ölüm üzerine yazılmış en güzel şiir

    7.
  1. Ölüm güzel şey budur perde ardından haber
    Hiç güzel olmasaydı olürmüydü peygamber.
    6 ...
  2. 5.
  3. en güzel mi bilemem ancak baya güzel bir sezai karakoç şiiridir.

    Anlatacaktım ölümlerini bir sonbahar eşliğinde
    Bir kış güneşliğinde
    Fakat baktım bu ölüm değil diriliştir
    Tabiatı aşan bir bildiriştir
    Ne güz ne sarı renk bu göçü anlatır
    Bu kan rengi bu kıpkızıl öçü anlatır
    Görünüşte kırmızı gerçekte yeşil
    Görünüşte öç hakikatte değil
    Faninin sonsuzla barışması
    Affın mağfiretle yarışması
    Yaprağın düşüşü değil bu toprağa
    Bir yıldırım çarpışıdır dağa
    Sonbahar değil ilkbahardır
    Ölümden sonra ölümsüz hayat vardır
    Bulutlar açılır güneş çıkar
    Yağmur taneleri inci tanelerine dönüşür
    Deniz çalkanır saçar ortaya hazinesini

    Anladım onlar ölmediler
    Ölüm adına
    Ölüm maskesini takınarak
    Dönüştüler bir ışığa

    ölüm ( leyla ile mecnun)
    5 ...
  4. 15.
  5. … işte günlerden bir gün elâ gözlüm,
    yeni bir başlangıçla bitecek ömrümüz.
    amenna ve sadakatna,
    bari hoşça geçse günümüz…

    hangisine tasa edeceğiz, şaştık.
    “ölüm derdi, kalım derdi” derken
    dimyata pirince giden misali,
    yolun ortasına ulaştık…

    ölüm bir hatıra gibidir insanda;
    kâh hatırlanır, kâh unutulur.
    fakat bir gün, bir gün nihayet
    gözle görülür elle tutulur…

    şimdi taştan çıkardığım ekmekle,
    çorba içmekteyiz sıcak sıcak.
    fakat yarın kim diyebilir ki turgut,
    hatıra olmayacak?..

    unutmak istiyorum zaman zaman,
    ne yapsam, ne etsem olmuyor,
    kabulleniyorum,
    kabulleniyorum da -gelgelelim-
    içim içimi yiyor…

    nasıl ki, unutamaz insan
    bir kez gerçekten sevdi mi...
    senin anlayacağın elâ gözlüm şimdiden
    alıştırıyorum kendimi…

    işte ben hep böyle garip mahzun,
    bir şey beklermişçesine yaşıyorum.
    bazen öyle günlerim oluyor ki, elâ gözlüm,
    ne oldu, nasıl bitti şaşıyorum..

    bazı bilmem, gün nasıl başladığında,
    kayıp kayıp gidiyor dünya bıkkın bakışlarımdan.
    yaşıyorum, yaşıyorum da bitmiyor,
    bir tutam sakız oluyor ağzımda zaman..

    yaşamak ne kadar çekilmez gelse de ara sıra.
    bu görmek, bu sevmek, bu aziz sıcaklık tende.
    bu bir nimet, bu bir nimet, bu elâ gözlüm,
    bu yaşamak bir şiir; harikulâde.

    sen ki, saçından tırnağına kadar
    bir hürriyete bedelsin,
    bu ılık saçlar, bu gözler; fakat her şeyden önce
    yaşadığın için güzelsin..

    işte böyle yeşil bulutlar misali senelerce,
    oradan oraya elinde kaderin.
    kimbilir kaç kere üstünden geçtim,
    şarkılar söyledim karşısında
    bir gün bana mezar olacak yerin...

    gerçi şimdi çağımız değilse de elâ gözlüm,
    bu bir kötü tecelli ki, nasıl diyeyim.
    bir gün bir kara gölge görürsen gözlerimde
    akşamsa beni uyut...
    bir nefis sabahsa eğer, ölümü
    ellerin ellerimde bekleyeyim...

    turgut uyar
    4 ...
  6. 1.
  7. HER ŞEY YERLi YERiNDE
    Hiçbir şey değişmeyecek o gün,
    Göçüvereceksin bu insan kalabalığından.
    Gelmemiş gibi olacaksın dünyaya.
    Sanki bu odada sen oturmadın.
    Sen giymedin bu elbiseyi.
    Ağlamadın,
    Gülmedin,
    Yemedin bu ağacın meyvasını.
    Bütün maceran;
    Bir varmış,
    Bir yokmuş.


    Nahit Ulvi AKGÜN.
    3 ...
  8. 16.
  9. Apansız uyanırsan gecenin bir yerinde.
    Gözlerin uzun uzun karanlığa dalarsa.
    Bir sıcaklık duyarsan üşüyen ellerinde.
    Ve saatler gecikmiş zamanları çalarsa.
    Bil ki seni düşünüyorum.

    Gecelerden bir gece uyanırsan apansız.
    Uzaklarda elemli garip bir kuş öterse.
    Bir ceylan ağlıyorsa dağlarda yapayalnız.
    Ve bir gün kabrimde bir sarı çiçek biterse.
    Bil ki seni seviyorum.

    Ümit yaşar oğuzcan.
    2 ...
  10. 15.
  11. Dostlarım, toplanın öldüğüm zaman;
    Riyayı, o günluk bir yana atın!
    Tutunuz tabutumun bir kenarından;
    Bir derin çukura beni fırlatın!
    Kalınca büsbütün sizden uzakta,
    Vücudum çürürken kara toprakta,
    Uzanın rahatça sıcak yatakta
    Yaşamak gururu içinde yatın!

    Yüzyüze getirmez bizi asırlar,
    Meydana vurulsun saklanan sırlar
    Sayılsın şahsıma ait kusurlar.
    Korkmayın içine yalan da katın!

    Anlayım: Kimlermiş dost sandıklarım;
    Muhabbetlerini kıskandıklarım?
    Anlayım: Ne boşmuş inadıklarım;
    Şu yalan hayatı bana anlatın!

    Dostlarım, anmayın artık adımı!
    Siliniz gönülden eski yadımı!
    Kırınız, sonuncu itimadımı:
    Ölünce bir daha beni aldatın!

    2. Tabut şiiridir.

    Tahtadan yapılmış bir uzun kutu;
    Baş tarafı geniş, ayak ucu dar.
    Çakanlar bilir ki, bu boş tabutu,
    Yarın kendileri dolduracaklar.

    Her yandan küçülen bir oda gibi,
    Duvarlar yanaşmış, tavan alçalmış.
    Sanki bir taş bebek kutuda gibi,
    Hayalim, içinde uzanmış kalmış.

    Cılız vücuduma tam görünse de,
    içim, bu dar yere sığılmaz diyor.
    Geride kalanlar hep dövünse de,
    insan birer birer yine giriyor.

    Ölenler yeniden doğarmış; gerçek!
    Tabut değildir bu, bir tahta kundak.
    Bu ağır hediye kime gidecek,
    Çakılır çakılmaz üstüne kapak?
    2 ...
  12. 11.
  13. neylersin ölüm herkesin başında.
    uyudun uyanamadın olacak.
    kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
    bir namazlık saltanatın olacak,
    taht misali o musalla taşında.

    cahit sıtkı tarancı/otuz beş yaş
    1 ...
  14. 4.
  15. Kahramanlar ölür
    yurdu yaşatmak için.
    2 ...
  16. 3.
  17. ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin...
    Savaş sloganlarımız kulaktan kulağa yayılacaksa
    silahlarımız elden ele geçecekse ve başkaları mitralyöz sesleriyle,
    savaş ve zafer naralarıyla cenazelerimize ağıt yakacaklarsa
    ölüm hoş geldi, safa geldi...
    1 ...
  18. 2.
  19. (bkz: yine ölüme dair) (bkz: nazım hikmet)

    ÖLÜME DAiR
    Buyrun, oturun dostlar,
    hoş gelip sefalar getirdiniz.
    Biliyorum, ben uyurken
    hücreme pencereden girdiniz.
    Ne ince boyunlu ilâç şişesini
    ne kırmızı kutuyu devirdiniz.
    Yüzünüzde yıldızların aydınlığı
    başucumda durup el ele verdiniz.
    Buyrun, oturun dostlar
    hoş gelip sefalar getirdiniz.

    Neden öyle yüzüme bir tuhaf bakılıyor?
    Osman oğlu Hâşim.
    Ne tuhaf şey,
    hani siz ölmüştünüz kardeşim.
    istanbul limanında
    kömür yüklerken bir ingiliz şilebine,
    kömür küfesiyle beraber
    ambarın dibine...

    Şilebin vinci çıkartmıştı nâşınızı
    ve paydostan önce yıkamıştı kıpkırmızı kanınız
    simsiyah başınızı.
    Kim bilir nasıl yanmıştır canınız...
    Ayakta durmayın, oturun,
    ben sizi ölmüş zannediyordum,
    hücreme pencereden girdiniz.
    Yüzünüzde yıldızların aydınlığı
    hoş gelip sefalar getirdiniz...

    Yayalar-köylü Yakup,
    iki gözüm,
    merhaba.
    Siz de ölmediniz miydi?
    Çocuklara sıtmayı ve açlığı bırakıp
    çok sıcak bir yaz günü
    yapraksız kabristana gömülmediniz miydi?
    Demek ölmemişsiniz?

    Ya siz?
    Muharrir Ahmet Cemil?
    Gözümle gördüm
    tabutunuzun
    toprağa indiğini.

    Hem galiba
    tabut biraz kısaydı boyunuzdan.
    Onu bırakın Ahmet Cemil,
    vazgeçmemişsiniz eski huyunuzdan,
    o ilâç şişesidir
    rakı şişesi değil.
    Günde elli kuruşu tutabilmek için,
    yapyalnız
    dünyayı unutabilmek için
    ne kadar çok içerdiniz...
    Ben sizi ölmüş zannediyordum.
    Başucumda durup el ele verdiniz,
    buyrun, oturun dostlar,
    hoş gelip sefalar getirdiniz...

    Bir eski Acem şairi :
    «Ölüm âdildir» — diyor,—
    «aynı haşmetle vurur şahı fakiri.»

    Hâşim,
    neden şaşıyorsunuz?
    Hiç duymadınız mıydı kardeşim,
    herhangi bir şahın bir gemi ambarında
    bir kömür küfesiyle öldüğünü?...

    Bir eski Acem şairi :
    «Ölüm âdildir» — diyor.
    Yakup,
    ne güzel güldünüz, iki gözüm.
    Yaşarken bir kerre olsun böyle gülmemişsinizdir...
    Fakat bekleyin, bitsin sözüm.
    Bir eski Acem şairi :
    «Ölüm âdil...»
    Şişeyi bırakın Ahmet Cemil.
    Boşuna hiddet ediyorsunuz.
    Biliyorum,
    ölümün âdil olması için
    hayatın âdil olması lâzım, diyorsunuz...

    Bir eski Acem şairi...
    Dostlar beni bırakıp,
    dostlar, böyle hışımla
    nereye gidiyorsunuz?
    2 ...
© 2025 uludağ sözlük