ne kadar yaşlansan da unutulmayan anları mevcuttur.
mesela, babamın resmi görevi için hakkari'de bulunduğumuz yıllarda elektriğin çarpamadığı elektrikçi abiyi tanıdım. adam prize çiviyi sokuyor, kontrol kalemini koluna değdiriyorum yanıyor, kafasına değidiriyorum yanıyor adama bişey olmuyor. hala merak ediyorum nasıl yapıyordu, kesin kandırıyordu beni ipne, kesin bi hilesi vardır amk! insan elektrikle yaşaya yaşaya bağışıklık kazanamaz herhalde.
çırağı da anormaldi zaten dilinde sigara söndürüyordu falan, ne diyim hakkari normal bi yer değildi zaten.
ilkokul formalarının siyahtan maviye geçtiği, yazların tam olarak sıcak ve kurak, kışların ise tam olarak ılık ve yağışlı geçtiği o zamanları hatırlayan var ise, benim kadar yaşlıdır. o zaman, çocukluğun ayrı bir nimetten sayıldığı, sokaklarda ayı oynatılan, çocukların birbirlerine ''simitttttt'' diye bağırmalarının akabinde tekme tokat girişmelerine rağmen saldırganlık ve art niyet beslemedikleri zamanlardan. işte o zaman çocuğum ben. o en güzel yıllarda...
her şey kirlendi.
şimdi ne zaman yolda oynayan mutlu küçük bir çocuk görsem; ''yazık sana, ileride çok ağlayacaksın'' diyorum...
yaş ilerledikçe özlenen bir dönem , yaş. hep akıllarda kalan klasik hikayeler , olaylar ve heyecanlar...
bahar ve kış aylarını ayrı severdim çocuklukta, kar gibi bir afeti oyuncak zanneder, erik ağaçlarını hiç ederdik baharda, "dalmak" kelimesinin gerçek anlamını türk dil kurumuna kabul ettiren şeydir çocukluk, geceleri bekler sinsice girer karımız ağrıyana kadar yer erikleri ceplerimize doldurur, bitene kadar da eve gitmezdik.
bayramlarda "sen benim kim olduğumu biliyor musun ?" sorusunu sordurmamak için bütün kapıları tek tek gezer kendimizi tanıtır, şeker verenlere şekerim var deyip alenen para isterdik, şahsen ben bu yöntemi kullanırdım, uzaktan gelen akrabalara gece tarifesi uygular biraz fazla isterdik, bayramda kazandığımızı bayramda yerdik, ne kadar gereksiz şey varsa sırf yapmak istediğimiz için yapardık,sadece bayramda temiz kıyafet giyildiğini zannedip 362 gün hep toz ve çamur içinde gezerdik, bayramlıklarımızı aldığımızda evimizin en güzel yerine koyup en az 3 4 kere deneyip heyecandan uyuyamazdık.
aynı heyecanı okul açılmadan 1 hafta önce yaşardık, okul alış verişi diye bir konsept ile kilo ile defter almaya giderdik emin önüne, en büyük hayalimiz hesap makineli saat alınmasıydı ama çok geç gerçekleşen bir hayal olmuştur benim için. ve oyuncaklar, açık konuşayım pek sevmezdik genelde kırıp parçalardık, hatta bir keresinde annem ve babam bizden daha zeki olduklarını düşünüp bize tenekeden yapılmış otobüs almışlardı, "bunu kıramazlar" dediklerini duymuştuk sadece, ve işlem tamam yaklaşık 40 saniye içinde bir keser kullanarak otobüsleri ezmiştik,
sanırım büyüdükçe kayboluyor bazı şeyler. kaybolmasaydı iyiydi ama elden ne gelir ki.
"Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk
Hiçbir yere gitmiyor."
Diyor edip Cansever..
Sokak aralarında koşturmak istiyor insan. Zillere basıp basıp kaçmak istiyor. En cok da hoşlanılan komşu kizinin ziline 2. Kere bassam mı basmasam mı ikileminde kalmayı özlüyor insan..
Kötülük görmemiş olmayı istiyor insan. Keşke çocukluk günleri gibi herkesin içi dışı bir olsa diye iç geçiriyor insan..
Ellerinde salçalı ekmekle sabahtab akşama kadar dolaşmak istiyor insan..
"Hiç bitmese salçalı ekmeğim."*
Hiçbir şeyi dusunmememek istiyor insan, cebindeki misketlerden başka.
Çocukluk böyle bir şey işte. Bir duvara oturup güneşin batışını izlerken ayakları sallamak, hayaller kurmak..
11 yaşında falandım benim yaşıtım ve bana aşık olduğunu söyeleyen mahalleden kezban vardı. o zamanlar çok soğuktum bu kıza. kezban sözü daha bir anlam kazanırdı kendisi ile. altına işemiştide öğretmen güldüm diye tek ayak ceazsı vermişt. ulan güzelde kızdı hala öyledir.
bazen bedduasını mı aldım büyü mü yaptırdı diye merak etmiyor değilim.
akasya ağacının yapraklarını yere sürte sürte sek sek çizmektir.
çamurla tencere yapmaya çalışmak,
ağaç yaprağı ve kumla sarma yapıp heyecanla sunmak,
bahçedeki tulumbanın içine su doldurup girince en lüks havuzmuşçasına keyif almak,
süper mario'da atlamalı yere gelince heyecan yapmak,
tüm günü sokakta oyunla geçirip akşam ezanı okununca koşa koşa eve gitmek,
okula ablanın elini tutarak gitmek,
meybuz yemek, birdir bir oynamak,
herşeyi dolu dolu hissederek yaşamaktır.
geçmişin tozlu raflarında ellerinde pamuk şekerle duran, yanakları kırmızı, kalbi temiz kalan gizli yerim.
bir müzikle çalarım bazen kapısını. dolaşırım saf, temiz kalbinde.
bazen ellerimde pamuk şekerle atarım en geleceğinden kendimi en derin dehlizlerine.
bir şehirle düşerim yoluna bazen. sokakları demiryolu gibi uzar çocukluğuma.
hiç çıkmak istemesemde zaman denen döngünün içinde buluveririm kendimi.
pamuk şekerim pembe olanından.
Çocuk, bebeklik ve ergenlik çağları arasındaki insan. Genellikle konuşma ve yürüme kabiliyetleri kazanıldıktan sonra çocukluğun başladığı; cinsel gelişimin başladığı ergenlik dönemi ile birlikte çocukluk döneminin bittiği kabul edilir. Ama bu tanımlamalar görecelidir ve kesin sınırları yoktur. Birleşmiş Milletlerin raporlarında 0-18 yaş arasındaki insanlar çocuk kabul edilirler. Bunun haricinde çocuk kelimesi sıklıkla evlat anlamında da kullanılır.
gece kafanı yastığa koyduğunda 30 saniye içinde uyumaktır çocukluk. dert tasa aşk meşk hayal kurma gibi şeyler hayatınızda yok. ve motorları maviliklere sürmeyi beklemektir çocukluk.
Diğer çocuklar tarafından bombok edilen dönemim. Ne zaman bir okulun önünden geçsem ya da bir çocuk görsem içim kötü olur. Anılarım aklıma gelir. Ana sınıfında beslenmesine tükürülen; ilkokulda etrafı sarılıp "frantles' ı dövme" oyunu adı altında tekme yumruk yiyip üzerine tükürülen,sonra bir de üstüne öğretmenden dayak yiyen, kızlara "ne oynuyorsunuz? " Diye sorduğunda "frantles aptal" oynuyoruz diye Terslenen, Yemek Sırasında arkasındaki tarafından itilip önündekine çarpınca niye ittin diye dayak yiyen; Ortaokulda piçlerin sürekli sataştığı kavga çıkınca kendisi suçlu gösterilen çocuk vardı işte o benim. Pısırık da değildim. Kendimi hep savundum. Gerek sözle gerekse şiddetle. Ama her seferinde çoğunluk kazandı ben kaybettim. Hayatımın içine ettiniz. Hakkımı hiçbirinize helal etmeyeceğim.
Her akşam eve üstüm başım pis gelişim
Derslerden kaçıp erkeklerle top oynamaya gidişim
Tam gol atacakken çamura düşüşüm
Köyde yaşamanın rahatlığı
Geceleri çimlere uzanıp yıldızları izleyişimiz
Yazları yaptığımız su savaşları
Çamurdan heykeller
Boliç, baliç, revivo
Bulduğum her köpeği eve getirişim
Bitmek bilmeyen abilerim
Deprem
Çizdiğim resimler
Biriktirdiğim gazete parçaları
Tasolarım
Vs vs vs
En masum olduğumuz ve her şeye olumlu bakabildiğimiz yıllardır çocukluk.. Bazen o kadar özlüyorum ki sokakta ettiğim kavgaları, top oynamayı, sabahtan akşama kadar eve girmemek için direnmeyi...