kadınları hiç sevmem, anne de dahil olmak üzere çok incitirler çünkü. imkanı olsa mesela annem bile kendi eliyle takıp ipi boynuma, altına da zigon sehpasını koyar hani. meşakkatli bir yol işte kadınların kalbi. öyle mesela züccaciye dükkanına giren fil örneği gibi. kırıp dökmeden girmek istersen çok zor, hatta imkansız gibi.
işte güzellikle girilmiyor, güzellikle girdiğin zamanlarda da sevilmezsin hani. çünkü o incitilen kalbi tamir etmeye bir tamirci ihtiyacı yoktur çünkü. önce kendin bozacaksın ki kendin tamir ederken gururla senden bahsedilsin işte o tamirci, işte prensim diye.
gözdeki nem, dildeki tat bile dahi olamayacağını hissederken zaten, nasıl kalpteki aşk olmayı beklersin?
sevdiğin beni sevdiğini söyle der sen de söyleyemezsin hani. ama o an diyemezsin. işte bunu hissettiğinde de, semaya karşı allah'ım canımı al dersin de diyemezsin onun gibi bir şey işte.
her zaman çok seven kaybeder. insanlar nankör sevilince kalkar hep bir taraf erkek kız fark etmez. ha bunu diyoruz ama yarın gidip yine birini çok seveceğiz ya sokayım ben o kalbe, amk salağı.
Çok acı bir olaydır. Bununla yaşamak Insanın Yaşam enerjisini alır, kişi ölmek ister fakat ölüm bile onu bu düşüncede alıkoyamaz. Hayatının tüm anını bu düşünce ipotek etmiştir. Bir virüs gibi. Sinsice çoğalan bir virüs. Kaçıp gitmek istersin tüm olmazlara inat. Umut kör kuyulara tutsaktır. Dünya adaletini sorgulamak burada başlar.
nazım'ın ''sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı'' şeklinde çözümünü bulduğu durum.
beklemeden sevebiliyorsan yer ediyor sevgi insanın kalbinde. ancak o kadar çok saldırı ve ithama maruz kalıyoruz ki yaşam boyu, kalın kalın duvarların arkasına saklanıyor, egomuzun basit ve vasat oyunlarıyla sevgisiz ve yapayalnız ölüp karışıyoruz toprağa.