Bir zaman sonra alışıyorsunuz. doğru ve gerçekler vardır. hangi açıdan bakarsanız ölüm var. ister buna dini açıdan, ister biyolojik açıdan bakın. gerçeği kabul edince daha rahat ediyorsunuz. hatta yakınlarınızı kaybedeceğinizi bile kabulleniyorsunuz. onuj için mutlu olmaya çalışın.
Ölümü düşününce günlük kaygıların aslında çok önemsiz olduğunu görüyor insan. Varlığının amacını sorgulayınca iş daha da anlaşılmaz hal alıyor. Sonuca varmak imkansız.
Aniden, istemsiz oluşan durum. Diyorum ki ulan ölücez bir gün de nasıl olacak acaba? Ölünce ne olacak? Bu düşünceler hafif korku, hafif üzüntü hafif de tedirginlik ile beynimi kemirip duruyor bazen.
Kendim bildim bile yaklaşık 20 25 yıldır bunu düşünüyorum.
Ölümü düşünmek hem rahatlatıcı bir eylem hem de oldukça hüzünlü. Küçük kızımın başını okşarken belki bu son okyaşımın diye düşünmek, kendimi ölüme yakın hissetmek. Karıma belki son dokunuşum, son bira içişim ve belki son yazı yazışım. Ancak bu acıtasyon gibi gelse de o anın kıymetini değerlendiren, daha da değerli hale getiren bir durum. Yarın olmayabilirim, olmayabiliriz. Ve şu anki küslüğün, mutsuzluğun işyerindeki sorunların ve hayatın geri kalanının anlamsızlığını tekrar göz önüne seriyor. Yaşam ne ki, ölüm ne olsun.
bazen insanı mutlu ediyor, insanın içi ferahlıyor. Çok şükür en azından öleceğiz, nihayetinde bir kurtuluş yolu var, diye düşünüyor insan. yani depresyon dönemlerinde *
Her gün bir sürü çözülmemiş cinayet araşturıyorum. Polisiye dizileri seçici davranarak izliyorum. Kurbandaki yaraları okuyup ya da onlara bakıp katili anlamaya çalışıyorum. Cinayet mahalinin durumu, kurbanın kimliği, yaraların yeri, derinliği, oluşturan şiddet, motive denilen unsur…
Uzun zamandır cinayetleri araştıran biri için normal olan durum.
Ölümden de korkmuyorum. Zaten bu aptal ve anlamsız hayat yeterince canımı sıkıyor.
aslında herkesin bir şekilde bilinç altında bu yatar. her ne kadar özellikle de gençlikte insanlar "hiç ölüm yokmuş gibi" yaşasa da bilinç altı ona bunu her daim hatırlatır. sadece yaş ilerledikçe bunu şuurlu yapmaya başlar. size bir sır vereyim gençler, sevdiklerinizden bahsederken "rahmetli" ön sıfatını ne kadar çok kullanmaya başlamışsanız o kadar yaklaşıyorsunuz ölüme ve o kadar yalnızlaşıyorsunuz. biz yaşayarak tatbik ettik ve gidenlere her dem selam salarız. meçhule kalkacak gemilerdeyiz, kıyıda bizi bekleyen sevdiklerimiz. bir gün, her gün rahmetli diye andığım atalarımın elini öpüp "ben geldim sen neredeydin" diye terk edeceğim bu limanı. binlerce kez özür dileyecek ve çay dolduracağım kendisine hem de demlikle çaydanlığı aynı anda boca etmeden bardağa. sonra şiirden konuşacağım yeni nesil şairlerden, "aruz kullanan kalmadı azizim" diyeceğim... ha ölüm mü, ölüm yaşamaktır be. yaşadıkça ölüyoruz zaten de, önce yaşayanlara kavuşacağımız ana ölüm deyip geçiyoruz. bir vuslattır bazen değil mi sevgili elçi. bir vuslat. ha ne diyordum çay içeceğim benden önce gidenlerle, fillerden konuşacağım. yaşlı bir fil edasıyla onların nasıl münzevi hayata geçtiklerinden ve benim de artık o hayatı yaşadığımdan. sen diyeceğim 50 sinden sonra kaçtın insanlardan ben ise 40 ında.