Kurana göre tekrar dirilene kadar yani kiyamete kadar bir uyku araliği gibi geçecek ve dirilince binlerce yil geçmesine rağmen bir uyku gibi geldiğini sanacaksin.
Son zamanlarda bu konu adeta hobim oldu. Sürekli ruhsal araştırmalar yapan, diğer alemle irtibat kurduğunu iddia eden, medyumluk özelliği taşıyan ve ölüm ötesi deneyimler yaşayan insanların yazılarını ve çektiği videoları izliyorum. Aralarında olaylara şahitlik eden tıp doktorları, bilim insanları falan da var. Sonra kuran'daki bazı ayetlerle de desteklenen durumlar olduğunu görünce reenkarnasyon olayı aslında çok da uzak bir düşünce gibi gelmiyor.
Anladığım kadarıyla ruhun yaşaması gereken tekamül evreleri var ve bu evreler için tek hayat yetmiyor. Çocuk ve genç yaşta ölenler, anne rahminden erken düşenler vs.yi geçtim, 70-80 yıllık ömür dahi tekamül süreci için yetmiyor. Dünyaya tekrar tekrar gelmek yaşamak isteyenler için iyi birşey gibi gözükse de, aslında çok da iyi değil. Çünkü her seferinde başka acı sınavları deneyimlemen gerekiyor ve vücutla irtibat kesen varlık spatyomda sürelerce yaptıklarının vicdan azabını çekip, öğrenmesi gereken bilgiyi sindiriyor. Biran önce dünyadaki deneyimleri bitirmesi için vicdan olgusunun çok gelişmesi gerekiyor ve bunun için çabalaması da gerekiyor ki bir üst plana geçebilsin. Bir üst plan sevgi planı! Orası da ayrı bir karmaşa aslında. Ve bu sonsuz bir spiral şeklinde gidiyor.
Mevzu çok uzun ve derin, yazsam sayfalar almaz öğrendiklerimi. Tabi ki bunlar katiyetle doğrudur diyemem, gerçeği allah bilir ve gidince öğreneceğiz.
Edit:Bu konu ile ilgilenmek isteyenler için önerebilecegim isimler;
Bedri ruhselman, ergun arıkdal, tarık arıkdal, prof. Dr gazi özdemir, prof. Dr sultan tarlacı, erhan kolbaşı.
Valla ben kendim okumaya güç yetiremedim şimdilik. Merak eden varsa buyursun.
Kitaptan bir kıssa:
A’meş buyurdu ki:
— Ölüm Meleği, Hazret-i Süleyman’ın yanına girmişti.
Süleyman’ın nedimelerinden birisine keskin keskin baktı.
Ölüm Meleği dışarı çıkınca o nedime:
— Ey Süleyman! O bana keskin bakışlarla bakan kimdi? diye sordu.
Hazret-i Süleyman:
— O, Ölüm Meleğiydi! dedi.
Nedime:
— Yoksa benim canımı almak mı diliyordu? Ne olur,
rüzgâra ferman buyur, beni Hindistan’a götürsün! diye ricada bulundu. Eğer bir daha o buraya gelirse beni görmesin, bulamasın, dedi.
Süleyman’ın fermanı ile yel o kişiyi Hindistan’a götürdü.
Ölüm Meleği tekrar Süleyman aleyhisselâm’m yanına gelince:
— Ey Melekül-Mevt! Benim o nedimeme dik bakışlarla
bakmıştın. Neden ötürü öyle baktın? diye sordu.
Melek de:
— Bana Hisdistan’a gidip onun canını almam emir duyurulmuştu. Varayım onun canını alayım! dedim. Sana uğramıştım. Onu burada gördüm! Onun bir anda nasıl Hindistan’da bulunabileceğine şaştım, kaldım. Vaktâ ki, Hindistan’a vardım. Onu orada gördüm. Canını aldım, dedi.
Bu hikâyelerden maksadımız, Ölüm Meleği görmemenin çaresi olmadığını bildirmektedir.
"Ben ölümden neden korkayım? O varken ben yokum, ben varken o yok" demiş Montaigne. Tabii bizim için önemli olan kabir ve ahiret hayatı. Yoksa dediği doğru. Ben öldükten sonra isterse yamyamlar beni yesin, neden umurumda olsun ki?
Stanford Üniversitesi Mezuniyet Töreni, 2005 Steve Jobs:
"Doktorumun bana pankreas kanseri olduğumu söylediği işte o an ilk kez yüzyüze geldim ölümle. Umarım o anı, önümdeki 20-30 yıl boyunca bir daha yaşamam. Fakat ölümle yüzyüze gelme anını yaşamış bir kişi olarak size şunu kesinlikle söyleyebilirim: Kimse ölmek istemez. Cennete gideceklerinden emin olan kişiler bile istemezler ölmeyi... Ancak ölüm, hepimizin paylaştığı bir "ortak nokta"dır. Hiçbirimiz kaçamamışızdır ölümden. Zaten olması gereken de budur. Ölüm, yaşamın tek "en iyi icadı"dır. Yaşamın tek ve gerçek "değişim aracı"dır. Yeniye yer açmak için eskinin ortadan kaldırılması gerekir. Şu anda yeni olan sizsiniz, ancak çok da uzak olmayan bir gün, "eski olan" da siz olacaksınız ve siz de silineceksiniz yaşam sahnesinden. Böyle üzücü ve hatta ürkütücü bir konudan söz ettiğim için üzgünüm ama... Bunların tümü gerçektir."