yapılması ya da yapılmaması gereken olgulara karsı gosterilen direniştir. tam ozgurluk bir utopya olup sınırlandırılgınızı hissettiginiz an ihtıyac duydugunuz bir yakarısıtır. hayattaki kısatılanmaya karşı çıkmak istemektir.
bir millet, devlet, ülke için sınırlı olması gerekendir. her ne kadar anlamsal olarak ters düşse de, tamamen özgür bir ülke yaşanılır değildir. insanlar tamamen özgür olduklarını düşündükleri için, her türlü davranışta bulunmaktan kaçınmazlar lakin, millet bir topluluktur, bireyler bu platformda ayrı ayrı düşünülemeyeceğnden dolayı, her aklına eseni yapan şahıs, başkasının özgürlüğünü bir noktada kısıtlamış olabilir.. en basitinden bir örnek verirsek, siz bir kuyrukta bekliyorsunuz, diğer özgür kişi gelip kuyruğa girmeden, işini halledip gidiyor.. bunu yapmaya hakkı olduğunu düşünüyor ama sizin zamanınızı çalmış oluyor..
bundan dolayı ülkelerin tanımlanmasında kullanılan özgürlük kelimesi kısıtlanmış bir özgürlük olmalıdır bana göre.. eğer kalkınmak, gelişmek isteyen bir millete sahip ise..
kişinin kendisine yapılanlara karsi takındıngı tavırda gizlidir. ne kadar kısıtlanırsak o kadar özgürlük isteriz. her insan özgürdür, özgür olmayı hakettigi sürece.
bütün insanların farklı şeyler anladığı kavram. tarihteki temel ilkelerden biri dikkate alınırsa, "nasıl bakarsan öyle görürsün" ilkesi, farklı sosyo-ekonomik ve benzeri sınıflara mensup insanların farklı şeyler anlayacakları sözcüktür. 20 yıl hapishanede yatan bir mahkum için hapishanenin dışından güneşin doğuşunu izlemektir, arabistan'daki bir köle içinse, istediği zaman istediği işi yapabilme hakkıdır.
bir orhan veli şiirinde gizlidir..
Hürriyete Doğru
Gün dogmadan,
Deniz daha bembeyazken çıkacaksın yola.
Kürekleri tutmanın şehveti avuçlarında,
içinde bir iş görmenin saadeti,
Gideceksin;
Gideceksin iri pınarların çalkantısında.
Balıklar çıkacak yoluna karşıcı;
Sevineceksin.
Ağları silkeledikçe
Deniz gelecek eline pul pul.
Ruhları sustuğu vakit martıların,
Kayalıklardaki mezarlarında,
Birden,
Bir kıyamet kopacak ufuklarda.
Deniz kızları mi dersin, kuşlar mi dersin;
Bayramlar seyranlar mi dersin, senlikler cümbüşler mi?
Gelin alayları, teller, duvaklar, donanmalar mi ?
Heeey!
Ne duruyorsun be, at kendini denize;
Geride bekleyenin varmış, aldırma;
Görmüyor musun, her yanda hürriyet;
Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol;
Git gidebildiğin yere.
*
insanın doğuştan sahip olduğu ve hiçbir kişinin ve devletin keyfi olarak müdahale edemeyeceği, kişiyi başkalarının istediği gibi değil kendi istediği gibi yaşama tercihinde bulunmasını sağlayan, yokluğu barbarlığa eş olan değerdir.
bayılırım özgürlüğe... basılı kağıtlarda, duvarlarda özgürlük isteğini duyuran sloganlar, toplumların çağdaşlaşması, bireylerin tek tek bilinçlenmesi, geleneklerin, dışardan bindirme buyrukların etkisinden sıyrılması... özgürlük kavramı moderndir, insanlık oldum olası özgürlük ardından koşmuş değildir. dahası, özgürlük, istenecek bir şey de olmamıştır her zaman. geleneklere uyarak yaşamak daha rahat ettirmiştir kişiyi. düşünüp karar vermek yorucudur. bakın, kendinizi şöyle iyice bir yoklayın, inançlarımızın çoğu (düşüncelerimiz demiyorum çünkü kendimize özgü düşüncelerimiz olup olmadığı belli değildir) dışardan verilmiştir, bunlar nerdeyse bütün toplumsal-töresel görüşleri kapsar. onlardan biri sarsılacak olursa, baş kaldırırız, özgürlük isteriz. sözgelişi dinler konusunda böyle olmuştur çoğunlukla, tarihteki din kavgaları, sömürgelerdeki kimi çatışmalar bunu gösterir. eski zamanlardaki, istilacılara karşı açılan yurdu savunma savaşları da, bugünkü anlamda "yurt" kavramından doğmamıştır; eski toplumlar, yaşama biçimlerini korumak için giriyorlardı bu savaşlara. yaşama biçimlerini korumak ise düpedüz geleneği sürdürmek demektir. geleneğin egemen olduğu yerde özgürlük isteği doğamaz. ya da zenginliklerini arttırmak isteyen büyük krallar arasında oluyordu savaşlar. şeref kazanmak için kahramanlık etmek bireylerin tutkusu durumuna getiriliyordu. kısaca söylemek gerekirse, eski zamanlarda birey, kendi üstünde, kendi dışında var olduğuna inanılan birtakım güçlerin buyruğundaydı, giriştiği işlere zorunlu olarak girişiyordu, şu yolu ya da bu yolu seçme özgürlüğü yoktu. gerçekte böyle bir şeyi düşünmek bile saçmaydı. düşünmek, kendi başına karar vermek gibi şeyler çok sonra çıktı ortaya. yukarıda "modern" sözcüğünü bunun için kullandım. insan zorunluluk altında mıdır, zorunluluk kurallarına göre mi davranıyor, yoksa özgür müdür, gideceği yolu, yapacağı işi, tutumunu, davranışı gerçekten kendi mi seçer?
özgürlük çağında bulunduğumuzu söylememize, özgürlük için savaşmamıza karşın, bugün de bizim isteklerimizi aşan geleneksel kuralların az ya da çok buyruğu altındayız. dahasını isterseniz, çoğu kişi o geleneksel buyrukların varlığının farkında bile değildir de, onların sürüp gitmesi için savaşmayı özgürlük uğrunda savaş sayar. bununla da bitmiyor, özgürlük sözünün bunca moda olduğu yeni dünyamızda, özgürlüğü gerçekten isteyenlerin çok olduğu söylenemez. neden derseniz, özgürlük isteği, korkunç bir sorumluluğu da birlikte getirir. ben seçeceğim, seçtiğimi ben gerçekleştireceğim, ama bunun sorumluluğunu da yükleneceğim... sonunda mutsuz düşersem, suçu kimseye yükleyemeyeceğim. kolay değildir, yürek ister, tedirginliği, yenilginin acısını göze almayı gerektirir. dahası, istediğim şeyi çok iyi bilmezsem, yarı yolda şaşırabilir, pişmanlık duyabilirim. oysa zorunluluğa inanmak bu bakımdan daha rahat ettiricidir.
islam'da "dün-bugün-yarın" bölümlemesinin, dünya için olmaması, çok tutarlı olarak, bireyin özgürlüğünün bir gerçek olmadığı inancından doğar. kur'anda "geçmiş", ancak ibret dersi olarak anılır. "bugün" ise bizim ellerimizde olmayan bir oluşumdur.
işte geçmişin bugünü doğurduğu, bugünün de yarını yaratacağı inanışı burada birden karşımıza çıkıyor. insanlar tek tek değil, toplu halde isteklerini, istençlerini kullanarak tarihin akışını yönlendirirler. olayların biçimini saptamak keyfimize kalmış değildir elbet, ama bizden bağımsız olarak da oluşamaz. biz özgür istençlerimizi, güçlerimizin gösterdiği yönde birleştirerek zamanın akışını saptayabiliriz. bunun için de özgürlük konularının tek tek sorumluluğunu algılamamız gerekir. kimine özgürlük güç, yorucu gelir bu bakımdan, yönetmektense, yönetilmek daha rahattır onun için. yönetilmekte her bakımdan rahatlık bulanların çoğunluk olduğu yerde, özgürlük savaşımı kolay kazanılamaz, ayrıca anlamı da anlaşılamaz onun.
jean paul sartre, kişinin varolmasını onun seçme özgürlüğünde aramıştı. albert camus, başkaldırmakla varolabileceğimizi söyledi. bunlar kader-istek çatışmasının çağımızdaki yansımaları olarak ortaya çıkmıştır.
her insanın sahip olması gereken sınırlı haktır...
saçın rüzgarda savrulmasıdır... hrant dink gibi tehditler alarak değil, doyasıya yaşamaktır...
başka insanlara inat adını* sokaklarda bağırmaktır...
sevmek, aşık olmaktır...
aşık olunca sarılmaktır sevgiliye sımsıkı...
öpmektir rüzgarları, denizleri...
diktatörlerin, baskıcıların devrilmesidir...
düşüncedir!..
...ve onun gücüdür...
halktır! Caddeler, sokaklardır...
bahardır, yazdır...
kıştır her direnişte!
yaşam kadar soğuk, ölüm kadar sıcaktır...
sınırlı olan bir bahçede sonsuza koşmaktır özgürlük!
fark edin artık diğer güçleri... Devirin onları ve koşmaya başlayın sonsuza!..