öteki bir kaygıdır. büyük küçük farketmez. dibine bakmaya korkan bir türün garip ve kıskanç söyleşisinin gözbebeğidir. aynı yoldan çok insan geçer, çünkü aynı yolda çok insan gider ama yalnız bazıları yolla başeder ve ancak bazıları olur öteki.
öteki konumlanması bir seçenek halinde verilmediğinden öyle olup olmadığını birileri belirler, ama bunu bilmeden yeryüzünde dolanan bir ötekinin de vardır ötekileri. çünkü onunda bir dünyası vardır, çemberleri. bir ip yumağı sarar beklentiyi. bu gibi durumlarda önemlenir düğüm çözme kabiliyeti.önemlenir, çünkü bilir öteki ipek böceğine dönüşüp çıkmayacağını. tırtıllık zor bir süreçtir. çeşitli erdemler barındırır kendinde. her tırtıldan ipek böceği olunmadığı gibi, olunmaz her çembere dolanan da öteki.
lacan'a göre öteki, bedensel tamlık yanılsamasını bozan bir olgudur. Annesiyle kendisini bir bütün zanneden çocuğun algıladığı ilk öteki ayna evresinde fark ettiği kendisidir.yani küçük öteki...Bu durum ben'in ilk ortaya çıkışıdır. Zamanla çocuk, başka küçük ötekiler de algılar. Ve bu ötekiler onun tamlık algısını bozduğu için çocuk parçalanmaya/eksik'e karşı saldırgandır. işte "eksik" böylece onda su yüzüne çıkar. Ancak bu küçük ötekiler yalnızca imgesel düzeyde vardırlar ve özne imgesel düzende karşılaştığı bu küçük ötekilerle bir ben inşa etmeye başlar. Simgesel düzene geçişten sonra ise büyük öteki ile karşılaşır. Büyük öteki ise oradan kendimize bakarak kendimizi olmak istediğimiz gibi gördüğümüz konumdur. Büyük öteki, bir eksiği olmadığı varsayılarak ya da eksiği gizli tutularak tüm arzunun mekanı olarak kurulur. Bu mekanı Babanın-adı, devlet, Tanrı, yasa, kısacası simgesel düzenin bütünlüğünü temsil eden herhangi bir şey doldurabilir. ***
can dündar konuyu güzel izah etmiş. link için üşenen olursa diye yazının tamanıda aşağıya kopyalıyorum.
"Ötekiler geliyor!
Ötekiler kim mi?
Şu "sizden olmayanlar" canım...
Hani otoyoldan geçerken arabanızın penceresinden hızla akıp giden gecekonduların tek göz odalarından acıyla size bakanlar... Hani ucuz ekmek kuyruklarında, acil servis kapılarında sabırla bekleşirken gördükleriniz... "Ora"larda nasıl yaşadıklarına bir türlü akıl erdiremedikleriniz... Hani, "gerici partiler"e oy vermelerine şaştıklarınız. Bir ton kömüre partisini, bir avuç kupona gazetesini değiştirmesine kızdıklarınız. Tanımadığınız halde yargıladıklarınız.
Asırlık öfkelerini bir küçük oy pusulasına yazmış geliyorlar.
Belde belde, sandık sandık, adım adım yaklaşıyorlar.
Hani televizyonda görüyordunuz bazen... Kaş çatıyor, bıyık buruyor, sert konuşuyorlardı. Kimi ihtilalden, kimi cihattan sözediyordu. Hiç sizin bildiklerinize benzemiyordu söyledikleri... Dehşet içinde dinliyor, dinlediklerinize inanamıyordunuz.
Ötekiler uzaktı.
Aynı kentleri paylaşıyor, ama düşman gibi yaşıyordunuz. Taksilerine bindiğinizde öfkeyle dışarı bakıyor, otobüste yanyana düştüğünüzde oflayıp pufluyordunuz. Yol sorsalar başınızı çeviriyor, okulda sınıfınıza girseler yaka paça atıyordunuz dışarı...
Toplum ikiye ayrılıyordu gözünüzde: Sizin gibiler ve ötekiler...
Sizin gibi düşünmeyen, sizin gibi yaşamayan, size benzemeyen "ötekiler"i kendinize benzetmek için formüller geliştiriyordunuz.
"Meczup"tu onlar. Dışladınız. Onları "öteki"leştiren katran rengi adaletsizliği, kör yoksulluğu görmediniz bir türlü...
Sonra 1 Mayıs'ta meydanlarınıza ya da kara cübbeleriyle kentinizin kapısına yığıldıklarında paniklediniz. "Ötekiler geldi" diye kaçacak yer aradınız ve biraz daha kapadınız kapılarınızı, vicdanlarınızı... Siz kapandıkça arttı sayısı ötekilerin...
Öyle çok adamı dışladınız ki, dışardakilerin sayısı içerdekileri aşıverdi günün birinde... "Ötekiler" gelip dayandı kalenizin kapısına... "Oradakiler" buralı oldular.
...ve size geldi "öteki" olma sırası...
***
Yakınmaya hakkınız yok. Boy veren, sizin ektiğiniz duyarsızlık tohumlarıdır. Ötekileri keşfetmek, "oralar"ı anlamak için hiçbir şey yapmadınız bunca yıl... Çoğunlukta olmanın sefasını sürdünüz. Siz "bura"da lale devri yaşarken "ora"da ötekilerden kurulu bu dünyayı büyüttünüz sessiz sedasız...
Sonunda günün birinde ötekiler çoğunluk oldu ve copladılar lalelerinizi... size geldi azınlık hakları için savaş verme sırası...
Hayatını işkence yapmakla geçirdikten sonra işkence tezgahına yatan bir polis gibi feryat ediyorsunuz şimdi...
Veba salgınıyla çepeçevre sarıldığını farketmeksizin ortasında göbek attığınız kentleriniz düşmek üzere... Dışlanmışlar, "ötekiler"in bayrağını dikmek üzereler sizin sandığınız burçların tepesine... Hem de "sizin" yöntemlerinizle: Sandık gücüyle...
Süngüleriniz düştü. Artık başörtülerinden tutup sınıftan, sakallarından tutup bürodan atamayacaksınız onları...
Ve belki "ötekiler" kovacak sizi, sizin sandığınız son mevzilerden...
Çünkü tanıyoruz öfkesini "ötekiler"in... "Ora"dan, "ötekiler"in nasıl görüldüğünü de biliyoruz.
Sivas'ın külleri şahidimizdir.
Ama yine de "ora"yı kazanmanın yolunun "ötekiler"i dışlamamaktan, daha fazla insanı "öteki"leştirmemekten geçtiğini de biliyoruz.
Gelişleri "kanlı mı olacak, kansız mı" kestiremiyoruz. Ama çarenin kimsenin kimse için "öteki" olmadığı, adil bir toplum olduğunu seziyoruz.
Farkındayız; bilim iktidar olamazsa, inanç olur...
...ve refah devleti kurulamadıkça kurulur Refah Hükümeti...
* * *
Şimdi sizde "öteki" olma sırası...
"Oralar", bura olacak pek yakında... Sizin gibi giyinmeyenler giyinecek sınıflarda; sizin gibi düşünmeyenlerin sesi gelecek sokaklardan...
işte belde belde, bucak bucak geliyor sesleri...
Katran karası bir adaletsizlik ve yoksulluğun rengine bürünmüşler.
Asırlık bir öfkenin ateşi dağlıyor vebalı kentleri...
Az kaldı; yarın gelip devralacaklar sizin sandığınız kalelerinizi...
Sonra..?
Sonrasını artık "ötekiler"le siz belirliyeceksiniz;
ama siz yükseleceksiniz hep bembeyaz,
onlar aşağıda siyah kalacak!
sizin başınız bulutlarda dursun onlar balçıkta bacak!
siz tatlı rüyalarınızı görün, onlar terleyip sıçrayacak!
kavunun kabuğuna bıçağı indirin siz, onlar kaçışacak.
genişleyin siz merkezde onlar kenarda daralacak!
onlar seyrek bir fotoğrafta uzağa bakanlar.
onlar bir ömür taşlara su tutanlar.
onlar bir hatırada donmuş duranlar.
onlar bu dünyada yanmış da külde uyuyanlar.
siz nasıl da menekşe gözlüsünüz onlarsa hep aç gözlü!
ah siz ölümsüzsünüz dünya üstünde, onlar ölümlü.
ve siz nasıl da güzel kokuyorsunuz, insanın hası
onlar kenarda kirliler; onlar atık, onlar şaşı.
ah siz nasıl da "siz" siniz buram buram, onlar avam.
bu cahilin, yoksulun barbarın ışık neyine, onlar ziyan!
siz "it was very amazing" derken "and fun"
onlar özür dileyenlerdi ağacın ruhundan.
balkonunuz çok yüksek sizin baş döndürüyor.
dünya pek alçak bir yer olacak yakında öyle görünüyor.
albüm dışı sessiz ve derinden vuran bir akustik sakin şarkısı.
Elinde susan kelebekler hani
Kör yumak hayat, sen de pasifsin
Ne sözcük bakış araç kimse yok
Tanımlanmadın yazık hep gereksiz
Giden hiç ama hep düşlenen
Giderken bıraktığın sayfada
Yumuşak izler yok yaşam böyle
Ötekinin adı yok tertemiz
Geriden yaşam kaybolmuş
Kararmış kent örtüsü
Kent örtüsü
"Bu ülkede her şey taraf duygusuyla sorgulanıyor ve bu gelenek hiç değişmiyor. Bugün bile mesela Müslümanlar kendini sorgulamıyor, Marksistler kendini sorgulamıyor, laikler kendini sorgulamıyor. Herkes 'öteki'ni sorgulamaya kalkıyor. Ben bunun ahlaki bir sorun olduğunu düşünüyorum. Bu ülkede ahlakçılık son derece yüksek biçimde yaşanıyor ama ahlak bu değil. Ahlak, bizzat ötekini yargılamadan, suçu ötekinde aramadan bizzat kendi sorumluluğunu, hatasını, kötülüğünü görmektir."
ismi üzre içinde muhakkak bir çatışmayı barındırdığı için doğaçlama tiyatro eğitimi verenlerin öncelikli olarak yararlanmayı tercih ettikleri kavramdır.
Bir türlü kendimi ardımda bırakıp önüme bakamadığımdan, bir türlü kendimi ardımda bırakıp gidemiyorum işte.
onlardan biri değilim, galiba daha çok ötekilerdenim.
düzene ayak uydur(a)mayan, bundan da şikayetçi ol(a)mayanlardan.
O yüzdendir ki, sadece anlatmak istediklerimin derdindeyim.