6 yaşındayken köyün maskarası, her yaştan insanın takıldığı bi çocuktum. saçımın sağ tarafı kalkmış, sabah yataktan kalkar kalkmaz akşama kadar sokaklarda sürterdim. akşam bi daha çıkar yatana kadar gezerdim.
boş bira şişesi toplardım, sigara izmaritlerini yakıp 1-2 nefes alırdım, sonra da babam görüp kıçıma hafif bi tekme kondururdu, kaçardım.
dayımın bakkalı vardı, ne zaman elektrikler kesilse, elime bi paket mum alır satardım.
çınar ağacında ebelemece oynardık. o yaşta gereğinden fazla piçtik, düz yerde oynamak bize vız gelirdi, bok vardı çünkü. bi gün fena düşmüştüm, şans eseri kahvedeki delikanlılar hemen kurtarmışlardı beni.
ilk porno dergisini de o yaşta görmüştüm, ne yapıldığına dair bi fikrim yoktu.
bedavası olan panda dondurmalardan her gün hunharca yerdim. muzlusunu çok severdim. bedava çıkmayınca da yediremezdim, gözlerim dolardı. yine yalayıp yalayıp panda yazısını göremediğim bir gün, panda çubuğuna kendi uğraşlarımla panda yazdım.* dayımın arkadaşı, panda satan bakkal amcaya verdim. severdi beni. olayı fark edince güldü. benim sevimli soytarılığım hoşuna gittiğinden olsa gerek, çaktırmadı durumu bir yenisini verdi.
marmara depremi nedeniyle halalar, amcalar, yengeler hep birlikte bi evde yaşardık.
düzenli olarak para veren amcamı severdim. ağzında sigarayı hiç çıkarmazdı. dişlerinin yarısı çürük olduğundan sıkıştıracak yer bulduğundan olsa gerek. ateş kullanmazdı pek. çok sarhoş olduğu geceler, sarhoş arkadaşları el arabasıyla eve bırakırlardı amcamı, naralar atarak. lehen başında sabahlardı. küçükken de uyuyamadığım için, geceleri evin neşesi olurdu benim için.
dayımın evinde öpüşen iki tane güvercin oyuncağı vardı. her gece bi öpücük kondurur, 3. kişi olurdum.
her gün yeni yerler keşfetmek uğruna gezintiye çıkardım. dağ bayır dolaşır dururdum. meyve bahçelerine giderdim. derelerde yüzerdim.
yıllar yıllar önce kardeşimle yumurtanın kapıya dayanmasını neden beklediğimizi hatırlamadığım bi sebebten anneler günü sabahında anneme hediye almaya kalktık. kardeşim görevi üstlenip çarşıya gitti.
annem yana yakıla saatlerce kardeşimi aradı ben de ısrarla sürpriz bozulmasın diye söylemedim.
saatlar sonra kardeşim elinde hediyeyle çıkıp gelmiş olsa da annemin dayağından kurtulamadık.
--- çağlaya dalardık,
-- meşrubat kapaklarıyla oynardık, mermer taşlardan elliklerimiz olurdu, ender rastlanan kapakların değeri de çok olurdu. elvan en değerli kapaktı.
-- misket oynardık, müselles vardı müs müs derdik biz ona, tumba oynardık, baş vardı, başaltı vardı.
-- vuruş on karış beş oynardık.
-- dizlerimizden yara eksik olmazdı.
-- topu olan kaleye geçmezdi.
-- saklambaç oynar çanak çömlek patlatırdık.
-- değerli gibi güler, atom karınca gibi koşardık, değiş tonton derdik değişirmiş gibi yapardık, yakari vardı, hayvanların komik konuşmalarını taklit ederdik, vikinglerin zeki çocuğu gibi bir şey keşfedecekmiş gibi burnumuzun çevresini kaşırdık.
-- adile naşit'in ismimizi söylemesi için dua ederdik.
(bkz: 80'lerde çocuk olmak)
eve giriş çıkış zamanımız saatle değil aydınlık durumuyla ölçülürdü. sabah çıkılan sokaktan akşam ezanında dönülmesi mecburiyeti vardı. oyunların hiç birinde çıkar menfaat yoktu. misket oynarken karşımızdakinin bütün misketlerini hakederek kazansak ta hakkaniyetimizden ödün vermeyerek kendi misketlerimizi yine de paylaşırdık. yemek kavramımız yoktu, annemizin elimize tutuşturduğu salçalı ekmek en büyük zevkimizdi. internet yoktu, varsa da edepsiz bir şeydi. radyolarımız vardı, çocuk programları dinlerdik. gece mum yakıp masal okurdu annemiz ve bütün masallar iyi bir sona bağlanırdı. iyiler kazanırdı, kötüler layığını bulurdu. bakkaldan tipitip çalardık ve onun kokusu bizim için cennet kokusuyla eşdeğerdi. sokaktan geçen arabaların arkasından koşardık, çamura düşerdik, dizlerimiz kanardı, donumuza kadar ıslanırdık...mutluyduk.
sanalbebek kesinlikle.yahu gecenin bir köründe tuvaletim gelse kalkmam üşenirim,kalkıp onu besliyordum ya altını temizliyordum şaka gibi.hala düşünürüm bir tane alsam mı diye.**