"sen özelsin.." masalıyla poposuna vurulmuş, yıllarca uyutulmuş, gözü ve gönlü boyanmış insanın gün geldiğinde aslında "herkes gibi" biri olduğunun farkına vardığı ya da vardırıldığı andır.
bir insana özel olduğunu hissettirmeden önce onun gerçekten özel olup olmadığına karar vermelisiniz. insanlar ve kalpleri, kırılırsa sorumluluğunu kabul etmememe lüksünüzün olduğu kiralık oyuncaklar ya da egonuzun o kirli artıklarını boşaltabileceğiniz basit çöp konteynerleri değildir.
bir insan yıllarını size adayıp kendisinin gerçekten özel olduğuna inanmışsa; binlerce gününü sizi düşünerek geçirmişse, o günlerinin sayısına eşit gecelerini gerek varlığınızla gerek yokluğunuzla devirmişse siz o insanı kalbinizden neşterle kesip atar gibi atamazsınız. bu insanlığa yaraşmaz, düpedüz adilik ve piçliktir.
ama olur; hayat bu.. nice insan şeref konusunda mangalda kül bırakmaz tavırlara girmişken neden sonra iki kuruşluk orgazm adına kendisi için hayati önem taşıyan (!) o şeref ve haysiyetini bir çırpıda hiçe saymıştır.
yumuşak yatakta mışıl mışıl uyurken, birisi tarafından boca edilen bir kova soğuk su gibidir.
küçükken kendimi seçilmiş insan felan zannederdim. yıllardır çözülemeyen bir problemi ben çözerim, en süper buluşları ben yaparım, alemin en ala manitasını ben götürürüm vs. gibi planlarım vardı.
okulca istanbul'a geziye gitmiştik. ayasofya'da, bir duvarda delik gibi bir şey vardır. ayasofya'nın tam yerine oturması için ordan tutup çevrilmesi gerekir diye de bir efsane vardır. işte ben, ayasofya'ya gitmeden önce, yüzyılların kaderini değiştireceğimi düşünürdüm...
herkes o delikte fotoğraf çektirme sırasına girmişti, bense "nıhahah, az sonra dünya değişecek" bakışlarıyla süzmekteydim insanları. sıra bana geldi. parmağımı soktum, çevirdim... bi s.kim olmadı. bir daha çevirdim, yine cami yerinden oynamadı. arkadaşlarım bağırmaya başlamıştı, "yeter lan, biz de çekilecez daha" diye... o an anladım, sandığım kadar özel değildim...
birkaç sene daha geçti. kan grubumu öğrenmem gerekiyordu ehliyet zart zurt için. bir yerde okumuştum. bir kan grubu varmış, dünyada sadece 3 kişide varmış felan filan. işte, ben 4.'sü olacaktım. sonunda talihim bana gülcecekti. hastanede kanım alınırken, benimle röportaj yapan gazetecilere nasıl demeçler vereceğimi düşünüyordum.
birkaç saat sonra sonuçları almaya gittim. içim içime sığmıyordu. kağıdı aldım ve...kan grubumu gördüm. ab rh+ ! seçilmiş kan değil, bildiğin köpek kanıydı lan bu!
işte o an gerçekler dank etti kafama. übermensch felan değilim lan ben! dünyayı kurtarmak için de seçilmedim! sadece dandirik bir vatandaşım emuğa goyam.
biliyorum herkes gülecek bu yazdıklarıma. "hadi canım sende!" diyecekler. ama olsun ben korkmuyorum gerçeği söylemekten! ben rüzgar çıkaran kadınım... işte bunu defalarca yaptım. defalarca rüzgar çıkardım ben. bu bir güçtü. bu bir mucizeydi belki de... ama yıllar sonra kirlenen ruhumuzla beraber yeteneklerimizde köreldi.
size gerçek bir hikaye anlatayım. bahsedeceğim kişi babaannem... eyüp te otururdu vakti zamanında... hergün oradaki bir türbenin * önünü süpürmeye gidermiş. belki her gün değil ama 3 günde bir gidermiş hani. evinin önüymüş bir nevi. hemde türbe önünün temiz olmasına özen gösterirmiş. hayrına işte... ve babaannem her süpürüşünde bir altın bulurmuş gözlerinin önünde. gerçek bir altın! şaşırmış elbette ilk ama birçok kez bu olay vuku bulunca o da alışmış artık. içi içine sığmamış, gidip birilerine anlatmak istemiş. ve sonra...
bir daha asla altın falan bulamamış. büyük ihtimalle süpürmeyi de bırakmıştır bir süre sonra.
hee bende artık rüzgar falan çıkaramıyorum. sıcak yaz günlerinde pişiyorum.
özeldik belki ama bekareti bozulunca dilimizin, gerçeklerle yüzleşmek zorunda kaldık. şimdi de bir yeteneğimi keşfettim ama bu sefer dilimi tutacağım. *
(bkz: tutmasını biliriz de kemiği yok bunun)
(bkz: hayal kırıklığı)
yani gerçekleri anlama süresinin uzunluğuna bağlı olarak kişinin yıkımının belirlenmesidir. kimse özel değildir . belki de özeldir ama karşı taraf daha iyisini bulduğunda onun özel olmasını umursamaz.
kim ister sıradan olmayı, herkesten biri olmayı?
birileri için, en azından biri için özel ve önemli olmak ister herkes.
farklı olma çabası hiç sonlanmazmış; ben sonlanacağını sanırdım, kendi adıma son verdiğimi düşünürdüm ama aslında hala bir şekilde çabaladığım farkettirildi. farklı olma çabası gerçekte birileri için özel olma çabasıyla eşdeğer değil mi? ''farklı olursam beni daha çok severler'' düşüncesi değil mi? sevilmeye, şefkate olan açlık yüzünden değil mi?
biraz da tehlikeli bu insanlar ama tehlikeleri kendilerine. ne zaman sevildiğini, önemsendiğini sansa elinde avucunda ne var ne yoksa dökülür. i̇çinin kapısını ardına kadar açar ama kapıdan içeri giren ille bir kez içeri sıçar. pişmanlık duyar mı kapıyı açan? üzülür, hırpalanır ama aynı şeyi tekrar tekrar yapar. çünkü bir sona inanır, mutlaka bunun bir sonu olduğuna, bir gün verdiklerinin değerini anlayacak birinin olabileceğine inanır. her tökezde inancını kaybedip, ayağa kalkarken daha güçlü bir inançla devam eder hayatına.
çoğu zaman gerçeğin farkındadır da fısıltıyla bile söylemez kendine. yüzü daima gülen, kahkasını herkese duyurmak istercesine yüksek atan, ''o kadar keyfim yerinde ki hiçkimse bunu bozamaz'' edasıyla herkesi ama başta kendini kandırır. kanmaya gönüllüdür o. her şekilde kanmaya hazırdır; sevildiğini hissedebileceği her söze ellerini uzatmak için her zaman tetikte bekler. ayna karşısına nadir geçer, geçtiği zaman da kendine güzel şeyler söyler; kendini seviyor gibi yapar ki kendini de kandırsın. insanın kendi sevgisine bile ihtiyaç duyduğunu biliyor musunuz?
hep kendine zararı. kendini sevse o farklılığı yaratmak için çabalamasına gerek de kalmayacak.
ve kendini özel sandıkça zarar görecek, günün birinde bir sinek kadar bile değerinin olmamasıyla yüzleşecek. her şey o zaman başlayacak. ya da bitecek!
lise yıllarında samimi bi arkadaşım vardı. bir de mesut abi vardı. psikopatın allahıydı, hem de bilardo salonu vardı bu mesut abinin. biz de oraya takılırdık bu arkadaşla. her gidişimizde tostlar, gazozlar, oyunlar sebil gibi yağmalardık kafeyi, zırnık para almazdı mesut abi bizden. tek başıma gittiğimde bayılırdım tabi parayı ama bu arkadaşımla gittiğimde hiç para vermezdik. mesut abi çocuğa, "tamam yavrum keyfinize bakın siz." derdi. çocuk da ergenlikten ötürü böyle bi adamın onu sevmesinden hoşnut kalırdı.
kavga ettiğimizde falan mesut abiye giderdik hallederdi. ben de hiç merak etmedim bu adam bu çocuğa niye böyle diye, işime geliyordu sonuçta.
gel zaman git zaman ben dayanamadım sordum arkadaşa, "ne iş?" diye. "çok iyi olum aramız, seviyor beni." dedi. eyvallah. bizim oğlan baya özel sanıyor kendini mesut abinin gözünde. ha özel mi özel, ama madalyonun öbür yüzü var.
bir süre sonra artık dedikodular ayyuka çıkmaya başladı, meğer bu mesut abi bizim arkadaşın ablasını yellermiş o vakitler. ben duydum bunu tabi söylemedim oğlana bir şey, yine bir gün akşam vakti mesut abinin mekana gittiğimizde ablasının depodan çıktğını gördük arkadaşın. çocuk şok oldu tabi, mesut abi de bi garip oldu, el kadar bebe zaten bir şey diyemiyor kendisine, adam en son,
"sıkma canını yeğenim" dedi.
adaletini sikeyim dünya, nasıl sıkmasın lan çocuk canını, ahah, ablasının keşkülüne mi yansın, ortamlarda "mesut abim" diye koyduğu şekillere mi yansın. velhasıl kelam, allah yaşatmasın türlüsünü. amin.