Kaygıyla gerçeğin ittifak kurup, kişiyle savaşmasını ele alan bir çatışmadır.
nietzsche varoluşçu psikoterapinin öncülerinden sayılır.
dört nihai kaygıyı ele alır.
izolasyon ölüm, özgürlük, anlamsızlık.
ölüm : nasıl einstein güneşin yokluğudur gece gibi bir düşüncesi var, ( daha uzundu ama net anımsamıyorum. ) bu da kişinin yaşamın gölgesinde kalmasından oluşan bir kaygıdır. yaşamın yok olacağını düşünmesi, bir ölüm kaygısına sebebiyet verir.
kişi arkaya bir şeyler bırakma eğilimindedir. kompulsif davranışlar sergiler, çocuğumuza geleceği yansıtmak gibi, ya da ünlü olmak gibi, bir izler bırakmak gibi. bu kaygıyıschopenhaue şöyle tanımlar. hayatımıza olabildiğince uzun bir süre için büyük bir ilgi ve özenle devam ederiz, tıpkı sonunda patlayacağından emin olsak da, olabildiğince uzun ve büyük bir sabun köpüğü üflememiz gibi. ‘’ schopenhaue.
izlenecek o kadar çok film, okunacak o kadar kitap, sevişilecek o kadar çok insan, gezip görülecek o kadar yer var ki...bunlar ömrümüze sığmayacak diye tabi ki korkuyorum. Bazen stüdyolara veya yazarlara durun lan bir yetişelim ondan sonra devam edersiniz diye bağırmak istiyor insan.
komşumuz ahmet amca 70 yaşlarında ve ölümden çok korkuyor. sabah akşam yürüyüş yapıyor, sağlıklı beslenmeye dikkat ediyor. babam onun bu ölüm korkusunu bildiği için ne zaman onu görse hemen konuyu ölüme getiriyor. böyle giderse adamcağızı babam kalpten götürecek. anne şu adamı rahat bırak diyor ama babam pek annemin sözünü dinlemiyor. bu da böyle bir anımdır. (umarım ben bu satırları yazarken ahmet amca aramızdan ayrılmamıştır, şu an gülüyorum ama pek komik bir şey değil gibi.)
herkes gibi korkarım. bu korkumu bir arkadaşla paylaştığımda, ölümün tıpkı hayat gibi dünyanın parçası olduğunu, korksak da korkmasak da mutlaka kendini gerçekleştireceğini söyledi. madem ki bundan kaçışımız yok, niye korku içinde yaşayasın ki ? hayattan alabildiğin kadar tat almaya bak, eğlen diye devam etti.
ben de ona; korkunun tıpkı cesaret gibi dünyanın parçası olduğunu,biz ne kadar cesur olsak da olmasak da korkularımızın ruhumuza işlenmiş şekilde bir yerlerde bizi beklediğini ve birgün mutlaka kendini gerçekleştireceğini söyledim. madem ki korkumuzdan kaçış yok, niye kendimizi afyonlayıp hayattan sürekli tat almaya bakan robotlara çevirelim ki ? korkmamız gereken yerde korkmalıyız dedim.
ölümden korkmak acı bir şey olduğu için ise herkesin başına gelecek fakat cehennemden korktuğu için korkuyorsa o zaman olabilir ya da erken ölmekten veya ölümün nasıl olduğunu bilememekten korkuyor olabilir.
35 yaşının üstündeyseniz, hayallerinizi gerçekleştirememişseniz, sevdiğiniz kadın başkasıyla evlenip çocuk yapmışsa, bu hayata dair anlam veremediğiniz şeyler varsa, çok içiyorsanız zaman zaman hissettiğiniz korku duygusu.
Var böyle bir durum. Hayallerini gerçekleştiremeden, oradan oraya savruluyorsan ölümden korkarsın. Çünkü hayat seni yeteri kadar tatmin etmez.
Şahsen güzel bir kadının aşkını tatmadıkça, sevdiğim bölümü okuyup işi yapamadıkça, görmeyi istediğim şehirlere gidemedikçe hep biraz öfkeli ve üzgün hissedeceğim.
Kalbim gerçek anlamda acıyor. Gözlerimi açamayacağım bir sabah olursa, hele babam hayatta ve hayallerimi gerçekleştiremeden, gözüm açık giderim.
Gerçekte ve sanalda kırdığım herkesten özür dilerim.