Çocukluğumun geçtiği mahalleye çok yakın bir yerde yaşıyorum. Semti değiştirmedim yani. Arada sırada arabama binip sessizce o mahalleye gidiyorum. Biraz yürüyorum, etrafı seyrediyorum. Kimse benim o anlarda ne hissettiğimi bilmiyor. Güzel olan tarafı da bu zaten. Hayat normal akışında devam ederken ben orgazm olur gibi hayvani bir şekilde keyif alıyorum bu durumdan.
Bizim çocukluğumuzdaki mahalle dizaynından eser yok şimdi tabi. Her yer ev. Rum mezarlığı vardı dut ağaçlarının altında. Bildiğin mezar taşları vardı. Biz onların üstünde gezerdik. Düşün hacı abi 150-200 sene önce yaşıyordu adamlar, şimdi yerine bir site var. Heriflerin mezarı bile yok yani.
Mahalle dizaynı aynı değil ama ben etrafta gezerken yine çocukluğumdaki gibi görebiliyorum orayı. Maç yaptığımız koca saha, şallıların bahçeden şu içtiğimiz çeşme, dutluk, meteyle orta kafa gol oynadığımız paslı demir kapı.. Ordalar aslında, hepsi ordalar.
Küçük bir teoman selamlıyor beni ne zaman gitsem. Arkadaşlarıyla futbol oynuyor bazen, bazen bisiklete biniyor. Ama ne zaman gitsem kafasını çevirip gülüyor bana. Bir kere olsun gülüyor, sonra arkadaşlarıyla oynamaya devam ediyor. Rahatsız etmiyorum onu, sadece öyle uzaktan seyrediyorum. Ama görüyor beni, ben de onu görüyorum.
Ne zaman özlesem çocukluğumu gidip orda ziyaret ediyorum.
Üzerinden onlarca yıl geçmiş olsa bile, ben hep ordayım.
Anneannemin çilek tarlası, koşuyodum düşüyodum, tıkabasa çilek yiyodum. Sonra kahvaltıda da reçelini yiyip ona ayrı bayılıyodum. Tam bi yaramaz kız çocuğuymuşum dönüp bakıyorum da. Yaş 6-7.
- annenin nefis yemekleri,
- baba işten dönünce boynuna sarılmak,
- tanju çolak, feyyaz uçar, rıdvan dilmen golleri,
- bir başka gece,
- susam sokağı,
- hayat ağacı,
- yeni türkü,
- kayahan,
- nilüfer,
- sezen aksu,
- anneanenin elinden tutup dolaşmak,
- dede ve anneanne arka koltuğa geçince par halindeki arabada direksiyon çeviriyor gibi oturmak,
- annenin ingilizce öğretmesi,
- anne ve babanın kitap okumaya alıştırması,
- birbirinin ciğerini bilen samimi ve iyi kalpli komşular.
Sokakta arkasından bir tabak yemekle koşulan o çocuklar ve annişleri. Anneler çocukları eve gelip yemek yemiyor diye böyle bir çare bulmuştu. Bir tabak yemek bitene kadar çocukların arasında koştururlardı. Müthiş ideal ve ilgili annelerdi, herkesler görsündü. Prens ve prensesleri hiç yemiyorlardı, hep iştahsızlardı, oyuna dalıyorlardı.
Yaş oldu 69, beynimin içinde hâlâ oturup bu salakların bir tabak yemekle etrafta koşturmasını izliyorum. Sanıyorum ölmeye 8 dakika kala bu salaklar beynimin etrafında ellerinde tabaklar ile koşturmaya devam edecek.
Ha bir insan tabakla koşturan anneleri neden travma haline getirir, o da benim salaklığım tabii. Olsundular.
Karlı bir manzara veya yılbaşı temalı kartpostallar.
Eniştem emekli komiser. Malatya’da görev yaparlarken önemli günlerde halamla birlikte yollarlardı. Arkasında sıradan klasik cümleler, benim de gözlerimden öperlerdi mutlaka. O kartpostalda ismimin geçmesi çocuk aklımla beni müthiş mutlu ederdi. Kartpostaldaki görsele her ayrıntıyı ezberlercesine bakardım. O durgun beyazlık, evin içinden çıkıp karlara vuran sarı ışık, dumanı tüten baca ve hatta bazen simlerle yapılmış yağan kar... hepsi çocuk muhayyilemde müthiş etkiler, hayaller bırakırdı. Şimdi ne zaman kar yağsa ben o kartpostallardaki görüntüyü az da olsa yakaladım sanırım.
Pikachu, garfield, cedric ve cips paketlerinden çıkan tasolar, max stix çubuğunda bedava çıkan dondurma çubukları ah güzel yıllarım keşke dönüpte çocukluğuma geri gelmesem.