ismini duyduktan ve hakkında bi dolu spoyler okuduktan sonra izledim bende;
izlemesini severdim de pek anlamam mesajından, tekniğinden, cartından ve de curtundan. film ödüllere boğulmuş falan olabilir fekat, öyle gerim gerim germişler ki filmi aman yarabbi.
yani hakkında ön araştırma yapmasaydım bi sik anlamamış ve giydiri giydiriveriyodum şimdi.
aslında film bi yandan da kendini yalanlıyo gibime gelmedi değil.
ama filmi sevdim. bi aydınlanma oldu yani.
edit : he, ayrıca öyle babanın ben bokunu yerim bokunu.
çoğunlukla beğenmediğim film. yer yer güzel sahneleri var, konu sıradan olmasına rağmen ilgi çekici ama yine de tam olmamış film. neden olmamış?
--spoiler--
öncelikle karakterler oturmamış. tamam oyunculuk güzel ama karakterler rahatsız edecek kadar havada. mertkan, albert camus'un yabancı'sından fırlayıp gelmiş gibi. olması gerektiğinden de daha ezik bir karakter. oysa en azından dışarıda daha piç bir karakter olmalıydı. gül desen yine havada kalan bir karakter, altı iyi doldurulamamış. babada da var aynı sıkıntılar.
minimalist sinemanın etkileri büyük filmde ama işte öyle her cümlenin sonuna a.q koymakla olmuyor. filmin sonu ise beni kendinden en çok soğutan kısmı. tamam örneğin kader de öyle pat diye bitiyor ama kader'deki kurgu ve senaryo da olayların gelişine o son tam oturuyor. oysa çoğunlukta bu bitiş filmin yarım kalmış olduğu hissini uyandırıyor.
filmin siyasi tarafı da eksik. tam olarak derdini anlatamıyor, kafalar karışık. örneğin ailenin durumu orta sınıf deniyor ama türkiye şartlarında orta sınıf bir aile değil kesinlikle ama üst sınıf da diyemiyoruz. ikisinin ortası bir yerde belki, yine burada da kafalar karışık.
filmin güzel yanları yok mu? var tabi, güzel sahneler de var ama film bu haliyle ödül için çekilmiş, minimalist olması için fazlaca kasılmış ve olmamışlık tadı veriyor.
--spoiler--
kimse kusura bakmasın mevcut siyasi durumu ve ortamı eleştiriyor diye sinemasal açıdan olmamış bir filme olmuş diyecek halimiz yok. keşke üzerinde biraz daha çalışılsaydı ve biz de gönül rahatlığı ile işte bu diyebilseydik. bu haliyle 10 üzerinden ancak 5.
sizi bilmem ama ben ülkemizin bu tür filmlere ödüllerin reklam amaçlı dayatıldığı kanaatindeyim. insan izledikten sonra nasıl olur biz bunu hergün yaşıyor ve hissediyoruz zaten, bildiğimiz bir konuydu diyerek fazla şaşırmıyor. bir film çekmek gerçekten bu kadar ucuz olmamalı. seren yüce'yi tanımam etmem ancak yaptığı filminide görmezden gelemem. tamam güzel bir noktaya parmak basmış, filmi bir uyarı niteliğinde olmuş ama insan izledikten sonra bu kadar basit olmamalıydı diye hayıflanmıyor değil. basit basit basit... içinde rol alan kaliteli oyuncularda olması komple basit ve sırf ödül almak için yapılmış bir film imajı uyandırıyor gözümde bu tarz filmler. ne kadar basit olursan o kadar çok ödül topluyorsun artık. bu nasıl bir yaklaşım artık ben çözmüş değilim. bu filmlerden zevk alan kesim bıraksınlar da birazda halkı halkın kendisine anlatsınlar. işte görüyorsunuz türk toplum yapısı bu hale geldi sayın elit arkadaşlar demek yerine bu filmleri her kesimden insanımıza izletebilsinler. sınıfta soruyorum, altın portakal ödülünü kim aldı diye cevap bilmiyorum oluyor. kimsenin böyle bir filmden haberi bile yok iken yaptıklarının başarı olduğunu zannedip bununla övünebiliyorlar. arkadaşlara soruyorum çoğunluğu izledin mi diye denedik olmadı diyor. kimsenin umrunda olmayan bir film gidiyor anastasya film festivali bilmem ne jurisinden bilmem ne ödülü aldı diye DVD kaplarına etiket olmaktan başka bir işe yaramıyor. dikkat edin yerli festivallerde ödül alan filmlerin tarzları hep birbirinin benzeri. niçin bir komedi filmi kriter olarak festivallerimizde ödül alamazken, çok basit bir konuyu sanki ülkenin en büyük bir sorunuymuş gibi lanse edip ödül törenlerinin kapılarını aşındırıyorlar. arkadaşlar kimse mahsun kırmızıgülün filmlerine ısınamadı ancak adama bir konuda hak vermiyor değilim. oda altın portakala filmi ile katılmayarak bir çeşit protesto etmesi oldu. ve bu beni mutlu etti. gösterdiği tepki mutlu etti. çünkü artık bana yıldan yıla orası veya diğer yerli projeler farketmeksizin -en son yeşilçam ödülleri vardı sanırım- benim için değerlerini yitirmeye başladılar. ödül almak istiyorsan artık kriterler belli. hep klişe sahneler. biraz yalnızlık, biraz hüzün, biraz ordan burdan kaybolmuş insan görüntüsü ve acı acı acı... sahneler birbirinin aynısı. değişen sadece yönetmenler ve isimler. dikkat edin bundan 10 yıl önce sadece bir kişinin tarzı bu piyasayı bu kanala yönlendirdi oda tabiki nuri bilge ceylan. diğerleri peşinden ödül toplama yarışına girmiş piyasa parazitleri.
bu film çok iyi, neden mi... günlük yaşam sosyolojisinin somutlaşmış hali bu film. daha doğru detaylandırmalar olamaz gibi. sauna sahnesi, askerlik muhabbetleri iyi birer tespit oldukları gibi, iyi de dile getirilmiş. settar tanrıöğen ve bartu küçükçağlayan süper. çok çok iyi. cem yılmaz'a ödül verip bu adamları es geçmek asıl komik olan şey bence.
her neyse, ilk film için çok başarılı. devamı aynı güzellikte gelir umarım.
klasik türk ailesini başarıyla resmetmiş bir film. settar tanrıöğen her zamanki gibi çok başarılı bir oyunculuk sergilemiş. evet belki filmin sonu olayların bir sonuca bağlandığı bir bölüm değil; ancak böyle de olması şart değil zaten. izlerken sıkmayan ve olayların çok rahat aktığı bir film olmuş.
'' kültürel bir çölde yaşıyorsanız, her şey size vaha olarak görünür''.
orta sınıf ve çoğunluğa dahil bir aile üzerinden ülkenin can yakıcı sorununa bir bakış. lakin haber bülteni gibi diyaloglar, yüzeysellik, sıradanlık ve yanlış okumalarla hiç de beğenmediğim film. hem artık ''çoğunuk'' ''azınlık'' gibi kavramların da siyasi terminolojiden derhal çıkarılması gerekir. çünkü insan yaşadığı yerin sahibidir. oysa bu kötü yapım hızını alamayıp bir sürü ödüle mazhar olmuştur.
hayatın soğuk gerçeklerini, amaçsızlıkları insanın yüzüne yüzüne vuran film, mertkan'ı canlandıran Bartu bu film ile altın portakal'da en iyi erkek oyuncu ödülünü almıştır.
öncelikle film aldigi tüm ödülleri haketmis ve son yillarda türk sinemasinda yapilan belli basli güzel filmlerden biridir. bence konusu bugüne kadar bi kac film disinda hic olmadigi kadar özgün. tabiki bunda kendilerine yeni sinemacilar adini veren bir grup yönetmenin icinde olan seren yüce in etkisi büyüktür. oyunculuk acisinda genc oyuncu bartu küçükçağlayan takdir edilesi bir rol cikarmistir. settar tanriögen herzamanki gibi yildizlasmistir tabiki.
--spoiler--
ayni evde yasayip disardan bakildiginda birbirlerine en yakin insanlar gibi görünen tipik türk ailesinin icinde aslinda herkesin ne kadar yanliz ne kadar duyarsiz ve duygularini göstermekten korkan insanlar oldugunu güzel bi anlatimla gösterir film bizlere. ailenin reisi baba maddi konuda orta sinifin biraz üstünde yasayan, kendince milletine bagli, vatanini seven, iyi bir müslüman, evi ve cocugu icin calisan yada öyle oldugu yalani kendi ve cevresi tarafindan defalarca tekrarlandigi icin artik gercegin neye benzedigini unutmus, kendi sesinden cok toplumun degerlerine kulak veren, kendisine karsi hic bir sekilde olumsuz elestiri yapilmasina tahamüll edemeyen tipik bir türk aile babasidir. polise rüsvet vermeyi kendi icinde mesrulastirmis ama oglunun dogulu bir kizla cikmasina izin vermeyen bi baba.
anne ise her kadin gibi evin diger iki bireyinden de daha duygusal ve aslinda cevresinden kücük seyler bekleyen ama karsiligini alamayan birisi. evin icindeki duygusuzluk, hicbir seyin paylasilmamasi anneyi geceleri bile uyuyamaz hale getirmistir. olaylarin nasil buraya geldigine kendisi bile akil erdirememistir. toplumun ona yükledigi anne rolunu basariyla oynar ama istedigi hayat icinde bulunmak istedigi ortam bu degildir. lakin kendi icinde kacmak ister ama zincirleri onu birakmaz. ogluyla yakinlasmaya calissa bile karsi taraftan hic bir yaklasim göremedigi icin kocasiyla ayni sinifta yargilar cocugunu.
evin oglu 20li yaslarda acik ögretimden universite okumaya calisan, aslinda ne istedigini bilmeyen, babasinin ona bicdigi gömlekleri giyerek baskidan kurtulmaya calisan birisi. kendi kararlarina güvenecek kadar cesareti olmayan bi genc. kültürel düzeyi filmdeki dogulu sevgilisinden hayli asagida olan, hayatinda acip 1 kitap bile okumamis bunun da pek mantikli oldugunu düsünmeyen insan. babasina ve onun yaptigi islere sinir olan genc belirli bir zaman gectikten sonra artik bilinsizce babasinin yapmis oldugu seyin toplum tarafindan hos görüldügünü destek verildigini gördükce babasi gibi olmustur. toplumda maddi yönden alt sinifta olan insanlari asagilamakla baslar bu ve artik dogru yolda olduguna inanmaya baslar.
baba gözünden genc: salak, askerlik disinda hayatta bi ise yaramayacak, okuyacak kadar kafasi calismayan (belkide bununda o kadar önemli olmadigi fikriyle) kisi. genc kendi kararlari varmiscasina bir duyguya kapilir ve babasi bunun böyle olmasindan sikayetci degildir ama ne zamanki baba oglunun kendince yanlis düsünceler barindirdigini düsünce müdahale eder ve tekrar "dogru" yola sokmaya calisir. genc ise buna karsi cikamaz ve sadece yapar neden oldugunu bilmeden.
dogulu kiz: baba icin vatani bölmeye calisan. genc icin asik oldugunu düsündügü ama emin olmadigi marmari sosyoloji ögrenicisi. dogudaki akrabalarinin kendisini istanbuldan götürmeye calismalari ve tehditleri altinda bi yandan okumaya, bi yandan ise calismaya calisir. genci gercekten sever ama karsiligini alamaz.
göze carpan seyler:
1- "modern dans okunur mu ya.." diyerek buna anlam veremeyen genc.
2- askerlik muhabbetinin arka planda bizlere anlatmaya calistiklari.
3- dedenin oyuncak tabancayla oynayan toruna aslanim kocum diyip sevmesi.
4- cakacan birakacan böyle kizlara abazan kalmican kanka diyen tip.
5- arabasina carptigi taksiciye sarilip aglayan gencin göz yaslari.
6- babanin dogulu kizi ilk gördügündeki bakislari.
7- filmdeki gerceklik ve sadelik.
8- en son sahnede giren müzik.
9- asagiladigi isciyle daha sonra lokantada karsilasan gencin bakislari.
10- gencin banyoda gözlerini ve kulaklarini kapatip akan suyun altinda beklemesi.
--spoiler--
babasının arkasından koşması istenilen fakat yorulan, koşamayan, koşmak istemeyen ama beceremese de sessizce denileni yapmaya çabalayan bir evlat.
--spoiler--
izleyen herkesin, filmin bir yerlerinden kendinden birşeyler bulacağı hoş bir yapım. Türk insanının hayata bakışını, genel geçerlerini, kesin hükümlerini, yargılarını, değerlerini titizlikle ortaya koymuş. Film öyle doğal ki, sanki hiç bir değişiklik yapılmadan yaşamdan bir kesit alınıp seyirciye sunulmuş gibi.
ilk defa içinde kan, şiddet olmayan bir filmi seyrederken midem bulandı. Gerçekten biz böyle adamlarla aynı ülkede mi yaşıyoruz.. Yada bu kadar net mi görmek istemiyoruz...
bir grup tuzu kuru insanın, kendi dünyalarında belirli kalıp cümlelerle vatan sevgisi , insan sevgisinden, insanlıktan bahsetmeleri ve bu bahsetmelere kendilerinin bile inanmaması ayrıca tuzu kuru insanın soğuk, renksiz, soluksuz, üremek, tüketmek ve dışarı çıkarmak üzerine kurulu hayatlarında arta kalanları insan yerine koymayışlarının anlatıldığı harika film.
bambaşka bir hayat yaşamak isteyen, fakat bunun nasıl bir hayat olduğunu bile düşünecek kadar karar mekanizması olamamış 20 yaşında bir gençtir mertkan. kankalarını babasının arabasıyla gezdirirken, gül'e olan sevgisini "ben o kıza çaktım." diyerek gizleyen, babasının inşaat çalışanlarına yok yere bağırıp çağıran evde annesiyle konuşmayan bir gençtir. bir yandan da odasında gizlice gül için ağlar. babasının dövdüğü taksiciden sevgi dilenir. her yönüyle gerçekçi, tokat gibi bir film.
Mertkan'ı tanıyorum, fırsatçı olmak yolunda yetiştirilmiş herhangi bir Türk gencinden biri. Gül'ü sevdiğini ise hiç sanmıyorum. ilk defa bir kız tarafından beğenilmiş, o kızı beğenmese de bu olay hoşuna gitmiş, Gül de istanbul'lu ve paralı olduğunu düşündüğü bu Apaçi'yi bir şey sanıyor, üstüne düştükçe düşüyor. En nihayetinden babası Mertkana kızınca, kızın suratına bile bakmadan topukluyor gencimiz. Öte yandan içip duygusallaşıp çevresindeki kızlardan yine yüz bulamayınca, ona adammışçasına davranan "kızcağıza" bir uğramak istiyor. Gül çoktan uzaklara gitmese ertesi sabah yine erkenden topuklayan bir daha telefonlarına çıkmayan Mertkan olacak zira. Mertkan hiçbir işe yaramayan ufak hesapçı, Gül ise yırtmaya çalışan bir zavallı ama yırtma yolunu yakışıklı zengin kocada arıyor, işte en büyük hatası bu oluyor.
Farklı olmayanlardır. Farklı olmak isteyenlerin, Çoğunluktan olmamak için saba sarfedenlerinde bir çoğunluğu oluşturuyor olması acı bir dünya gerçeğidir.**
ilk çıktığı zamanlarda beklentisiz gidip, çok beğenerek çıktığım, klasik orta sınıf bir ailenin hikayesinin, tek tek bireyler bazında da değerlendirerek, sade ve bir okadar çarpıcı biçimde anlatan filmdir.
filmde çok iyi gözlemlerle oluşturulmuş "ki bence gerçek hikayeden alınsa, bu kadar gerçekçi, net olabilir" karakterler; baba , inşaatçı, firma sahibi , yer yer milliyetçi ( askerlik konusunda ve kürt kız arkadaşa karşı tutumu), yer yer dinci "ki burdaki dincilik türk toplumunun çoğunluğundakiyle eş değer; rüşvet vereyim ama cumaları da kaçırmiyim tarzı bir inanç bütünlüğü" , ailesine karşı baskıcı, çocuğunun annesine,karısına karşı umursamaz, kabadır. anne, klasik türk ev hanımı; ailede sözü geçmeyen, kocasının onu umursamamasından, oğlunun gözünde de pek bir kıymeti kalmamış, mutsuz kadın.
ana karakter mertkan; inşaatta babasının getir götür işlerini yapan ve o işe devam etmesi garanti olan, açık öğretimde(bazıları için sözde öğretim) okuyan , arabayla turlayıp, alışveriş merkezlerinde etrafı kesen, kendisi bir fikir sahibi olmayan, bulunduğu durumdan hiç rahatsız olmayan biridir.
ve benim için en önemli karakterlerden taksicide de, alt sınıfın çaresiz iyimserliğidir.
gül, mertkanın kız arkadaşıdır, kürttür.
film; bu karakterlerin birbiriyle olan ilişkilerini işler. mertkan'ın eline, gül 'le tanıştıktan sonra içinde bulunduğu, basit ve anlamsız yaşamı sorgulayabilmesi için bir fırsat geçer ama babasının kız arkadaşına karşı olan ayrımcı tutumuna( bu da genel olarak toplumun kürtlere bakış açısıdır), baskılarına direnemez ve vazgeçerek babasının sunduğu yaşama, çizdiği yola devam eder.
sonuç olarak, toplumdaki orta sınıfın çokluğu, kalitesi bütün toplumun kalitesini etkiler dolayısıyla; tokat gibi bir film denir ya, işte ondan.
son zamalarda çekilen süpersonik filimlerden birisidir. 2010 yapımı olup henüz yeni izleyebildiğim film. filmin giriş sahnesi çok estetiktir, hele çocuğun elektrikli süpürgenin sesinden o derece rahatsız olması filmin geleceğini muştular biraz. filmin çok etkili sahneleri var. başrol oyuncusu bartu küçükçağlayan ın o mevcudiyetine sinmiş ezikliği yansıtması, baba settar tanrıöğen in agresif saldırganlığı, anne nihal koldaş ın mutsuz ev kadınlığı, ve sevgili esme madra nın itici kadın çekiciliği... casting olarak takdire şayan bir kadro olduğu inkar edilemez gerçek.
ayrıca film de çok etkileyici ve sıradışı sahnelerde mevcut, bunlardan en önemlisi -zannımca- mertkan ın sevgilisinden ayrıldıktan sonra depresyona girdiğinde arabesk müziğe burun kıvırıp pop müzik açmasıdır.(dk.01.09.00). zira artık klasik aşk ızdıraplarının yerini tenselliğe dayalı burjuva acıları almıştır.
banyo sahnesi
mertkanın banyoda kulağını dışa kapadığı sahne modern hayatın gürültüsünden sessizliğe sığınmaya çalışmasını anlatır. film karesi Edvard Munch'ün Ünlü Tablosu, "The Scream" i anımsatır bize.(dk.01.20.30)
yönetmenin ilk filmi olmasına rağmen böylesine dolu dolu olması beni yönetmene meftun etti diyebilirim. sıkı takipçinim yiğido tam gaz devam. 8-10.
Olması gerekeni değil olanı anlatan yani çoğunluğu anlatan bir seren yüce filmi. Filmde çoğu sahnede kendinizden birşeyler buluyorsunuz . Sıkmadan sindire sindire ilerleyen bir film.
Tek takılıp kaldığım nokta filmin bitiş şekli , yani? Diyosunuz film bitince. Sonunu bize bırakmış yönetmen...
Filmde oyuncular zaten mükemmel ama settar tanrıöğen o role yani otoriter baba rolüne cuk oturmuş.
Filmdeki mesajları da oturup burda yazmayacam anlamak isteyene kendiyle yüzleşmek isteyene o kadar güzel mesajlar var ki. Özellikle doğulu insanlara bakış şeklimiz...