fetiş bir ruh hali. Belli organlara tapınma durumu.
Gözlerini, dokunuşunu, dudaklarını, sarıldığın ince belini, kokusunu, gülüşünü özlüyor insan.
Yatağa yattığında alkol almışsan nasıl başın döner, onu hatırladıkça aynı sarhoşluk efekti bedeni sarar özlem kana karışmışken.
Özlem, tutunmak için bir sebebin olduğunun kanıtıdır. Hayallerinle beslenir. Ancak hayaller yaşayış sisteminde ezici çoğunluğu oluşturmaya başlayıp gerçeklik alanını daralttıkça ızdıraptan başka his uyandıramaz içinde.
eger sevgiliye duyuluyorsa ruh halinizi alt ust eder. öyle ki, tek bir dakikaya cenneti ve cehennemi sigdirabilirsiniz. özlem, midede bir yumruktur, kısmi felctir, gözlerde dona kalan yastir...
şöylede örnekleri vardır. herşeyin vardır ama o şey yoktur. ve sen kahrolursun.
--spoiler--
Rahmetli Vehbi Koç ile yapılan bir televizyon röportajıydı.
Yıllar önce...
"Param var, malım var, şanım var, mevkim var; ama gel gör ki, iki kaşık bulgur, bulgur pilavı yiyemiyorum" demişti üzüntüyle. Domatesli bulgur pilavının yanında turşu ve soğan çok uzun zaman önce yasak edilmişti ünlü işadamına. "Çok şükür bugünleri de gördüm ama..." diye konuşmasını sürdüren ünlü sanayici "dünyanın en kudretli adamı da olsan fark etmiyor..." diye eklemişti. Bir soğan, bir bulgur bazen nelere bedel oluyor...
Emel Sayının hayatının anlatıldığı bir programdı. Çok genç yaşta başlayan yolculuğunda gücü, başarısı ve ışıltısından sonra bugün geldiği nokta konuşuluyordu. Pek çok kadının yerinde olmak istediği güzel, başarılı ve ünlü sanatçı "Bir tek şeye sızlıyor içim... Keşke bir çocuğum olsaydı" derken gözleri dolu doluydu. "Bana hep daha çok gençsin, önce işin, önce sanatın, daha şöhretin başındasın dediler. Ama keşke kimseyi dinlemeseydim. Keşke kimseyi dinlemeseydim..."
Gani Müjde ile söyleşi yaptığım bir programdaydık. "Çok küçüktüm ve babam kendi koşulları içinde beni şımartmaya uğraşıyordu" diye başladı anlatmaya:
"Bir bayram arifesiydi. Galiba kendi takım elbisesini verip bana bir elbise yaptırmış. Çok mutluydu o bayram; bana bir şey giydirebildiği için. Ama ben elbiseden hiç hoşlanmamıştım. Ağlamaya başladım, ben bu çirkin şeyi giymem diye. Babamın bana bakışını hiç unutamam. Galiba en fazla altı yedi yaşındaydım. Birden hiç beklemediğim bir şey oldu ve babam bana hayatımdaki ilk ve son kez çok şiddetli tokadını attı. Çok gücenmişti bana. Aradan yıllar geçti. Şimdi istanbulun güzel manzaralı evlerinden birinde oturabiliyor ve istediğimi alabiliyorum. Babam öldükten sonra bir gün, babamın o bakışı geldi aklıma. Keşke geri dönüp o sayfayı silebilsem, öyle isterdim ki... Babamı mutlu edebilseydim."
Hayat bu kadar basit bir şeydi işte. Yaptıklarımız, yapmak istediklerimiz, özlediklerimiz, pişman olduklarımız, onardıklarımız, onaramadıklarımız... Hepsi basit, minicik şeylerdi ama ulaşamadıkça, çözemedikçe, yenemedikçe bize kocaman geliyordu.
Kitlelerin sevgisi, para, ün, güç... Hiçbiri, hiçbiri bedel olamıyordu, özlemini çektiğimiz o şey her ne idiyse... Bir çocuk, Sevildiğini bilmek, Bir vicdan rahatlığı, Bir tabak pilav, Bir sağlıklı nefes...
--spoiler--
bazen beklediğinizin yaşattığıdır, bazen beklediğinizin adıdır...
bazen ise sizin kelimelerle anlatabileceğinizden çok daha fazlasıdır. bazen "özlem" aşktır...