ölümün soğukluğunu unutup, sıcaklığına inanmak. tutunacak tüm dallarının koptuğunu görüp bilinmeze gitmek, umutla...
ölümün herkesi bekleyen tabi sonuç olduğunu bilip, kendi isteğinle gitmek. koşa koşa, türküler söyleyerek, şiirler okuyarak, gülerek kahkahalarla.
acizliğimizi biliyoruz, bilmemiz gerekir. kendimizi bazen dünyanın en güçlü insanı sanıp, bütün kötülüklerle tek başımıza savaşabileceğimizi, bütün kötüleri tek başımıza yenebileceğimizi düşünürüz. içimizde büyüttüğümüz umutlar, tüm çirkinlikleri gizler bir süre. görmezden gelmemizi sağlar. oysa içe atılan her bir tasa, tedavisi mümkün olmayan bir hastalık olup, çıkar yıllar sonra. her şey için çok geç olmuş olur o zaman da. ne acı...
aslında ne ölene, ne kalana, ne de kendimize üzülüyoruz. üzüldüğümüz çaresizliğimiz. elimizden hiçbir şeyin gelmiyor oluşu. dedim ya aciziz, acınacak haldeyiz aslında ama diğer insanlar da bizden iyi durumda olmadıklarından acıyacak kimsemiz de yok. herkes kendine mi üzülse, acısa?
gelelim ölüme. o karanlık, o uzun, o bitmez-tükenmez boşluğa. herkesin hakkında kendince bir şeyler söyleyip yine kendince haklı olduğu. ama aslında kimsenin hakkında hiçbir şey bilmediği. gerçekten kötü mü? şu yaşadığımız lanet yer daha mı güzel gideceğimiz yerden? bilmiyoruz. insanlık da ilk günden beri bilmediğini merak eder. ama ne kadar ilginçtir çok az kişi bu gerçeği merak edip ölüme gider. yaşam kimisine göre de bu kadar çekicidir işte. öyle ya, gerçekleşmesini bekledikleri hayalleri var. onları bekleyen güzel günler var. ölüm uzak olmalı bu insanlara, ölüm akıllarına bile gelmemeli. ama merak etmek de en insan yanımız...
bu merak adamı öldürür!
merak etmeye ben de korkuyorum. demek ki benim de hala gerçekleşmesini beklediğim bir şeyler var. dilim hiç bir hayalimin olmadığını söylese de.
şimdilik sadece merak ediyorum. türkü söyleyip, şiirler okuyup kahkahalarla gülemeye başladığım da merakım geçmiş olacak, biliyorum.