O yıllardan ziyade, o yılların, algısı, hisleri, anlam yüklediğiniz değerleri, henüz tilkilerin uyanmadığı şapşik mantığınızı, hiçbir detayın önemli olmadığı o büyülü anlardır özlenen...
Salçalı ekmeğin en lezzetli yemek olduğu, uçurtmanın kopan kuyruğunun dünyanın sonu olduğu, parmakların kesilip şartsız şurtsuz kankardeş olunduğu, başın yastığa düşer düşmez, derin uykuya dalındığı o anları özlüyoruz...
DertlerimiziN, henüz dert olmadığını bilmediğimiz o günleri..
istop oynarken sevdiğim kızın adını söylemek için benim adımı söylemelerini beklerken yaşadığım heyecanı çok özledim. Sevdiğim kızın adını söyleyince böyle masum masum beni yakalamasını beklemeyi, beni vurduktan sonra artist bir eda ile tekrar onun adını söylemeyi çok özledim.
7 kule oynarken şu an bowling oynarken hissetmediğim topun taşları devirmesi anında sağa sola koşuşan arkadaşlarımın birbirine çarpıp düştüğünde yaşadığım heyecanı,
Sokakta maç yapmadan önce sıraya girip adım hesabı ile adam seçmeyi-seçilmeyi,
Kale direği olarak kullandığımız kaldırım taşlarının üstünden geçen her top sonrası goldü değildi tartışması yapmayı çok özledim.
Susayınca topluca aynı çeşmeye koşmayı, koşarken 1'im Allah 1 diye bağırmayı,
ip atlayan kızları düşürmek için ipi sallayanların yanına gizlice yaklaşıp ipi sertçe çekmeyi çok özledim.
Saklambaç oynarken çanak çömleğin patlamasını çok özledim. Sahi nerede nasıl patlardı o çanak çömlek ve biz neden o cümleyi çığırarak tüm mahalleyi ayağa dikerdik halen çözemedim ya neyse.
Pas oynarken arkadaşı eşşek yapmak için topu ayaklarına doğru atmayı,
Mendil kapmaca oynarken, mendili kapıp kaçanın peşinden koşup surat üstü yere kapaklanınca ağzı burnu dağılan adamların "tağam tağam bişe yok" diye ayağa kalkarken sergilediği o vakurlu tavırlarını izlemeyi,
Kısacası akşam ezanının eve giriş zili anlamına geldiği günleri, Pazar akşamlarının kasvetini, Bizimkiler dizisi öncesi banyoyu, Cuma okul çıkışı zillerinin o muhteşem ahenkini çok özledim...
Bitmez aslında.
Şimdi sokaklar çocuklara muhtaç, çocuklar sokaklara. Daha bu sabah evin önünde maç yapan 4 çocuk görüp arabaya gelen toplar yüzünden kızmak için pencereyi açtım. Sonra hiç sesimi çıkarmadan 5-10 dakika maçlarını izledim. beşiktaş'ın durumu malum, hemen kendime bir takım seçip onları tuttum, baktım yeniliyorlar hemen pencereyi kapatıp içeri girdim. Beşiktaş'ın bu halini de kendime yordum ya orası ayrı mevzu...
Çocuk olmayı özledim be. Ve o masumluğun, o saflığın benim üstüme bol geldiğini fark edip özlemekle yetindim.
ablan evlenirken tamda 'evet' derken hissettiğin yegane yalnızlık duygusudur.yeniden çocuk olunup anne evde yokken kafadan uydurma karışık yemekler yapılabilir,o okula giderken her sabah götüremeyeceğini bile bile arkasından ağlanabilir,her dışarıdan dönüşünde sana bişey getirdiği ve onu özlediğin için sabırsızlıkla beklenebilir,tanımlarının ne olduğunu bilmediğin her şey ondan öğrenilebilir,onun tarafından korunabilirsin,sırf o okuyor diye daha 8 yaşında olmana rağmen nazım hikmet okuyup keşke anlayabilsem diye üzülebilirsin,abinle saatlerce ne konuşuyorlar diye merak edip kıskanabilirsin,arkadaşları geldiğinde seni de odaya alsınlar diye yırtınarak ağlayabilir reddedilsen bile utanmayabilirsin,herhangi bi arkadaşıyla tanıştığında kendini çok önemli hissedebilirsin çüünkü.ama eşek kadar olunmuş koca evde bi başına kalmışsındır artık...ama hep yapabileceğin ve bundan mutluluk duyabileceğin şeyler vardır.hep ve her zaman...onunla gurur duymak,ona borçlu olmak,onu çok özlemek,kocasından kıskanmak veee son olarak onuu deli gibi sevmek... (bkz: sözlüğe içini dökmek)
* yeni aldıgı ayakkabılarıyla gezen arkadaşa siftah atmak istemektir.
* taş devri denince akla fred çakmaktaşın gelmesidir.
* rocky'dir, rambo'dur.
* taso biriktirmek, ve arkadaşları "ütmek" istemektir.
* tetrisdir, ataride double dragon oynamak isteğidir, micro genius'dur.
* ekmek arası domates peynirle gece yarılarına kadar saklambaç oynamak istemektir.
* cuma günleri çok sevinmek, pazartesi günü yaklaştıkça üzülmektir.
meyva agaçlarına tırmanmak, yan bahçeden elma aşırmak, agaç ilaçlanmış oldugu için midenin bulanması ve çıkarmak, ertesi gün gidip tekrar aynı agaçtan elma çalmak ve tekrar çıkarmak. kukalı saklambaç oynamak, yakalamaç oynamak. at kestanesi ile savaş yapmak, geceler boyunca bisiklete binmek, evin önünde taştan kalelerle maç yapmak, kavga etmek ve çamur olmak, evden kaçmak ve ailenin saatlerce seni araması, birbirinden güzel yüzlerce anı. nasıl özlenmez ki?
yaz aylarında karpuz alıp* sokakta bütün arkadaşlarla yemek, kızlar ve erkekler olarak 2 gruba ayrılıp maç yapmamız, geceleri çeşitli şekillerde oyduğumuz karpuzun içine mum koyup*sokak sokak dolaşmamız unutulur mu yaa. ayrıca ilk aşkımızla dans etme fırsatı sağlayan dansa davet oyunu vardı ki bugün hatırlayınca bile tebessüm ettiren ne güzel günlermiş. o zamanlar hayat, daha kolay daha masumken büyüdükçe dertlerin çoğaldığı girdap haline geliyormuş meğer. mahalledeki çocukların sahiplendiği bir dede vardı ki evlere şenlik. zaten onu da kaybettik diğer sevdiklerimiz gibi. büyük olmak çok zormuş o günlere dönmek istiyorum dememek elde değil. yoksa büyümek kaybetmek mi?
en büyük hayaldir belki de.. 8-10 yaşlarındaki çocukların oynadığı parkta sallanamassın, çünkü popon biras büyümüştür, denizde yüzerken can simidine sarılmassın, kolların uzun gelir, yolda dilediğin gibi elma şekeri yiyemessin, sabah erkenden kalkmak diye herhangi bir mecburiyetin olmaz..