BACAK KADAR OLMAYI ÖZLEMEKTiR. NEDENDiR NiÇiNDiR BiLiNMEZ ÖZLEMEKTiR iŞTE. ÖYLE OTURURKEN AKLINA GELiVERMESi ANiDEN KÜÇÜK ELLERiN BÜYÜK DÜŞLERiN KOCAMAN SANILAN UFACIK DELi YÜREKLERiN...
OYUNLARI ÖZLEMEK SONRA. GÜLÜMSEMEK ARDINDAN ÇELiŞMEK YILLARIN AYNASIYLA HÜZÜNLENMEK. iLK AŞK SONRASI NE KADAR DA KÜÇÜK OLDUĞUNU FARKETMENiN ARDINDAN KAYBOLMUŞ YA DA HALA KALE GiBi DiMDiK SAPA SAĞLAM ÇINARIMSI DOSTLARI HATIRLAMAK. BUĞULANAN GÜNLERi ELiNiN TERSiYLE SiLERKEN YENiDEN YAŞASAM DiYE iÇ GEÇiRMEK, ÇOCUKLUĞU ÖZLEMEK.
her yaşın daha büyük sorumluluklar getirdiği dikkate alınırsa sorumsuzluğun özlenmesidir. 2-3 yaşımıza kadar altımıza sıçıp işeyebiliyoduk. sonra hayat bize altına sıçmama sorumluluğunu verdi. okula başladığınızda derslerin iyi olması sorumluluğu,gençken iyi bir kişilik oluşturma sorumluluğu,yetişkinken aile kurma sorumluluğu,anne-babayken altına sıçan çocuğa sıçmaması gerektiğini öğretme sorumluluğu derken yaşlandığınızda tüm sorumluluklar yerini tanrıya dönme zorunluluğuna bırakır.
coğu insanın sürekli yaptığı şeydir aslında. herkes gibi benim de yaptığım. biraz ağlamaklı. biraz kaçış dolu herşeyden. yağmurda ıslanırken ellerini havaya kaldırmak gibi. nefesi tekrar içine çekmek gibi. gözlerini kapatıp ruhunu bunaltan herşeyi unutmak gibi. özlediğin ve yitirdiğin herşeyide hatırlamak gibi. kısacası kocaman olmuşken bile oyuncaklarına sarılıp ağlamak gibi.
çocukken yapabildiğin şeyleri özlemektir belki de. * annene sarılıp ağlayamıyorsan, babanın sigara kokan nefesini duyamıyorsan, artık nazını çekecek kimse kalmamışsa çevrende, hatta çevren de tamamen değişmiş ise, o günleri özlüyorsun.
hayatı özlemektir, büyüdükçe elimizden kayıp giden...
küfürsüz bi muhabbeti özlemektir. keyfince çizgi filmlerden, oyunlardan konuşabilmeyi; nefesin kesilene kadar kovalamaca oynayabilmeyi, "o bana ne der, bu ne der?" diye yapmak istediğin şeylerden vazgeçmediğin günleri özlemektir.
kız-erkek ayrımı nedir bilmediğin, "acaba elim yanlış bi yerine değer mi?" diye sorun etmeden kızlarla oyun oynayabildiğin, toplu taşıma araçlarında "acaba rahatsız oluyor mudur? duracak yerde yok başka hay allah!" demediğin, daha hiç bi kız için kavga etmediğin, aranın bozulduğu bi arkadaşının olmadığı günleri...
parasızlık nedir? zengin-fakir ayrımı nedir bilmediğin, acaba "şu kadar para harcasam, arkadaşlar harcıyamaz. ayıp olur mu?" demediğin; paylaşmaktan ve daha da güzeli paylaşılmaktan çekinmediğin günleri... dost-düşman demediğin, herkesle arkadaş olduğun, paylaşıldığın günleri özlemek...
hayatı özlemektir aslında. kafamızı kurcalayan, bizi sürekli rahatsız eden ve yaşamımıza yön veren, belki de bizim yerimize yaşayan sorularla yaşıyor muyuz ki?
çocukluk basamakları bitmeyen bir merdiven gibidir inildikçe derinleşir ve genişler.düşünüyorumda hep çocukluğumda mutahitlerin saldırısına uğrayan gecekondu mahallelerimizde yaşasaydık ve o inşaatlar hiç yapılmasaydı.aslında gecekondunun yerine dikmediler o binaları çocukluğumuzun üstüne diktiler.binaların inşaat halindeyken önüne yığılan kuma (bkz: ''fatihin fedaisi kara murat'')havasıyla atlamanın verdiği keyif binaların tek guzel yanıydı ama tamamlanmamış hali yinede.
en büyük derdimizin "annem bana şu oyuncağı niye almadı" olmaktan çıkıp hayatı öğrenmeye başladığımızda yaptığımız şey.
hayat çocukken hayattı; para denilen kavram bizim için sınırlayıcı olamazdı, hayallerimiz çok büyük diye yıkmazdık onları; ve bence en önemisi, aşk bu kadar acıtmazdı.
bir an gelmeyeceğini düşündükçe saçını başını yolduran anlar yaşatan geçmiş dönem. onu özledikçe uzaklaşırsın elinde olmadan o saflıktan. ağlama gelir ağlayamassın gülme gelir gülemessin.
büyüdükçe hayatın gerçek yüzünü görür insan. omza bindirilen yükler, canının istediği gibi hareket edememe, sorumluluk sahibi olduğun insanlar, boktan sebeplerle birbiriyle sürtüşen aynı ülke vatandaşları.
hepsinden soyutlanmak istiyorum bazen. çocukluğun verdiği o pervasızlıktan tekrar nasiplenmek istiyorum.
bana; babama zorla küfür ettirmeye çalışan o adını hatırlamadığım saçları dökük amcaya ağız dolusu "sensin lan pezevenk" demek istiyorum. abimin ağaçtan topladığı akasya çiçeklerinden otlanmak istiyorum.
benim çocukluğumda kriz yoktu, teğet yoktu, her seferinde "benim vatandaşım" diye üzerine basa basa vurguladığı insana sinirlendiği zaman çemkiren boşbakan da yoktu.
bazı zamanlarda hayatın yükünden ezilip, hani o hiçbir derdin, sorumluluğun olmadığı; tek sorunun dizlerimizdeki yaraların kabukları olduğu, bu kabukları da yolarken de garip bir zevk aldığımız; bir kaç şekere dünyayı bile unutacağımız zamanları hatırladığımızda duyduğumuz o buruk özlem.
Güzeldi değil mi çocukluk? Renkli renkli bilyeleri dünya sanarak onlarla yaşamak. Ne geçim sıkıntısı vardı ne de dünya gailesi. Tek ihtiyacımız olan sıcak bir tebessümdü. Arkadaşların şen kahkahaları dünyaya değerdi. Akşam babanın yolunu gözlemek belki de içimizdeki özlemlerin ilk tomurcuklarıydı.
Hem ne kadar mahsum oluyor insanoğlu o zaman. Keşke her zaman en büyük kavgamız "benim babam senin babanı döver oğlum" ile başlayan çekişmeler olsaydı. Bazen bir çikolata mutlu olmamıza yeterdi de artardı bile. Şimdi öyle mi ya işimiz gücümüz var dilediğimizi alabiliyoruz ama yine de mutluluk için az geliyor. Aslında herkes çocukluktaki o saflığı, masumluğu özlüyor.
bu ara çok fazla hissediyorum bunu. benim yerime başkalarının düşünmesini, daha az sorumluluğumun olmasını, tek derdimin yemek yerken tabağımı bitirmek ve en sevdiğim çizgi filmin saatini kaçırmamak olmasını, daha çok aile büyüğümün olmasını özlüyorum hem de fena halde...
saflığı ve temizliği özlemek.tek derdinin ayşeninkinden daha güzel bir balık peçete yapabilmek olmasını,annenden atlamak için okul ayakkabılarını giyme iznini koparma çabasını özlemektir.
Derslerin yoğun olmamasını özlemektir.
Daha az sorumluluğun olmasını özlemektir.
Önünde bitmek tükenmez bir hayatın olduğunu düşünmeyi özlemektir.
Hayallerle dünyayı güzel yapmayı özlemektir.