ölüm yok oluştur

entry82 galeri12
    31.
  1. ölümün, var oluşun tam tersi olduğunu iddia eden cümle.

    ölüm bir yok oluştur. fakat bilim ,ölüm sonrası hayat vardır yokturla şuan için ilgilenmez. daha çok tin,tanrı , ölüm sonrası konular teolojinin alanıdır. yani " bilimde böyle şeyler yoktur hede hödösü" talihsiz ifadelerdir. elbette bilim bunu araştırmaz fakat bilimin araştırmadığı konu otomatikman "yok" statüsünde değildir. sizler öyle bir konuşuyorsunuz ki sanki bilim ölümden sonra hayat var mı yok muyu araştırdı deney-gözlem yaptı ve olmadığı sonucuna vardı. böyle keyfi bilim tanımlaması yapmamak gerekli. bilimin alanı var olan evreni (pozitif bilimlerden bahsediyorum) açıklamaktır. ölüm sonrası hayat vardır demek ne kadar bilimsel! ise ölüm sonrası hayat yoktur ifadesi o kadar bilimseldir!.

    edit: anlamayanlar olacaktır. ölüm sonrası hayat var mı sorularının cevapları felsefidir.
    1 ...
  2. 30.
  3. ölüm döngünün devamıdır. kimbilir parçalarımız nerelere gidecek.

    ulan ne kadar egoist insanlarsınız ya, yeniden uyancaz falan. lan uyanma yetmedi mi kaç senedir yaşıosun zaten.
    1 ...
  4. 29.
  5. 28.
  6. ölüm bir yok oluş değil yeni bir hayatın başlangıcıdır.
    1 ...
  7. 27.
  8. 26.
  9. bildiğin bir sik bildiğimiz yok amk. dünyadaki gerçekliğe bakıp 1 saniyeliğine düşünün lütfen. insanların çıldırdığı bir şey, diyanete o kadar bütçe ayrılması, eğer yok oluşsa bildiğin dünyayı kendimize zindan etmiş olucaz.

    en basitinden 11 eylül saldırılarını izledim. aşağı atlayan insanlar vardı orada, 911'i aramış yardım istiyor. saf acı, hangi yaratıcı yarattığı varlığa böylesine acı çektirir. bildiğiniz bir şey bilmiyoruz. elle tutulur bir şey yok elimizde. belki çocukluğumuzdan gelen saf sevgiyi korumayı başarabilseydik saçma saçma hareketler yapmazdık.

    nelere üzülüyorum ben be. ah bide sürekli kalabilsem şu modda, keşke hep farkında olabilsem ne kadar küçük, yalnız ve terkedilmiş olduğumuzun. kum tanesi bile değiliz lan evrende, biz neyiz amk. şaka gibi lan ölmek falan, ne kadar sıradan geliyor demi. belki her şeyin cevabı oradadır. bazen kendimizi çok kaptırıyoruz bu dünyaya onu yapmayın işte, sakın ola yapmayın.
    2 ...
  10. 25.
  11. Materyalist düşünce hiçbirşeyin yoktan var, Vardan yok olamayacağını savunur. Ve siz bu düşünceyi savunduğunuz halde ölüm yok oluştur diyorsunuz. Sizce de hoş bi çelişki değil mi?
    1 ...
  12. 24.
  13. ölüm, bir geçiş formudur. her yok oluş başka bir var oluşa gebedir.

    öyle ki bir insan öldüğü zaman farklı bir boyuta geçerken bedenin durduğu dünya da ise yaşamından farklı bir şekilde can buluyordur.
    0 ...
  14. 24.
  15. kimse ölüp dirilmediği için asla bilinemeyecek olandır ölümden sonrası. ama tahminimce yok oluştur. Sonsuza dek. işte o haldeyken de son hatıramız yok olduğunda hiç doğmamış olucaz.
    0 ...
  16. 23.
  17. 22.
  18. Ölümü, gelmiş geçmiş en yararsız ve kötü şey olarak nitelendiren ve ona
    olumlu bir anlam yüklenmesini eleştiren düşünürler de vardır. Örneğin dünyadan
    ayrılmanın etkisini yumuşatan dinsel anlayışları olduğu kadar, ölüme özel bir
    anlam yükleyen, bir ‘ölme sanatı’ olanağını savunarak ölüme olumlu bir rol veren
    tüm felsefi anlayışları reddeten E. Canetti, ölümü varoluşun başlıca belası,
    çözümsüz ve akıl ermez bir şey, her şeyin sonsuza dek bağlanıp içinde kıstırıldığı
    ve hiç kimsenin kesmeyi şimdiye dek göze alamadığı düğüm olarak görmüştür.
    Ona göre ölüm, anlamlı olamaz ve olmamalıdır.

    Ölüme yönelik farklı yaklaşımlar söz konusu olsa da, ölüm gerçeği ister
    istemez insanın dikkatini kendi üzerine yönelterek, ‘Yaşam ile ölüm arasındaki
    ilişki nasıl anlaşılmalıdır?’ ‘Ölümün etkisi yaşamı anlamdan yoksun bir serüven
    haline getirmesinden mi ibarettir yoksa ölüm bir anlamlılık kaynağı mıdır?’ gibi
    varoluşsal nitelikteki sorularla kişiyi karşı karşıya getirmekte ve insan olmanın
    paradoksunu gözler önüne sermektedir: ‘Ölüm gerçeği’ ile ‘ölüme karşı koyma’
    arzusu.
    1 ...
  19. 21.
  20. Ölüme karşı koyma, öncelikle insana özgü tasarı ve projeleri hayata geçirip
    bir tür ölümsüzleşebilme arzusu şeklinde olabilir. Eğer ‘ortalarda olmama’,
    ‘gözden kaybolma’, ‘unutulmuş olma’, insana acı veriyorsa; ölmek, ama
    unutulmamak, yaşarken kalıcı projeleri hayata geçirmekle, ölümsüz eserlere imza
    atmakla mümkün olabilecektir. Diğer taraftan ölüme karşı koyma, bir bakıma
    ölümü reddetme öncelikle onun sizin başınıza gelebileceğine inanmamak şeklinde
    de olabilir. Başka bir deyişle insan, gündelik yaşamın sorunlarına odaklaşarak
    ölümü bir başkası için kolayca kabullenirken, kendisi adına onu cesaretle
    kabullenme sorumluluğundan uzaklaşabilme eğiliminde olabilir. Hatta ölümden
    duyulan korku, ölmüş olanın bir başkası olmasından duyulan memnuniyete bile
    dönüşebilir. Oysaki insan, kendi ölümünü kabullenme cesaretinden yoksun olsa da,
    Heidegger’in Rilke’den yaptığı aşağıdaki alıntılamada da görüleceği üzere, yaşam
    ile ölüm arasındaki bütünsel ilişkinin göz ardı edilmemesi, yaşam ile ölümün
    bağlaşık bir biçimde anlaşılması gerekir. Zira Heidegger’e göre, her daim mevcut
    olan bir olanak olarak ölümle ilgilenen kişi, yaşamında sahte ve aldatıcı
    anlayışlardan kolaylıkla uzaklaşacaktır.
    Ay gibi kuşkusuz yaşam da bizden sürekli yüzünü çeviren bir yana sahiptir ve
    bu, yaşamın karşıtı değildir, ama Varlığın mükemmelliğine, doluluğuna gerçekten
    bütün ve tam…küresine tamamlanmasıdır. Ölümün sevilmesi gerektiğini
    söylemeyeceğim; ama yaşam öyle bir yüce gönüllülükle ve tüm yanlarıyla
    sevilmelidir ki (yaşamın başka yöne bakan yarısı olarak) ölüm, gönüllü bir şekilde
    daima…sevilsin. Ölümün bize yaşamın kendisinden sonsuzca daha yakın durması
    düşünülebilir bir şeydir.
    1 ...
  21. 20.
  22. Çünkü ölümlü olduğunu bilen insan, doğumu ile ölümü arasındaki kısa süre
    içerisinde kendini gerçekleştirme, projelerini hayata geçirme durumunda olan bir
    varlıktır. (Soll, 2006, s.68)
    Varlığımızın olumsallığını, kişisel varoluşumuzun bu temel bilmecesini en iyi
    dile getiren düşünürlerden biri olan Pascal, “Geçmiş ve gelecek sonsuzluk içinde
    yutulan kısacık yaşamımı düşündükçe, hatta benim bilmediğim ve beni bilmeyen
    uzayların sonsuz büyüklüğü içinde kaybolan kapladığım küçücük uzayı gördükçe
    dehşete kapılıyorum ve orada olmaktan çok burada olmama şaşırıyorum” (Bauman,
    1992, s.32) derken Heidegger, öleceğimizi bildiğimiz için, zamanı gerçekten
    bildiğimizi söylemektedir. Dasein’ın (insan varoluşunun) varlığı ‘ölüme-doğruoluş’
    olarak anlaşılması gereken bir varlık olduğu için, zamanı ölümle
    ilişkilendirerek kavramıyor olsaydık, zaman bizim için sadece saatin bir hareketi
    haline gelip, insani olmaktan yoksun olurdu. Oysaki Dasein, ölüme doğru yol
    alırken zamanın ufkunda kendi ontolojik varoluşunu gerçekleştirebilmektedir.
    Diğer bir deyişle, ölümlü bir varlık olan insan, hem öncesi hem de sonrası
    itibariyle zaman dışındadır. Bu durumda onun varoluşunu gerçekleştirme serüveni
    bir bakıma ‘henüz-değil’ ile ‘artık-değil’ arasında yer almaktadır. (Solomon, 2006,
    s.327) insan, kendini gerçekleştirme yolunda projeleri olan bir varlıktır ve projeleri
    geleceğe yönelir. Ölüm ise, gelecek ile ilgili tasarılarımız açısından özel bir öneme
    sahiptir. Çünkü kişinin kendi ölümü, tüm olanakların olduğu gibi en görkemli
    projelerin de sonu anlamına gelir.
    Dolayısıyla tüm olanakları sonlandırdığı için, insanın yaşam süresinin önemi
    olmaksızın ölüm, yüz yaşında gelse bile ‘her seferinde zamansız’ olarak
    nitelendirilir ve insana acı verir.
    Öte yandan ölüm, insan aklının sınırlarını zorlayan bir olgudur. “Aklın ölüm
    problemine herhangi bir cevabı yoktur.” (Barrett, 2003, s.149) Akıl, seçenekleri
    değerlendirmek durumunda olduğumuzda bize kılavuzluk yapabilir, fakat ölüm
    gerçeği bize seçim yapma şansı vermemektedir. Bu sebeple ölüme ilişkin kavrayış
    “aklın en büyük yenilgisidir.” (Bauman, 1992, s.29) Yani zihinsel olarak ölümü
    anlamak mümkün değildir. Akıl, ölümü-ölümü nasıl bir şey olarak bildiğimizi
    değil-düşünemediği için, ölüm düşüncesi terim bağlamında bir çelişkidir ve çelişki
    olarak kalmak durumundadır. Daha açık bir ifadeyle, ölümü düşünmek, düşüncenin
    bir bakıma kendi kendisine karşı koymasıdır. Düşüncenin kavrayamadığı tek şey
    kendi varolmayışı
    *
    olacaktır. O halde ölümü anlamak,
    onu zihinsel olarak değil, varoluşsal olarak yaşanan, bilinen bir ilişki olarak
    anlamak demektir. Ancak ölümü bizzat yaşayan insanın ise, yaşadıklarını
    diğerlerine ulaştırma ve onlarla paylaşma imkânı hiçbir zaman olmayacaktır.
    Böylece başkalarının ölümüne dair gözlemlerimiz sebebiyle zihnimizde ölüm
    hakkında bir fikir olsa da, kendi ölümümüzü zihnimizde canlandırmamız dahi
    mümkün değildir. Freud’un da vurguladığı üzere, kendi ölümümüzü hayal ederek
    anlamaya ve kurgulamaya her kalkıştığımızda kendimizi aslında bir seyirci
    konumunda buluruz. (Bauman, 1992, s.25)
    Ölümün kaçınılmazlığından, dünya üzerinde gelip geçici oluşumuzdan daha
    rahatsız edici, kaygı verici bir durum yok gibi görünse de Epikuros, ölümün tam bir
    kayıtsızlık sorunu olarak ele alınması gerektiğini düşünür. Çünkü ona göre, ölüm
    geldiğinde ben burada olmayacağım ve deneyimlemeyeceğim için, ölüm korku ve
    endişesi gereksizdir. Ona göre, ‘ben varken ölüm yoktur; ölüm olduğunda ise ben
    varolmayacağıma göre, ölüm ne ölüyü ne de yaşayanı etkilemeyecek olan, kayıtsız
    kalınması gereken bir durumdur.
    1 ...
  23. 19.
  24. Yoktan birşey var edemiyorsak. Ayni zamanda Vardan da bir şeyin yok olmaması lazım. Fakat ölüm yok oluştur diyorsunuz. Güzel bir çelişki. Ayrıca ortada herhangi bir sorun olduğunu sanmıyorum. Siz kendi dusuncnizi özgürce ifade ediyorsunuz biz de kendi özgür dusuncemizi ifade ediyoruz. Kimseyi inandırmaya calismiyorum. Bu sizin hür iradeniz tabiki.
    1 ...
  25. 18.
  26. insan yaşamları ölümün merkezi bir rol oynadığı yaşamlardır. Diğer canlılar
    için ölüm, bir ‘telef olma’ olarak değerlendirilebilirken, insan için ölüm, özel bir
    anlama sahiptir. Bilen ve ‘ne bildiğinin bilincinde olan bir varlık’ olma
    özelliğindeki insan için ‘sonlu varoluş’ ya da ölüme dair bilinç en sarsıcı
    farkındalık halidir. insanın ölüme yönelik bu bilinçli farkındalığı nedeniyle,
    felsefenin temel ilgisinin ölüm olduğuna, insanın ölümü anlaması ve kendini ona
    hazırlaması, ‘ölümü öğrenmesi’ gerektiğine dikkat çeken klasik bir yaklaşım
    vardır. Ancak ölüm problemi, çağdaş felsefi ekoller arasında varoluşçu felsefenin
    dışında, felsefi tartışmalarda gerektiği yeri alamamış, çoğu kez yan bir konu olarak
    değerlendirilmiştir. Varoluşçu felsefenin ilgisi var olana ya da var olanın
    “varoluşuna dönüktür.” Söz konusu felsefe, genellikle
    zihinsel eğitimimizin bir sonucu olarak bireylerin ortaklaşa özelliklerine dikkat
    çeken ‘tipleştirmeye’ yönelik yaklaşımları reddederek, bireylerin kendilerine özgü
    olan, ‘biriciklik’ gösteren yönlerini ön plana çıkarır.
    Başka bir deyişle, ‘ben bir insanım’ dediğimde ben-ım ifadesi benim
    varoluşumu, insan yüklemi ise, benim ne tür bir varoluşla varolduğumu ifade
    etmektedir.
    Varoluşçu felsefe, insanı bireysel orijinalitesi ve
    somut tecrübeleri ile ‘kendine özgü’ bir varlık olarak değerlendirme, somut olana
    dönme, soyutlamalar, kavramlaştırmalardan uzaklaşma eğilimindedir. Soyut
    düşüncenin, insanı varoluş yolundan uzaklaştıracağı fikriyle yola çıkan varoluşçu
    filozoflar için insan yaşamının anlamlılığına katkıda bulunması ya da -farklı bir
    bakış açısıyla- insan yaşamının anlamsızlığına dikkat çekmesi ve onun
    değersizliğini gösterebilmesi açısından en temel problem ölümdür. Kişinin kendi
    ölümüdür. Dışımızdaki nesnel ya da kamusal anlamıyla değil, bizzat kendi
    ölümümüz.
    1 ...
  27. 17.
  28. Bütün günler ölüme gider, son gün ölüme ulaşırız.
    sadece ruhun ölmedi yerdir ölüm.
    1 ...
  29. 16.
  30. 15.
  31. islam vahiy yoluyla gelmiştir evet. Tüm ilahi dinlerde olduğu gibi. Gelen vahiy bilimsel gerçeklikleri desteklemektedir. Bugünki teknolojiyle ancak açıklanabilen bilimsel gerçekler nasıl olur da 1400 yıl önce bir kimse tarafından yazilarbilir?

    Ayrıca insanlar arasındaki farkin sebebi nedir? insanlar neden farklı zevklere sahiptir? Madem ki insan hormonal bir düzende neden duygular farklı? Neden birini sevdigimizde o bizi sevmez? Ya da birinin sevdiğini biz neden sevmeyiz?
    3 ...
  32. 14.
  33. 13.
  34. Daha yaşamı bilemiyoruz, ölümü nasıl bilebiliriz ki?
    ölümü nasıl açıklıyabiliriz"ki.
    1 ...
  35. 12.
  36. ruh diye bir şey yoktur... cennet cehennem denilen şeylerde yoktur... bu yüzden beyin ölümünüz gerçekleştiğinde varlığınızda sonsuza kadar son bulur... ölüm bir yok oluştur, ölümün ötesi yokluktur, bilinçsizliktir...
    2 ...
  37. 11.
  38. Bunu söyleyenler varoluşuda tesadüfe bağlar ne kadar bilimsel değilmi.
    1 ...
  39. 10.
  40. Mevz-u bahis duyguları açıklamak değil. Duyguları yaşamaktır. Evet istediğini dile getirebilirsin ama yüreğindeki duygu bellidir. Eğer insan yalnızca maddeden olussaydi yalnızca mantıklı şeyleri düşünürdü. Bu durumda korku neden var? Herşeyin mantıklı bir açıklaması varsa insan korkmamali.
    1 ...
  41. 9.
  42. Aşkı, sevgiyi, özlemi vb. Duyguları dahi madde temelli açıklamak. Bu duyguların sebebinin hormonlar olduğunu söylemek. Gerçek bir saçmalık. Gerçek bir ahmaklıktır. Her olayı madde ile açıklama çabasının içsel bir boşluktan kaynaklandığını sanıyorum. Bu gibi insanların kalpleri bir metal parçası misali
    1 ...
  43. 8.
  44. bilinmeyen birşey hakkında en fazla tahminde bulunabilirsin bu da bir tahmin.
    2 ...
© 2025 uludağ sözlük