Yaş 13-14 falan. Babam bana traktör kullanmayı öğretiyor. Tarlalarda, boş yollarda denemelerimizi yapıyoruz. Her şey yolunda. Ben de yavaş yavaş acemiliği atıyorum. Babam da keyifleniyor.
Neyse köye yaklaşınca sen geç bakalım direksiyona, Hem babaannen görür gururlanır dedi. Dedim allah! Geçtim direksiyona, babam da yan tarafta bir keyif cigarası yaktı. Tin tin gidiyoruz.
Bizim köy de biraz Yokuştur. Yokuş aşağı iniyoruz. Eve yaklaşınca babaannemi gördüm heyecanlandım. Kendimi göstericem ya. Dur dedim söyle bahçenin oraya artistik bir şekilde yanaşayım. Bir anda kırdım direksiyonu. Ve bir anda da hakimiyeti kaybettim. Babaannemin özene bezene yetiştirdiği çiçekleri ezip duvara tosladım. Başta babam olmak üzere herkes şokta. O hengamede babamın ağzından sigara savrulMuş ama filtre bölümü ağzında kalmış. Ağzında sigara filtresi bana aynen şunu dedi: senin süreceğin traktörün dingilini s*keyim!
babam her akşam meyhaneye yada kahveye takılırdı. akşamları zor görürdük, bir süre böyle giderdi, 10-15 gün sonra annem dayanamayıp 'git babanı çağır' derdi. o 10-15 gün de bir koşa koşa giderdim.
koşa koşa giderdim hem babamı görmek için hemde nerede zıkkımlanıyorsa (meyhane yada kahve) orada bir gazoz içebilmek için. çifte bayram yaşardım.
iyi bir anı değil ama aklıma kazınmış. belki de o yüzdendir ki evlendikten sonra ne kahveye ne meyhaneye gitmedim. benim de eşim var, benimde çocuğum var, bunu onlara yapamam. yapmam.
adı üstünde anılardır. yani şunu demek istiyorum, çocukluk anılarını güzelleştiren büyümektir aslında. hatırlamak güzeldir. sokaklarda oynanan, mahalle maçlarını, misketi, saklanbaç oyunlarını vs hatırlamaktır. çünkü çoğu çocuk, çocuk olduğu için şanslı hissetmez kendini, yani bu şansını iç güdüsel olarak kullanır, şımarır, tabii, sevdiği bir şeyi ister zorla ama, bir yandan da hep büyümek ister. hangimiz yaşını, buçuklu rakamlarla büyük göstererek söylemedik ki. hep bir büyüme merakımız vardı. bok varmış gibi.
Dedem. Çok sert bir adamdı. Bakışlarıyla döven cinsten. Uzun boylu, geniş omuzlu, iri yarı bir adam. Babam dahil bütün evlatları çekinirdi ondan. Bir kere saçımı okşadığını hatırlamam.
Caddenin bir tarafında dedemin evi vardı, diğer tarafında biz oturuyorduk. Onu çay bahçesinde otururken görürdüm hep. Elinde bastonu, hasta haliyle bile dik otururdu. Bize bakardı uzaktan.
Yıllar yılları kovaladı tabii. 9 yaşlarında çocuktum o zamanlar. Hastaydı zaten dedem yatağa düştü. Durumu Ağır dediler. Bütün kuzenler bizim evde, büyükler dedemin başında. Bir süre sonra babam geldi; deden seni istiyor dedi.
" zarafet yokuş aşağı iniyor, neden yanıma gelmiyor." Demiş, şaşırdım. Saçımı bir kere olsun okşamayan, korkuyla yanaştığım adam beni çağırmış. Gittim ki zor nefes alıp veriyor. Elini öptüm. Parmaklarından bir tanesi morarmıştı. Kızdılar bana elini öptüm diye. Belki de haklılardı. O el bir kere saçlarıma şevkatle değmemişti ki.
Çıkarttılar odadan fazla geçmedi feryat figan büyük annem çıktı odadan.
Dediler; öldü.
tahtadan yatak yapılmış, üzerinde yatırılmış bir dev gibi, beyaz çarşaf örtülmüş üstüne ve bir bıçak. Cansız bedeninin yanında oturdum bir müddet.
Her zaman ki gibi ne o konuştu ne de ben.
Çaprazımızda gecekondudan bozma müstakil bir ev vardı. Orada otururdular. Sokağımızda kalan son müstakil evdi. Adını hatırlamıyorum. Adını o zaman da hatırlamıyor olabilirim. Kimse adıyla hitap etmezdi ona. Herkes bokçu çocuk derdi. Altına sıçardı çünkü. Gayet olağan bir durumda, herhangi bir anda, Misal top oynarken ya da sokakta dolaşırken bile bir anda altına sıçardı. Normalmiş gibi de dolanırdı götünde boklarla. Annesi yoktu. Yaşlı bir Babası ve kendisinden hayli büyük bir abisiyle yaşıyordu. Çocukluk acımasız olabiliyor aslında. Arkadaşlarım ona bokçu diye bağırıp hakaret ettiklerinde hiçbir şey olmamış gibi sessizce çeker giderdi. Sanki altına sıçan benmişim gibi üzülür, utanırdım. Kimseye bir şey de diyemezdim, kuytu köşe bulup ağlardım...
Bokçu çocuk, ya da adı ne ise, şu an yaşıyor mu, ne durumda çok merak ediyorum. Ben ise çocukluğumdan beri aynıyım; başkalarının sıkıntılarından fazlasıyla nasiplenip kendi kendimi yemeye devam edenim...
Henüz 3-4 yaşındayken annemle birlikte köydeki evin arkasında papatya topladığımız günler gelip duruyor aklıma. Yetmiyor gece rüyalarıma giriyor. Kırmızı çizgili kazağım var üstümde, annem örmüş. Annemin saçları yüzümde. Kokusunu hala hatırlarım. Ama ne zaman papatya kokusu duysam bir duvar dibine çöküp ağlayasım gelir. Serde erkeklik var demişler tutarım kendimi. Boyuma posuma bakmam bazen ağlayarak uyurum. Ve ne zaman beni üzseler bir demet papatya alır dertleşmeye giderim. O beni hep dinler, hiç konuşmaz.
Bir sürü var ve bu anılarımı anlatmaya ara sıra hatırlamaya bayılıyorum.
Camiye gitmiştim.müezzin kısmında namaz kılıyordum. Çok tuvaletim gelmişti ama tuvaletim geldi diye namazımı bozamazdım ya.
O yüzden secdedeyken herkes altıma işeyivermişim.
Namaz kıldığım yer ıslanmış epeyce.
ikinci secdede koşarak çıktım camiden.
Atladım küçük bisikletime eve geldim.
Ağlayarak odama kaçtım.
Tabi tüm ayrıntıları aklımda değil.
Matematik sınavının sonuçları açıklanmıştı. Bir soruda işlem hatası yapmış öğretmen yanına çağırmıştı.
+Söyle bakalım hugola bu soru çarpma ile mi olacak bölme ile mi?
(Normalde çarpa olması gerekiyormuş en sonunda öğretmen anlatabildi.)
-Iığm öğretmenim çarpma ile olacak.
+Bak evladım sinirlendirme beni söyle bakayım çarpma mı bölme mi
-çarpma öğretmenim
+bak çarpacam şimdi haa! Çarpma mı bölme mi Ulan!
-çarpma öğretmenim.
Sonra bir tokat yerdeyim.
Üzülmüş olarak yerime geçtim. Sıra arkadaşım gülüyor.
-ya ne gülüyorsun ben dayak yedim sen gülüyorsun
+ehehe oğlum öğretmen bir tokat vurdu yere yapıştın. Beni 5 senedir dövüyor bir kez bile yere düşmedim. Daha ilk tokatta yapıştın yere eheheh.
saklambaç oynardık düzenli. özellikle geceleri. manyağın biri gece diye dümdüz yola yatardı. birisi anneannemin çatısına çıkıp çekirdek yerdi. birisi incir ağacına çıkardı. ebe kim ise canı çıkardı.
alman diye tabir ettiğimiz bir oyun vardı. topu sektirip sektirip kalecinin üstüne abanıyorsun. bizimkiler kale diye kullandığımız durağın üzerindeki çiviye vurdurup topu patlatmaya çalışırdı.
lojmanlarda oturuyorduk. hepimize sapan yaptırmıştı kenan albay. bell bir mesafeye şişeleri koyup nişan alırdık. her defasında bir puşt çıkar, aramızdan birisine sıkar ve kavgaya sebep olurdu. (öncüsü benim çaktırmayın.)
boncuklu tabancalarla mutlaka bir birimize sıkardık. cansız varlık nişan aldığımızı hatırlamam.
3-4 yaşlarında şişko bir çocukmuşum, kollarım da haliyle Lassa lastik adamdan hallice. Kolumda altın bilezik kalmış, çıkaramadıkları için kesmek zorunda kalmışlar.
O zamandan sonra travma mıdır bilmem, hiç kilolu biri olmadım.
hani bazı anlar vardır basittir, detaysızdır; ama etkisi büyük olur. beş veya altı yaşında olmalıyım. hava çok sıcaktı. köylük bir yerdeyiz. annemle babam misafirliğe gittiğimiz evde. ben de evin diğer çocuğuyla bahçede oynuyorum. derken gözleri henüz açılmış bir yavru kedi buluyoruz. hayvan halsiz, bitkin... sadece ince ince miyavlıyor. ben onu severek iyileştirebileceğimi düşünüyorum. sürekli seviyorum, okşuyorum. iyileşmiyor bir türlü. ellerimin arasında ölüyor. oysa ki seversem mutlaka iyileşirdi, ölmezdi. cansız bir şekilde yatıyor. tüyleri hala çok güzel ve çok sarı. ne ağlayabiliyorum ne de hayvanı elimden bırakabiliyorum. ve sonrasında ne oluyor bilmiyorum. sadece yumuşak sarı tüyler kalıyor aklımda. ve kimseyi çok severek iyileştiremeyeceğim...
Çocukluğumun büyük bir bölümü anneannemin yanında geçti. En mutlu olduğum, çok ama çok özlediğim yer. Bahçesinin içinde bulunan meyve ağaçları, tulumbası, çeşit çeşit beslediği hayvanlar, bir dediğimi iki etmeyen anneannem, dedem, teyzem, dayım o zamanlar çok gençler her şey tozpembeydi benim için. Yalnız bu güzel zamanlarımı kötüye çeviren vardı;
Yakışıklı.
Huysuz, aksi bir şey. Yandan yandan bakardı. her an bana saldıracakmış gibiydi. Hatta gibiydi değil saldırırdı.
Anneannemin evi 3 katlıydı ve 2. Katta oturuyordu.
3. Kat iste çatı katıydı fakat anneannem orayı kümes yapmıştı. Bir yaz günü anneannemin komşuları gelmiş, ben de iyi çocuk olup, kapının hemen önünde bulunan vitrinli kanepede oturuyorum.- O zamanlar evlerin kapısı hep açık olurdu.- Kapının ordan hafif bir tıkırtı geldi. Ben de kafamı çevirip baktım. belalım olan yakışıklıyla gözgöze geldik ve gelir gelmez yakışıklı bir hışımla içeri bana doğru koşmaya başladı. Nasıl yerimden fırladığımı hatırlamıyorum. Hatırladığım evin içinde; önde ben, arkamda yakışıklı, onun arkasında anneannem koşuyoruz ve " aaaa" diye hayretle ses çıkartan komşular. Sonuç olarak o günü yara bere içinde kalmadan atlattım. Anneannem yakalayıp dışarı bıraktı onu.
Her sabah 2 yumurta alıyorum diye, nedir bu kin? o zamanlar hiç anlayamıyordum. Gerçi hâlâ anlam veremiyorum ya. Her sabah ya her sabah elimde 2 yumurta ağlayarak aşağı inerdim. Tabii küçüğüm 3/5 yaşlarındayım, gücü bir bana yeterdi.
Seni de unutmadım zalım.
Yaz günleri sabahtan akşama kadar denizden çıkmazdım. Deniz tuzu kokardım bütün yaz. Saçlarım güneşten altın sarısı olurdu. En güzeli de artık güneş batarken iskelenin ucuna oturup kızıla kesmiş denizi, gökyüzünü seyretmekti. Suya baktığımda gümüş balıklarının parlayan sırtını görürdüm. En dipte deniz yıldızları...
Bu tablo hala rüyalarımın fon rengidir. Çoğu gece o iskelenin ucundan denize doğru doğru uçtuğumu görürüm. Genzimde müthiş bir deniz suyu tadıyla...
ilk hatırladığım anı iki yaşlarımın sonları, üç yaşlarımın başları.
evim tadilatta, bahçede taşlar, tuğlalar, çimentolar. koydum üst üste, "bahça duvarından aştım", karşıki bloka gittim, avlusunda bir grup liseli, porno dergisi okuyorlar, ya da bakıyorlar. gittim aralarına;
+n'abıyonuz bre!
dedim.
aldılar beni aralarına. ver allahım ver, ver allahım ver.
yok more yok, şaka. daldım aralarına, birlikte baktık dergilere, cam şişe içtik. güldük eğlendik, sonra onlar gitti. küçük alpertunna jones'un buluşları kısa sürdü, muhterem pederi geldi, iki tokat, doğru eve.
Atari salonunda street fighter oynamış nesil beni çok iyi anlayacaktır. Bu oyunda Balrog diye boksör bir karakter vardı. Kolu sol,sağ yapıp yumruk tuşuna basınca aduket atardı. Ben birgün yine böyle kaptırmış aduket atarken artık nasıl gaza geldiysem atarinin o kolu löp diye elimde kaldı. Bir elimde kol mal gibi ekrana bakakaldım. ilk panik anı geçtikten sonra kolu yavaşça yerine dik bir şekilde sabitleyip yavaşça arkama bakmadan çıktım ve şener şenvari koşuşumu yaparak uzaklaştım.
Bir dönem istisnasız her gece altıma işiyordum. Doktor, hacı, hoca para etmiyordu. Hatta bir ara su içirmeyerek önlem almaya çalıştılar o gece daha çok işedim.
işte bu zamanlarda misafirliğe gittik. Annem yanında kocaman naylon getirmiş altıma sermeye. Gururum örselendi o gece üst üste 3 kere altıma işedim. Kendi rekorumu egale ediyordum. Milletin çocuğu sbs, oks sınavında rekor kırar ben çişte rekora koşuyordum. işte bu rekor kırdığım sabah ev sahibinin fısır fısır soylediği "bu ne biçim çocuk içinde tanker var sanki" cümlesi çok örseledi beni. Çok kırıldım. Bir daha o günden sonra hiç altıma işemedim.
oturma odasının tam göbeğinde kömür sobamız vardı. abimle yanan sobanın üzerine çamaşır suyu şişesi koymuştuk. şişe eriyip yanmaya başlayınca aldık ama o sıcaklıkla parmağı yandı abimin hemen yere savurdu şişeyi sonra halının kenarı tutuştu anam geldi seri müdahele etti de bir aile faciasından kurtulmuş olduk. ben yapmamıştım zaten abim yaptı hep. ulan abi.