Geçtiğimiz yıl bir dizi ülkede eski bir şey gerçekleşti ve çoğunlukla yeni gibi göründü. Öğrenci grevleri, eylemleri ve işgalleri italya, Fransa, Şili ve Yunanistanı sardı. Medyanın tepkisi, bu eylemlerin ayrıcalıklı bir sosyal tabakanın eylemleri olduğunu ve zaferlerinin bir üniversitenin yakınından bile geçemeyecek olan işçi sınıfı gençliğine bir yük getireceğini iddia etmek oldu. Fransada öğrencilerin Yeni iş Yasa-sını (CPE) durdurma taleplerinin, genç işçilerin istihdam haklarını ellerinden almak, banliyölerdeki işsizlerin işe girmesini daha da zorlaştırmak anlamına geldiğini iddia ettiler.
Bant Sistemi
Öğrenci mücadelelerine bu türden tepkiler yeni değil. Mayıs 1968in ilk haftasında Fransada patlak veren öğrenci mücadelelerine bazı sol siyasi liderlerin verdiği ilk tepki öğrencileri egemen sınıfın çocukları olarak suçlamak oldu.
Bu tür iddialar 1960larda ve 1970lerin başlarında tamamen yanlıştı. O dönemde öğrencilerin çoğunluğu orta sınıfın orta ve alt kesimlerinden geliyordu ve onlarla birlikte işçi sınıfı kökenli pek çok öğrenci de vardı.
Daha önemlisi, mücadelele deneyimleri pek çok sayıda gencin toplumun temel görüşlerini sorgulamasına yol açtı. ABd de Vietnam savaşına ve siyahların ezilmesine karşı mücadelenin en önünde yer alıyorlardı. Fransa, italya ve Arjantin gibi ülkelerde ise öğrenci protestoları, daha sonra gerçekleşen işçi mücadelelerine müthiş bir coşku verdi.
Öğrencilerin ayrıcalıklı olduğu iddiası bugün daha da hatalı. Geçtiğimiz birkaç on yıl içinde yüksek öğrenimde kitlesel bir genişleme yaşandı. Britanyada 1960larda gençlerin sadece yüzde 8 kadarı üniversiteye gidiyordu. Bugün bu rakam yaklaşık yüzde 40. Bunların büyük bir kısmı mezun olduktan sonra muhtemelen beyaz yakalı işçi olacak. Eskiden ayrıcalıklı olan öğretmenlik gibi meslekler bile artık proleter-leştirildi": Eskiden sadece sanayi sektöründe kullanılan ödeme sistemleri ve yönetim yöntemleri bu sektörlerde de kullanılıyor artık.
Bugün öğrencilerin çok daha fazlası, okurken, yarı-zamanlı, McDonalds türü işlerde de çalışmak zorunda. Üniversiteler bilgi fabrikalarına dönüşüyor ve öğrenciler fabrikalardaki bant sistemi üstünde birer nesneye benzemeye başlıyor.
Bütün bunlar, bu yıl Fransa, Şili ve Yunanistan’da mücadele eden öğrencilerin, önceki kuşak öğrencilere kıyasla, işçilerle niye kolaylıkla doğrudan bağlantı kurabildiklerini ve daha fazla destek aldıklarını açıklayan unsurlar.
Yabancılaşma
Fransız öğrenci hareketini inceleyen Stathis Kouvelakis, yaşam koşulları ve ilgi alanları giderek işçilerinkine benzeyen bir gücün, küresel öğrencinin ortaya çıkışına şahit olduğumuzu savunuyor. Kouvelakisin öğrenci hareketinin önemine dair temel vurgusu doğru, fakat önemli bir noktayı atlıyor. Öğrencilerin büyük bir kısmının işçi sınıfından, özellikle de beyaz yakalı işçi ailelerinden geldiği kuşkusuz doğru olmakla birlikte, önemli sayıda öğrencinin hâlâ ayrıcalıklı çevrelerden geldiği de doğru.
Britanyada öğrencilerin yüzde 22si özel okullardan geliyor. En prestijli 19 üniversitede öğrencilerin üçte birinin ailesi üst düzey yönetici ve profesyonel tabakadan, yüzde 12si ise daha düşük düzeyde yönetici. Yani mevcut öğrencilerin üçte biri ila dörtte biri arasında bir bölümü, okulu bitirdiklerinde yeni orta sınıfı? mensubu olacaklar, şu veya bu düzeyde yönetici olacaklar.
Üniversiteler hâlâ farklı sınıflardan gençlerin bir arada oldukları yerler. Bu nedenle, öğrenciler işçi sınıfının yeni bir kategorisi olarak değerlendirilemez. Aynı nedenle, öğrenci ajitasyonu aslen dar ekonomik taleplere odaklanamaz.
Öğrencilerin günlük deneyimi, işçi sınıfından gelenlerininki bile, sömürü değil, üretim sürecinde emek harcamak değil. Onların sorunu, her öğrencinin sınav denilen at yarışı hakkında endişelenmesi ve bunun yarattığı yabancılaşma, anlamsız ato-mizasyon ve parçalanma. Ama ideolojik yönleri olan belli sorunları protesto etmek bazen bu yabancılaşmayı tam tersine, daha iyi bir dünya için mücadele eden bir topluluk duygusuna çevirebiliyor.
Ya bugün?
Kapitalist eğitim, her yeni kuşağı mevcut düzenin ideolojik değerlerini kabul edecek şekilde işlemlemeyi amaçlar. Üniversiteler bu süreçte merkezi bir işlev görür: Ürünlerinin (mezunlarının) birçoğunun bu fikirleri sadece kabul etmesi değil, başkalarına da yayması beklenir. Ama bu fikirlerin bizzat kendileri sorgulanmaya başlandığında, üniversiteler ideolojik bir kaynaşmanın merkezine dönüşebilir.
1960larda bu, Vietnam savaşının ve ırkçılığa karşı mücadelenin etkisiyle oldu; bugün Ortadoğu’daki savaşlar ve neo-liberalizme karşı direnişin etkisiyle oluyor.
i960 ve 70lerde küçük sosyalist öğrenci grupları daha büyük kitleleri mücadeleye çekebilmek için nasıl inisiyatif alınabileceğini keşfetmişti. italyada, Fransada, Şilide ve Yunanistanda bugünlerde olan da bu. Başka yerlerde de olmaması için hiçbir neden yok. *