aslında korkmamak lazım çünkü herkesin ömrü farklı. kimse kimseyle aynı değil ki. bizi biz yapan birbirimizden farklı olmamız. ama tabii ki sağlığımıza dikkat edip hayatı, yaşamayı sevebiliriz. 101 yaşında ölümden korkan bir nine varmış ama ölmüş maalesef. https://www.google.com/ur...Vaw2E8QnjJvMAqKXBlZ4MnSgH
Ölümden değil de pişmanlıklarla dolu bir yaşamdan korkmak lazım. Kafada gerçekleşmeyen planlar, başkalarının sözleriyle geçirilmiş bir hayat, hiç beklenmedik bir ölüm...Bu yüzden insan en önce kendisi için yaşamalı.
Ölmekten değil de yaşlanınca yatağa bağlı olarak yaşamaktan korkuyorum. Babaannem ne konuşabiliyordu ne ayağa kalkabiliyordu. Vefat etti de kurtuldu. Kim ister öyle bir durumda yaşamak. Ona yaşamak denebilirse tabi.
Ölümden korkmuyorum diyenler o an ölüme yakin olmadiğindan veya öle kurguladiğindan bunu der.kimiside her an öleceğinin farkinda olduğundan korkar.yoksa ölümden korkmuyorum diyen vatandaşa biraz adranalin enjekte etsek kaninada nabzi azcik bi hizlansin bakalim korkuyormu korkmuyormu.
"Ölümden korkmaya gerek yoktur. O geldiğinde 'ben' olmayacağım, ben varken zaten ölüm yoktur." demiş Epiküros.
Sıklıkla kafa yorulanın aksine; ancak bir o kadar da doğru bulduğum bir yorum. Aslında biz ölmekten değil; bilinmezlikten, şüphelerimizden, algılayamadıklarımızdan ve ötenin bulanıklığından korkuyoruz. Bilincimizin ve benliğimizin yok olmasından, sanki hiç yaşamamış gibi karanlıkta kaybolup gitmekten korkuyoruz. Aslında korktuğumuz şey - öyle sanıyorum ki- ölümün kendisi değil.
Son olarak Cemil Meriç'in Jurnal'i ile bitirmek istiyorum:
"Ne kadar cesur olursak olalım, yokluk bizi ürkütüyor. iz bırakmadan silinmek, bir kurbağa gibi gebermek, bütün rüyalarımızla, bütün acılarımızla yok olmak... insan zekâsı bu kadar trajik bir sonu zor kabul ediyor."
ölümden korkum yok zira duygusal olarak ölüden farksızım bir insan boş duvara bakıp akşama kadar düşünecek yada boş boş bakacak hale gelmişse bilin ki ölümden korkmaz aksine onu ister.
Şunu bilelim ki kimse ölümden korkmuor ölümden korkmak die tabir ettiğimiz şey amellerimizden dolayı kabirde ve mahşerde bizi hoş karşılamayacak şeylerin oluşudur.
Şu milyar yıllık dünyada şanslıysan 80 yıl yaşıyacaksın ölüm ne ki ölsem 30 seneye hatırlayanın kalmayacak. Bu hepimiz için kaçınılmaz ve üzücü bir gerçek...
Kaldırımda yürürken araba kaldırıma cikacak yolda yürürken kafama tuğla düşecek biri yururken aniden beni bicaklayacak odamda uyurken dışarda rüzgârdan bişey firlayip odama giricek ev patlicak filan diye çok korkuyorum bu düşünceleri kafamdan atamiyorum.
acı çekmekten yahut sevdiklerimi bir daha görememe korkusu degil. ölümün tam bir belirsizlik olması beni korkutuyor..öldükten sonra yok olmak, bir daha bilinç sahibi olamama düşüncesi korkunç bir şey..
içgüdüsel bir duygudur.
Ya onu sevmeyi öğrensek? Sevdiklerimiz, sevmediklerimiz, gelen, geçen her şey onu tadıyor. Sevmeyi denesek? Hiç değilse olduğu gibi kabul edip baksak ona? Tanrı var veya yok hiç önemli değil. Yaşayamadığımız bir o var. Onu yaşarsak geri kalan hiçbir şeyi yaşayamayacak kadar büyük bir eylem. Kudretine, fikretine hayran kalsak? Her an her şey olabiliyor. O kadar yakınsa bize, biz de ona sarılsak? Belki de her şey daha farklı olurdu. Belki.