umutsuzluk işte budur. içinde kalan sevgiyi yaşatmaya çalışırken tek başına, en büyük acı sevilmediğini bilmek oluyor. durmadan "oda beni böyle düşünüp özlüyor mu" sorusu beyninin iç kıvrımlarını kemirirken, ciğerinin ucu yanıyor adamın.
tam da içinde bulunduğum boktan durumdur. 'dön' dersiniz dönmez, beklersiniz dönmez. işte o noktadan itibaren arap şükrü, uğur arslan, ümit besen sizden sorulur. ama dönmez.
insanın ruh halini bir başlık olarak görmesi ne tuhaf... sanki biri beni anlıyor lan! diyesi geliyor insanın. yalnız da değilmişim baksana bir sürü adam neler yazmış ta diyosun tabi.
neden bile bile hala özlerki insan? mazoşistlik mi? bencillik mi? nedir bunun bitmesini engelleyen? nedir insanın kendini bile bile, küçücük mini minnacık hissetmesine sebep olan? aşk mı? tutku mu ? bağlılık mı? seni sevmeyen, ondan uzak durmanı isteyen birini neden, ne sebepten bırakamaz insan? içi neden hasetle, hırsla yanar yanar durur? acizlik mi? dengesizlik mi? nedir bunu hazmetmeyi engelleyen...
çok özlemek ve sevilmediğini bilmek insansı bir çile çeşitidir.
Başta çok acıtacak, adama dünyasını dar edecek, isyana teşvik edecek ancak zamanla ateşi dinecek ve günlük yaşamın koşuşturmacasında unutulup yer yer akla geldiğinde damakta kekremsi bir tat bırakacak acı bir bilgidir.
özlemin kaynağına inerek, yani o özlemin nedeninin; aslında seni sevmeyen biri değil de sevilme ihtiyacı olduğunun farkına varmak ve kapanmış kapı yerine yeni açılacak kapılara bakmak ile bertaraf edilecek hatta edilmesi gereken durumdur. çünkü hiç kimse vazgeçilmez değildir.