Ölüm, insan için meçhulün diğer adı. Bir muammanın. Doğu irfanı ölümü insanoğlunun hakikatle randevusu gibi algılar. Sevgiliye kavuşma ânı. Bir düğün gecesi. Uykudan uyanış. Bir geçiş ânı.
Ölen için. Ayılan, ve kavuşan için.
Bu yüzden irfanın penceresinden ölüm hiç de karanlık görünmez. Bir gecedir ölüm, aydınlık bir gece. Bizce. Yıldızların aydınlattığı bir gece. Umudun aydınlattığı.
Bir düş.
Nâdan için bir kâbus. Kara. Kapkara. Cehalet kadar, gaflet kadar kara.
Rıza lokmasından tadanlar içinse ışıl ışıl. Bazen gün batımı kadar hüzünlü. Lâkin bu hüzün güneşin hüznü değil, bilâkis onu seyredenlerin hüznü; arkasından seyredenlerin...
Çınarın yaprakları birer kaya gibi tek tek üzerine düşerken tâ karşıdan süzülen sevgili kolunu süleymaniyenin güçlü omuzlarına dayayıp tebessüm edecek de çınarınaltındaki hüzünle de olsa karşılık vermeyecek, mümkün mü?
Yeniden gelmesi için, gelebilmesi için, gitmesine izin verir.
Bir nedenle. Vuslattaki şiddetin hatırına.
Şiddetin ve şiddetlenmenin.
Şaşırmayınız, elbette ölümün de renkleri var.
Çeşitleri var çünkü. Ölümler var.
Dizimin dibinde büyüdüğüne göre, şimdi sormalısın ey talib!
Büyüdüğün kadar sormalısın, büyüttüğün kadar. Sorularını. Öfkeni. Cehaletini. Aşkını. Büyüdüğün ve büyüttüğün kadar.
"Hangi ölüm?" diye sormalısın.
Rengârenk ölümler: beyaz, kırmızı, yeşil ve siyah.
Ölümün dört rengi.
Ölmeden önce ölmenin.
irfanın. Yani bilmenin değil, tanımanın.
Beni.
Belki, sonra seni.
"iki aşığın arasındaki sevgi, birbirini tamamlayan iki rengin birliğiyle, o iki rengin karışımı, karşıtlığı, benzer tonların arasındaki gizli titreşimle anlatılır.
Bir alındaki zekâ pırıltıları koyu fon üzerine daha açık ton kullanılarak betimlenir; umut bir yıldızla, insanın tutkularıysa kıpır kıpır gün batımıyla..."
Üstadı Delacroix'nın etkisiyle de Van Gogh duyguları renklendirirken hem zıtların birliğinden yararlanır, hem de benzerlerin karıştlığından...
Üç temel renkten birini, öteki ikisinin karışımıyla karşı karşıya getirir; maviyi, sarıyı, kırmızıyı... Meselâ mavi'nin karşısına 'turuncu'yu (kırmızı+sarı), sarı'nın karşısına 'mor'u (kırmızı+mavi), kırmızı'nın karşısına ise 'yeşil'i (sarı+mavi) koymak suretiyle birbirinden güçlü renk yoğunlukları elde eder; güçlü ve yoğun duygu anlatımları...
Umudun bir yıldızla, tutkunun ise kıpır kıpır gün batımıyla anlatılacağına işaret eden Van Gogh, 'ölüm'ü nasıl anlatmış veya anlatmak istemiştir, dersiniz?
Bir uzmanın cevabına veya uzmanca bir cevaba henüz rastlamış değilim. Fakat intihar ettiği ay, Auvers-sur-Oise'de, Temmuz 1890'da yapmış olduğu o ünlü "Mısır Tarlasında Kargalar" tablosunda nice ipucunun bulunabileceğine inanmışımdır hep.
Aranırsa, belki ölümün rengiyle orada da karşılaşılabilir; bilindik ölüm-rengiyle...
Van Gogh, bu tablosunde üç temel renge de yer verir: sarıya, kırmızıya ve maviye...
Renk teorisine uygun bir biçimde onların arasına bir de 'yeşil'i katar; ardından da gökyüzünde fırtına öncesi kararmış göğün sinesine doğru yükselen kargaların karalığını... adeta ölümün karalığını... yani katranî siyahı...
Sadece ölümün karalığını değil, ölüme doğru oluşun da... karaltının... meçhulün... yas ve hüznün... dahî uğursuzluğun...
Ölüme özgü renk katranî siyah mıdır?
Ölümün rengi hep siyah mı olmalıdır?
Hem de katranî siyah?
Maalesef öyle.
Biz ölümlüler ölümü pek tanımayız. Yanlış da biliriz bu yüzden.
Kaçarız.
Kara çalar kaçarız.
Hikmet'in ve/veya dinin sahihliği nasıl anlaşılır? Bir dinin sahtesi hakikîkisinden nasıl ayırdedilebilir?
Geçen yüzyılın başında bir bilgin bize bu suâli cevaplamayı mümkün kılacak bir ölçüt vermiş görünüyor:
Varlık karşısında mütevazı davranmayan, yani bütün muammaları açıklıyor olmakla övünen her iddia sahte, her iddiacı sahtekârdır.
Bu durumda, Varlık'ın gizemi karşısında olanca alçakgönüllülüğüyle "Seni hakkıyla tanıyamadım ey sevgili!" diyenleri, sadalarından değil ama belki edalarından tanıyabiliriz.
Tanıyamadığımızı itiraf ettiğimiz için ölmeliyiz.
Ölmeden önce.
Ölümü dört rengiyle de tatmalıyız.
Melâmet neşelerini kaybetmiş Nakşî dervişlerin ellerinden tutup boya küpünün içine önce onları atmalıyız.
Şah-ı Nakşıbendînin hatırına.
Ölümü renklendiren büyük ustaların hatırına.
Çınarınaltında.
"görmeyene gösteremezsin. haline bırakmalı. insanları zorlamamalı, hakikate salih olmayanları hiç tereddüt etmeden mağralarda bırakmalı. öğüt faydasızdır. hemde bütünüyle.
insanlara, yani insanların çoğuna, yani kalpleri mühürlenenlere...
unutmamalı, istemsiz körlüğün alameti gaflettir."
kudret, sadece yapmaya değil, yapmamaya da muktedir olanın sıfatı.
iktidarın başlıca vasfı, eyleyip eylememe kudreti. kudret, arzu ettiğini avucunun içine alabilmek kadar, onu elinin tersiyle itebilmektir de. marifet, arzu etmediğini geri çevirmekte değil, bilâkis çıldırasıya arzu ettiğinden, hakkında deli divane olduğundan vazgeçmekte. vazgeçmek kolay mı?
kolaylık da zorluk da gerçekte kişinin vazgeçecek olduğu şey karşısındaki hâlince belirlenir. çünkü feragatin şiddeti talebin şiddetine bağlıdır. ne kadar istenildiyse, ne kadar istenilmişse, vazgeçişin ızdırabı da o düzeyde olacaktır.
aslâ şaşırmamalı, kişi vazgeçildiği kadarıyla ancak vazgeçilebilecektir!
bir şeyi arzu ve talep etmenin dört mertebesi vardır:
1. meyl (eğilim)
2. irade (istek)
3. mehabbet (sevgi)
4. aşk (tutku)
bu dört terim de duyguların hareketini tanımlamakta.
meyl klasik fizik'te hareket'ten ziyade hareketin başlangıcını ifade eder. dolayısıyla elde etmeye, ele geçirmeye, avucunun içine almaya meyl etmedikçe, o şeyin, kişinin muradı hâline gelmesi düşünülemez. meyl şiddetlendikçe isteğe dönüşür. istek arttıkça mehabbete dönüşür. mehabbet de şiddetlenirse bir süre sonra tutku hâlini alır.
kişi istenildiği kadar isteyebilir. istenilmeyen isteyemez.
meyl kelimesi hakikatte temayül anlamında kullanılmaktadır ve öyle de anlaşılmalıdır.
meyl tek taraflı, temayül ise iki taraflıdır. kendisine meyl duyulan ancak meyl duyabilir.
istek de öyledir. istenmeyen isteyemez. dahası, sevilmeyen, sevemez. aşık olunmayan aşık olamaz.
demek oluyor ki kendisinden vazgeçilmedikçe kimse vazgeçemez!
***
tam da burada, düşünenleri bir kez daha düşünmeye davet ediyor ve dikkatlerini kur'an'dan iki ayete çekmek istiyorum:
- allah onları sever, onlar da allah'ı severler. (5:54) *
- allah onlardan razı olmuştur, onlar da allah'tan razı. (5:119) *
***
ölüm siyahtır kapkaranlıktır aslında , herşeyi yutan bir karanlık
ölüm soğuktur, mavidir , son nefestir aslında
ölüm kırmızıdır hemde kankırmızısı
ölüm beyazdır en son görülen renk odur, huzurdur aslında.
"bir şeyi güzel bulduğunda, bulduğunun güzelliğinden asla emin olamazsın ve fakat güzeli bulursan, sadece senin güzeli bulduğunu değil, güzelin de seni bulduğunu hissedersin. çünkü arayan gerçekte aranandır! dilersen bir daha düşün: beni bulamazsan aramaz mısın?"
"tevbe edebileceğin günahların varsa, ne mutlu sana! kendisinden dönebileceğin, vazgeçebileceğin, yaptığına pişman olacağın günahların... ama senin günahların... sana mahsus günahların... yapamayacağını zannettiklerin ama yaptıkların...
tevbe etmek demek, ayağa kalkmak demek; her düşüşünde yeniden kalkmak...
düşüşlerin, yolda oluşunun alâmeti... düşe kalka yürüyüşünün... insan oluşunun...
düşmekten korkmamalısın o hâlde. korkacaksan, ayağa kalkamamaktan kork!
düşersen, ayağa kalkmaktan kaçınma! düş, ama her defasında yeniden kalk!
günahların da senin, tevbelerin de.
düşüşlerinde kemâle ereceksin, ve günahlarından dönüşlerinle...
noksanlarınla, eksikliklerinle, yetersizliklerinle âlemin kemaline katkıda bulunacaksın.
noksan olmayaydın âlem noksan olurdu; senin eksikliklerinden, noksanlarından, yetersizliklerinden mahrum kalırdı.
düşmedikçe kalkamazsın.
günah işlemedikçe tevbe edemezsin.
sözün özü, bağışlamadıkça bağışlanamazsın."