kişinin çocukluğundan kalan anı, oyuncak, fotoğraf, eşya vb. şeylerin bütünüdür. kimmiz çocukluğumuzdan kalan bir fotoğrafa bakarak tebessüm ederiz kimimiz o zamanlar oynadığımız oyuncağı görünce hüzünleniriz. işin aslı ne oyuncağı özleriz ne de o zaman giydiğimiz elbiseleri. bizim özlediğimiz en hakiki şey geçen zaman.
pedalları çok hızlı çevirince e.t deki gibi uçacağını sanmak*.
halley uzatılan öküzün çitlere yaslatıp boynuzlaması.
bisiklet binmeye çalışırken sağlam dirsek bırakmamak.
alfa, bravo takımı gibi isimleri içeren, askercilik oynayan abilerin filmlerini pür dikkat izlemek.*
uzun süre atari ile oynayınca, babanın gelip atariyi dizinde kırıp apartmandan aşağı atması.
tanınmayan akrabalar karşında süs eşyası gibi sergilenmek.
ha bir de bilyeli araba yapar, mahallenin yokuşundan kayardık. bu uğurda diz kapaklarım az yırtılmadı, az düşüp de kanatmadım vücudumu. ben hala şanslı bir çoğunluğun içinde olduğumuzu düşünüyorum. ilerde anlatacak çocukluk anılarım var diye. öldü bitti sokak kültürü.. yanarım da en çok buna yanarım.
6 arkadaş birlikte mahalledeki bahçelerden çeşit çeşit çiçek ot koparttıktan sonra boş bi şampuan kutusuna koyup adına arkadaşlık iksiri dediğimiz bi karışım yapmıştık daha komiği buna şarkıda yazıp bestelemiştik ve çevreden ikazlara rağmen bağıra bağıra söylemiştik :
arkadaşlık iksiri
bu şişede gizli
dostluğun ta kendisi
kalbimizde gizli
sakın kalbin kırılmasın
gönlünde hüzün kurulmasın
sevgi ile doğduk biz
(büyük bi haykırışla)arkadaşlığa geçtik biz..
-mahalleden geçen arabaların arkasına takılmak, araba hareket edince ne oluyor lan demeye kalmadan pat diye düşüp kafa göz yarmak
-komşunun bahçesindeki bilimum kayısı, kiraz, elma, dut vs. ağaçlarına tırmanıp dallardaki meyveleri hiç etmek
-sokakta görülen köpek sürülerine taş atıp sinirlendirmek
-evin bahçe duvarına oturan liselilere inin lan aşağı suretiyle bağırmak, gerçekleşmediği takdirde evde gereksiz ne varsa fırlatmak.
etraf bembeyaz sokağın ortasında kollarını yukarı kaldırıp dönerken kar tanelerini elleriyle tutmaya çalışan kız çocuğu...üzerinde süt mavi peluştan hırkası, kapşonu sıkıca boğazdan bağlanmış en iyi ihtimalle 3 yaşlarındaydım. daha sonrasına ait çok anı var fakat daha öncesi yok.
çoğu zaman hiç de adil olmayan şeydir. bıktım demekten ama gene de; malesef bu ülkede çocuk olmak ve büyümek sorgulamaya açık bir zihin gerektiriyor. bu zihnin nasıl kazanıldığına dair düşüncelerle uğraşmak istemiyorum çünkü kalıtsal ve çevresel faktörlerle uğraşmak, dışarıdan göremeyeceğim kendi yaşamımı irdelemek pek de mümkün değil.
ama şunu biliyorum; her ne kadar belli kalıp düşüncelerin saçma birer yargı olmasını görüyor olsam da gene de zamanı geldiğinde saçma bulduğum endişelere kapılabiliyorum, eskisine göre daha kısa sürse ve beni artık çok rahatsız edemese bile gene de bir süre beni hiç olmadığını düşündüğüm şeylerle aptal bir ruh haline sürüklüyor. var olup olmadığı muammasını ise kendi his ve düşüncelerime dayandırıyorum çünkü bunları yaşıyorum.
küçüklüğümde hazır olarak aldığım ve bir çok yerden duyup artık güldüğüm yargılar kafamda ilk başta 'doğru sinyali' ile duyumsanıp ve sonra aniden gelen tanıdıklık hissi ile birer hatıra olarak bana geçmişimden bir şeyler sunuyor. bana, bunu diyenleri gösteriyor ve düşünmeye, düşündükçe bu yargıların ne kadar saçma olduklarını görmeme götürüyor bu süreç. ve bazen yargılar beni kusturacak kadar çekilemez hale geliyor ve hele sürekli tekrarlananlar.. sanki hayatım sürekli aynı ve (saçma) bir yere giden bir paradoksmuş gibi geliyor. özellikle bu ülkede insanların ölümüyle sonuçlanan yargılar, sanki kaçamayacağım ve ya yok ederken yok olmam gerekebilir türünde bir koku gibi.. ve her seferinde bu koku ya üzerime sinerse diye korkuyorum ve bu sefer daha önce korktuğum şeylerden daha fazla..
tek düze bir hayata sırf hata yapmamak için sürükleyen ve aniden patlak veren, beni bir kalas gibi davranmaya iten bu hatıraları silmiş gibi davranmak da bir hata, onlarla savaşmadan kazanılacak da bir hayat yok. tam güzel bir günün güzel bir anında hayatımı boktan bir güne çevirebilecek (yeni) bir hatıra çıkıveriyor bazen, o daha sinir edici çünkü savaşılması gereken yeni bir süreç ve hayattan kopmayı getiren bir süre... zaman zaman kopup da tekrar devam edilmeyi bekleyen hayat da tam olamıyorken, bu hatıraları beynime kazımayı başarmış insanların bana yaptığı haksızlığa karşı ne yapacağımı bilememek de çoğu zaman rahatsız edici.
genç nesillere karşı yapılan haksızlıkların bir listesi çıkarılamayacak kadar fazla olsa da belki bunu değiştirmek, yeni nesillere karşı daha anlayışlı olmak ve onları, kendi arzu ve düşünceleri tarafınca ve ihtiyaçları olduğu kadar yönlendirebilmek belki kırar bu süreci diye düşünüyorum. çünkü insanlığın büyük sorunları var ve bu sorunları çözüme götürebilmek, kendiyle uğraşıp zaman kaybetmeyle ve yanılma şansı yüksek olmayla olacak değil. bu anlamda genç beyinleri yıkamaya çalışmak, her nasıl bir düşünce olursa olsun büyük bir hata. "o öyledir, bu böyledir" yargıları artık bitmeli.
ilk okuduğum etkileyici kitaplardan biriydi "çocukluğum" adlı kitap. yazarını bile hatırlamıyorum ama o günlere baktığımda büyülü bir esinti hissettiriyor.
Şimdi dönme zamanım olsa kesinlikle gideceğim zamanlardandır.. O bilyelerin şıngırtısı, tasoların sesi, mahalle maçından sonra çeşmeden kana kana su içilmesi.. Şimdi bakıyorum da hiç bir şey o zaman ki kadar güzel değilmiş.
Yazın halılar yıkanırdı. Toz sabunlar, fırçalar, tahta ile suyu çektirmeler.. hele bir de ıslak halının üzerinde bir o tarafa bir bu tarafa kaymalar.. ah çocukluk..