çocukken benim için ölümün en adaletsiz yanı cumartesi günleri yayınlanan çizgi filmleri bir daha izleyemeyecek olmaktı. her gece uyumadan önce bu gerçeği düşünüp kahrolurdum. ne güzel korkularım ne kadar naif dertlerim varmış. keşke büyümeme seçeneğimiz de olsaydı.
Sevgilinin omuzuna bir daha yatamamaktır. En kötüsü sevdiğini bile söyleyememek. planladığın, ertelediğin bütün güzel şeylerin artık yaşanamayacak olmasıdır
öğrendiğimiz bilgilerin, yaşadığımız tecrübelerin, sadece bizim gördüğümüz ya da sadece bizim düşündüğümüz şeylerin bizimle birlikte yok olması.
şimdi cinselliğin neden temel içgüdü olduğunu anladınız mı? bir şeyleri kendi kanından birilerine aktarıp gitmek lazım. ne işe yarayacak bilmiyorum ama içgüdülerim böyle emrediyor.
yaşarken aslında ölmekte olduğunu farkedemezsin. adaletsizlik burada. doğduğun anda yaşamaya başladığını sanırsın ama tek yaptığın bir sona doğru ilerlemektir. üstelik o sonun nerede olduğunu, ne zaman geleceğini asla bilemezsin. seni oyalamak için ölümün yanına adına yaşam denen yapay bir dünya yaratılmıştır, oyalanırsın iste oralarda oyun parkına bırakılmış çocuk gibi. tam en güzel en tatlı yerinde oyunun gelir alır seni ölüm. ne olduğunu anlamadan hızla uzaklaşır ve kaybolur o park.
her an ölebileceğini bilerek, sevdiklerinle dolu dolu vakit geçiriyorsan, hayatının her anı için şükredip, kıymet biliyorsan, ölüm gelince pişman olmayabilirsin.
ama pişmanlıkların hepsini dinleyin. sonuçta mutlaka, "yapılabilecekken yapılmayanlardır".
bir süre sonra unutulman.
en unutmayacak sandığın kişinin bile unutması.
ve bu konuda herhangi bir fikrinin olmaması.
lakin ölen insanın fikri de ölür.