dostoyevskinin 1849'da gönderildiği sibirya sürgününden sonra 1861-1862 yılları arasında vremya adlı dergide yazdığı ölüler evinden anıları, hapishane hayatında geçirdiği günlerini anlatır.
dostoyevski kendisini "alexander petroviç" olarak ifade eder. dönemin rusyadaki sürgün hayatının içinde bulacağınız bir roman.
roman'da soylu mahkumlar ile köle olan mahkumlarin arasindaki ilişki önemli bir yer tutar.
Dostoyevski'nin 1862 de yayınlanan romanı.
Petroviç'in kıskançlık sebebiyle karısını öldürmesini ve 10 yıl sibirya'da kürek cezasına çarptırılmasını konu alır.
Dostoyevski kendi sürgün anılarını da en ince detayına kadar anlatır bu kitapta. Rus Çarı bu romanı okurken hıçkıra hıçkıra ağlamıştır. Diğer dosto romanlarında olduğu gibi Çok derin psikolojik tespitler içerir.
* insan her şeye alışan bir yaratıktır. Sanırım bu onun en iyi niteliğidir.
* boğazına ip geçirilmiş hangi zengin, tek bir nefes için milyonlarını feda etmez?
* bir katilden daha cani insanlar gördüm. Umudumuzu öldürenleri gördüm.
dostoyevski bu eserinde okuyucuyu sibirya'nın ortasında bulunan bir hapishaneye götürüyor. okuyucu, adeta gerçek bir mahkum gibi, hapishanenin manevi ağırlığını ilk başlarda doğrudan hissetmiyor fakat dostoyevski sizi öyle ilmek ilmek işliyor ki, siz de birkaç sayfa sonra mahkumlardan biri haline geliyorsunuz. hapishanenin rutin hayatına adapte oluyor; fiziken kitap okuyan biri olsanız da, ruhen hapishanenin duvarları arasında olduğunuzu hissediyorsunuz. her bir mahkumun kendine has hikayesi, bu "ölüler evinde" hayata dair canlı kalan tek şey oluyor sizin için. medeniyetten binlerce kilometre uzakta, demir parmaklıkların arkasında delirmemek adına insanların ne ritüeller icat ettiğini ve en önemlisi, insanoğlunun her şarta uyum sağlamak konusundaki cambazlığını dostoyevski ustalıkla aktarıyor.
Sabahattin Ali'nin bestelenen şiiri aldırma gönül şiirinde de o Sinop hapishanesi in bunaltıcı, baskıcı ağırlığını hissediyor. Dibinde deniz var, an sen sadece dalgaların hapishane duvarlarına vurma sesini duyabiliyorsun.