bir insanın nefes almaması ve kalp atışlarının durması alışıldık bir durum değildir. alışılan şeylerin bir süre sonra varlık göstermemesi en üzücü durumlardan biridir. bu yüzden bir daha atmayan bir kalp ve nefes alıp vermeyen birini görmek dünyanın en acı şeyidir. en alışılmış şeyin -hayatın- sona erişidir. fakat, her şeyin sona erişi değildir: hem kalanlar kaldığı yerden devam eder hem de ölenler...
insana hep çok uzakta gibi görünen ama aslında bir adım kadar,saniyeler kadar yakınında durandır ölüm. geldiğinde ise hep erkendir ölüme,yaşama ise hep geç kalınmıştır sanki. yasaması gereken bi çok şey kalmıştır ardında gidenin.
" insanların çoğunun hayatı öylesine sefil, öylesine önemsizdir ki, öldükleri zaman herhangi bir şey kaybettikleri söylenemez. Bu çeşit kimselerde, değerli bir nitelik taşıyan biricik yan, yani insanlığın genel özellikleri ise, onlar ölseler bile, öteki insanlarda var olmaya devam eder. Devamlılık, bireylerin değil, insanlığın bir özelliğidir. insana sonsuz bir hayat verilmiş olsaydı, durmadan yaşayacağı için, en sonunda karakterinin değişmezliği ve sınırlı zekasından ötürü, öyle bir yeksenaklık duygusuna kapılacak ve öyle tiksinecekti ki, sonunda hiçliği tercih etmek zorunda kalacaktı. Bireyin ruh ölümsüzlüğünü istemek, bir yanılgıyı sonsuz olarak tekrarlamayı istemekle birdir. Çünkü aslında her birey, özel bir yanılgı, zavallı bir şey ve varolmaması gereken bir varlıktır. Ve hayatın gerçek amacı, bizi bundan kurtarmaktır. Bunu açıkça gösteren şey, bir çok insanın, hatta bütün insanların, hayal ettikleri bir dünyada olsalar bile, mutluluğa ulaşamayacak bir biçimde yaratılmış olmasıdır. Hayal ettikleri bu dünya, düşkünlük ve acıdan sıyrılmış olsa, cansıkıntısının avucuna düşecekler ve can sıkıntısından kaçabildikleri ölçüde de düşkünlüğe, acılara, sıkıntılara yeniden yöneleceklerdir. Demek ki, insanı daha iyi bir duruma ulaştırmak için, onu daha iyi bir dünyanın içine yerleştirmek yetmez; asıl yapılması gereken iş, onu tepeden tırnağa değiştirmek ve o ana kadar ne ise, artık öyle olmamasını sağlamaktır.Bütün hayat etkinliklerinin sona ermesi, bu etkinliği sürdüren gücün bir yük altında kurtuluşu gibi görünüyor. Ölülerin yüzlerinde görülen o yumuşak durulmuşluk, belki de bunu dile getirmektedir."
" Köpeğinize bakın: ne kadar uysal, ne kadar uslu değil mi? Bu köpek, yeryüzüne gelene kadar, binlerce köpeğin ölüp gitmesi gerekti. Ama bu binlerce köpeğin ölümü, köpek idea'sına hiç dokunmadı bile. Bu idea, onların ölümleri ile kararmadı. Köpeğinizin, sanki bugün dünyaya gelmiş gibi canlı ve diri olması ve hiçbir zaman ölüp gitmeyecek gibi görünmesi bundan ötürüdür. Onun gözlerinde, varlığında taşıdığı ölümsüz ilke yani archeus pırıldamaktadır. Peki binlerce yıl içinde ölüm neyi ortadan kaldırdı? Ölüm köpeği ortadan kaldırmadı. Çünkü köpek, işte şurada gözlerinizin önünde ve kılına bile dokunulmamış halde duruyor. Ölümün yokettiği şey, bilincimizin güçsüzlüğünün, ancak zaman içinde algılayabildiği biçimi ve gölgesidir onun."
Hayatın kısa rüyasına karşılık, sınırsız zamanın gecesi ne kadar uzun!
bazen bir kurtuluş bazen ise kötü bir son..gelir bulur bir gün mutlak..işte bu zamansızlık korkutur insanları..ölünce sevenler bir müddet hatırlar sonra onlar da alışırlar..arkasında eser bırakmadıysa insan asıl o zaman ölmüştür
gafil olma sen de bırak bir eser
sen ölünce yerinde yeller eser..
nerede,ne zaman,hangı sartlarda yakalayacagı belli olmayan bazen er bazende geç gelen bizleri zaman zaman üzen zaman zaman da yaralayan içimizde koskocaman bir yara açan durum.
hayat denen ve kimilerinin şah, kimilerinin de piyon olduğu bu boktan düzenin son bulduğu andır. oyun bitmiştir ve bütün taşlar şah, piyon denmeden aynı kaba (tabuta) konmuştur.
Hepimizi bekleyen son ölüm. Ötesinde köy olmayan köy. Dönüş bileti satılmayan yolculuk. Bazen davetsiz bir misafir ölüm. Tek gerçek belkide, tek ve en gerçek şu yalan dünyada. Gözlerin kapanıp, gönüllerin görmeye başladığı yer ölüm.
Hayata format atmak ölüm. Hayatın yeni versiyonunu yüklemek belkide. Doğru ile yanlış karışımının ayıracı ölüm. Saklambaçtaki ebe ölüm, gün gelip saklandığımız yerde bizi bulacak olan.
Aktivasyon maili misali ölüm. Son değil başlangıcın ta kendisi ölüm. hayatın modunu görme zamanı ölüm. çaylaklığın sona ermesi belkide. Tek taraflı kapakçık ölüm. seçici geçirgen zar misali yalanı, yanlışı, malı, mülkü içeri almaz ölüm. nedir ne değildir bilmem ama çok hoş bir şey şu ölüm.
ölüm buydu işte. sen ölürdün ve o çok önemsediğin, içinde varolabilmek için ömrünü harcadığın koskoca dünya, ardından bir çizgi film sesiyle haykırırdı: ''güle güle,sen bir hiçtin'' suyun yeni açılan bir boşluğa doluvermesi gibi, hayat da senin eksildiğin yeri kaplayıverirdi. Bazen söylediği tek kelimeyi önemseyip büyüttüğümüz birinin ölümü o kadar etkilemezdi bizi.Ne de olsa söylendiği sözde biz vardık ama ölümünde yoktuk. ''vah vah'' der geçerdik, ''akşama ne yiyelim?''
Hande Altaylı
dünyaya gelen yeni doğmuş bir bebeğin ağlayarak gelmesi ve ölüm acısı o kadar benzer şeylerdir ki. Aslında bu iki olay arasında geçen ömürde kişinin cüssesine sıkıştırılmış ruh, kişiyi sürekli sıkıntılara, üzüntülere, mutluluğa, açlığa, felakete, bolluğa berekete, susuzluğa, hastalığa sürüklemiş ve o cüsse üzerinde ruh hareket alanı ve kabiliyeti bulmuştur. o zaman ruh bütün bu olanları cüsseye yaşatıyorsa ruhun vücuttan ayrılması (ölüm) cüsseyi rahatlatacak ve aslına döndürecektir. çünkü ruh ve ceset ait oldukları dünyalarına gönderilmiştir. önemli olan ölsek de entrylerimizle yaşamaktır...