tıben bütün yaşam fonksiyonlarınızın durması. ebedi aleme göç etmek. mevlana ya göre gerçek bundan sonra başlayacaktır. dünyada yalandan, dolandan, üç kağıtçılık ve sahtekarlıklardan başka ne var? imtihanın bittiği ve hesabın ödenmeye başlandığı andır. her insanın bir fiyatı var mı, bilmiyorum ama ölüm, dünyada bir insan için son hesap kesim tarihidir.
şu siyah beyaz türk filmlerinde eski istanbul sahneleri vardır. insanlar sokaklarda yürür, arada sırada kameraya bakarlar. işte orada yaşlı birini görünce tuhaf oluyorum.
o anda bir bakış. elli yıl ötesine gidiyor. tanımıyorum bu adamları. oysa bu adamlar da yaşadı, bizim gibi, bizim yaşadığımız kadar. artık yoklar. en iyi ihtimalle bir mezar taşının altındalar.
belki iyi biriydi. belki de nefret ettirdi kendinden. öleyim artık, diye dua etti. belki de ömrünü dolu dolu yaşadı. mutlu oldu. mutsuz öldü. birini sevdi, evlendi, çocuğu oldu. çocuğunu gömdü. döndü dolaştı ve ayhan ışık, sokakta yürürken arkasından kameraya baktı. ''film çekiyor artisler yine'' dedi. böyle mi dedi? evine gitti, eşine gördüğünü anlattı, ya da anlatacak bir eşi olmadığı için ağladı. aklına benim bunları düşüneceğim, burada yazacağım hiç gelmedi.internet?
elli yıl sonrasına gönderdiği, hiçbir anlamı olmayan ve o andan hemen sonra unuttuğu o bakış.
ölmek çok acayip ama aslında çok kolay. hiç başınıza geldi mi, bazen serçeler pencere camlarını fark edemez. biz işyerinde kim bilir yine ne kadar boş bir muhabbeti kovalarken ''tok!'' diye bir ses geldi. yumuşak bir şeyin cama çarpma sesi. ürktük. balkonda yerdeki serçeyi gördük. elime aldım. gagası açık, gözleri kapalı. dili görünüyor. karnı o kadar hızlı alcalıp yükseliyordu ki... allah kahretsin, bu hayvan daha otuz saniye önce uçuyordu ve işyerlerinde perde kullanmak gibi bir adet olsaydı ölmeyecekti. aldık, gölge bir yere koyduk bu canı. su vermek istedik, ama boğulur diye cesaret edemedik. öldürsek mi acaba, diye düşündük. onu da beceremedik...
içeri girdik. herkes sessizleşti. ama hiçbirimiz derin bir his yaşamadı. aksine boşluğu gördük. bu kadar kolay işte. ama o kuş lan işte, diyemedik. can vermekse mesele, işte o da canını veriyordu. yarın değilse ondan sonraki gün bu olay kötü bir anı olacaktı bizim için. pencereye perde takacaktık. ama bu balkondaki kuş için hiçbir şey değiştirmeyecekti. yine o aynı anlamsızlık. filmdeki adamın bakışı gibi. elli yıl sonrasına gönderdiği o an gibi.
bundan yüzlerce yıl önce de insanlar yaşadı. çoğu, bizim de çoğumuz gibi hiçbir iz bırakmadı. çok istedi, çok aldı. hiç istemedi, hiç almadı vs. bizim olacağımız gibi. bir pencere camına çarpana kadar yaşayacağız. sonra bizi bir gölgeye koyacaklar. bizi tanıyan son insan da bir pencere camına çarptığında her anlamda hiç yaşamamışız gibi olacak. ne kadar fazla insana dokunursak o kadar yaşayacağız. şanslıysak, ayhan ışık'ın arkasındaki adam gibi elli altmış yıl sonrasına bir bakış, bir gülüş yollayacağız.
balkona çıktık. serçeyi sırtüstü yatırmamıza rağmen ayakları üstünde duruyordu. arkadaşım ''lan! ölmemiş mi bu?'' diye bağırdı. yanına gitmek istedik yavaşça. daha ilk adımımızda uçtu gitti. ölme pahasına da olsa bize dokundu. istemeden, farkında olmadan.
Bir süredir gençlik bunalımları, faniyet ve varlığın amacı üzerine inanılmaz karmaşalar yaşayan ve acı çeken biri olmam hasebiyle geçenlerde bir gece uyurken böyle bir şey başıma geldi. O günün gecesi, yaşadıklarımı unutmamak için not ettim. Sabaha yakın ama hala karanlık bir vakitte, bir anda gözlerim açıldı. Dış ortamdan soyutlanmış gibiydim. Vücudumu kıpırdatamıyor daha doğrusu kıpırdatmaya yeltenmek bile istemiyordum. Nefesim kesilir gibi olmuştu. Sanki ne olduğunu hala idrak edemediğim ilahi yargı tarafından, iyi ve kötü şeklinde bir hüküm verilememiş, ama yine de azaba yakın bir halette gibiydim. Eğer bu arafsa, bu da çok acı acı vericiydi. Tıpkı dünyadaki varlığım gibi, öldükten sonraki varlığımı da tayin edememe, orada da zayıf bir kimlikle ortada kalma korkusu her yerimi sardı. Ama asıl korku bu değildi. Öyle dehşetli bir korku aniden vücudumu ve zihnimi sardı ki, zor dayanıyordum: Fenâ. Yani faniyet, yokluk. Dünyada yok olmak vardı. Ya ölümden sonrası da yoksa diye dehşete kapıldım. O sıra aklımda hala yalnızca ve yalnızca, dünyadaki varlığımızın sebebi vardı. Hala onu düşünüyor fakat hiçbir anlam çıkaramıyordum. Ölüm böyle bir şeyse eğer, çok çetin iş! Bir de, bu dünyada bir toplu iğnesi bile olmayan ve asosyal olan birisi olarak bile bana bu ölüm provası çok zor geldi. Mutlu yaşamak ama hiçbir şeye kendini fazla kaptırmamak lazım.
bedenin canlılığa son vermesi, dünyadan ayrılmak hücrelerinin toprağa karışması bir bitkide hayat bulmak, doğadan aldıklarını doğaya geri vermek, Ruha ne olacağı ise ancak ölünce anlayabileceğimiz, bir bitiş yada başlangıç yada yalnızca bir mola.
asla son olarak görülmemesi gereken bir eylemdir. daha çok sonsuzluğun başlangıcıdır. ne olursa olsun, ahiret var yada yok dünyada 'canlı' olarak geçirdiğin süreden çok daha canlı olacağının garanti olduğu bir zaman diliminin başlangıcıdır.
ha deyince olmaz.
bir kurtuluş değildir ama işin bir olur yanı yoksa? ölmek hem zorduk hem de kolay. zaman olarak bilinmezliği onun gizemidir. tuhaftır ama ölümün en güzel yanı, tam tarihi kestirememektir. tarihi bilseydik bir anlamı olmazdı ki. bu dünya çok sıkıcı olurdu. en azından bunun icin teşekkürler tanrım, canımı şu aralar almasan da.