlüke buna dahil)
gecenlerde bir taksici ile konusuyordum. taksici biraz kelle idi benim gibi. dereden tepeden konusurken bir ara meyva tuccarliğini yaptiğini ve bu suretle tokata ciktiğini beyan etti bana. niye yaptiğini sordum ona. cevabi zevk icindi. bende dayanamadim sordum ona 'zevk için ben senin cocugunu kessem ne yaparsin diye sordum. -dedim ya kelleydim- durdu söyle bir bakti. büyük bir filozoflukla 'ben bunu geçmişte yaptiklarimdan dolayi hakkettiğim için bir şey demeye hakkım yok' dedi.
velhasil kelam lafi uzatip serbest cagrisimlarla cosmanin bir alemi yok.
bugunlerde akli malik azinliklar bir gözlerini kapatip kendi vahalarini kurmak zorundadir.
din denen ulvi bir gerçeği cahile teslim etti bu ülkenin entelijans kesimi cumhuriyetten beri. Sandı ki çizilmesi gereken yol avrupa ne yaparsa yapmak, bunu şiar edindi beyaz türkler.
Götünü sileceği kağıdı en markalısından tercih ederken köylünün götü nereyle temas ediyor, ne yiyor ne içiyor düşündü mü? Film festivallerinin programını takip etmekten, yazın gidilecek konserlerin listesini çıkarmaktan, aman bu kozmopolit şehri nasıl terkederim de güneye kaçarıma kafa yormaktan başka bir bok gelmedi ki akılcağızımıza.
çoluğa çocuğa fransız mürebbiyeler tuttuk, votkalı vişne suyuları içtik üzerimize 2 beden büyük gelen fraklarla, vals yaptık kadın erkek birarada olmalıdır çağdaşlaşmanın muassır medeniyetin ta ebesinin amına koydukta paşam ne değer kaldı bizde ne gelenek.
büyüdüğünüz konaklarda ciciannenin sabah bayramlaşmanın ardından
götürdüğü likörleri büyük bir iştahla anlattınız, babanızla gittiğiniz bayram namazlarını sanki dünya'nın en mühim ibadetini yapıyor gibi ciddiyetle naklettiniz..
Ama insanlar yemiyor artık, o dalga geçtiğimiz misyoner kanallarının pay tv'lerinden yandaşlarının imanlarını sağlamlaştırıcı kurmaca hikayeleri bize uyarlayan adamlar o kapıcı çocuğu, o büfeci esnafı, anadolu aslanı değil artık.. Türkiye'nin en kaliteli okullarını bitirip sırf inandıkları için dünya'nın bir ucunda erkeklerini yitirme pahasına öğretmenlik yapıyorlar..
tüm bunlar bize gülünç geliyor, inançlarıyla, yaşayışlarıyla, sevgileriyle taşak geçiyoruz makaraya alıyoruz. Ama ;
"sevgiden beslenen fedakarlik duygusu, dejenere insanlara gülünç gelir... "