çocukluk. hayatımızda hiçbir zaman hiçbir şeye bu kadar masum bakamayacağımız gerçeğini anladığımızda, benim gibi çırpınır durursunuz. bir kez daha o gözle bakabilmek adına yırtarım kıçımı yazarım bir şeyler ama, ne derece mümkün olur ki?
sağlık sorunları çeken bir anne, o dönemin imkansızlıkları yüzünden doğru dürüst ameliyat edilmemiş bir bel fıtığı hastası. ancak ağrıları dinmeyince kaplıca önermiş doktor ve çocuklar köye gönderilmiştir.
orada köy yerinde işlere yardım etmesi beklendiğini bilmez küçük çocuk ve dağda bayırda gezer, iş yapanların kendini gezdirmesini tuvalete götürmesini falan ister sürekli.
ama bir hobi vardır ki akıllara zarar. Her hafta bir gün dut ağaçları sallanır pekmez yapılmak üzere. O arada ağaca çıkıp dut yemek ister. Dutlar toplanır tabağa konulur. Sırf bu küçük çocuğun hayattan alacağı tadın içine sıçmak isteyen birileri yapar bunu. Çocuk ısrarla ağaca çıkmak ister, her çocuk bunu yapmıştır, kimisi oyun bahanesiyle kimi meyve yeme bahanesiyle.
yüksek bir yerden insanlara bakmanın keyfini yaşamak istediğinden ısrar eder. Ve dut ağaçlarından birine abisi tarafından çıkarılır. roller coaster dakinden daha heyecanlı ve korkunçtur. liseli abi tarafından tek kolda tutularak elli yıllık dut ağaçlarının tepelerinde gezdirilirken, az önce ki isteğinizden eser kalmasa da, erkekliğe bok sürdürmez, bir dala sincap gibi yapışır kalırsınız. sizi her an bir el tutsun istersiniz.
dut sallanırken, kafanıza düşen dutların bıraktığı yapışkan saçlara dokunursunuz bir elinizle.
sonra abiniz, güvenli bir şekilde, sizi yere indirir. ayaklarınız yere tekrar bastığında, savaş galibi bir komutan gibisinizdir.
ve sonrasında, ya gidip karınca dövüştüreyim dersiniz, ya da bayırlardan patikalardan aşağı taş yuvarlamaya gideyim dersiniz.
boyları herkesten kısa olan çocukların bunalıma girmeleri sonucu herkese tepeden bakmak için buldukları uzun şeylere çıkma meraklarından ileri gelen bir eylemdir.
çocukların kafaları, kediler gibi her daim güzeldir. serhoş gibidir ikisi de. ondan kedi gibi ağaca tırmanır, saklanır, kendi kendine oynar, gülerler. kediler de ayaklarıyla, elleriyle kendi kendine tıpkı deli otu içmiş gibi oynar ve eğlenirler. bebekler de kendi ayaklarını uzun uzun inceler ve kahkaha atarlar! deli bunlar deli!
çıkarken 'bastığı' hava inmeye çalışırken ağlamaya dönüşen çocuğun merakıdır. eğlencesi yıllar sonra dahi gülümsetir...
apartmanın yakışıklı abisinin yanağımı sıkarken bana aşık olduğunu düşünecek kadar önceydi, sevgilisinden güzel miyim değil miyim diye aynada kendimi seyrettiğim günler...
peşimdeki beladan kaçma amaçlı evimizin önündeki erik ağacına çıkmış, ağacı sallayıp beni aşağıya düşürmeye çalışan belaya küfür ederek ağlıyordum. isabet ettirdiğim eriklerin çıkarttığı tok ses ise hem ağlamaklı hem gülmekli bir hale sokuyordu beni...
ta ki karşıdan el ele gelen çifti görene kadar...
belaya küfür etmeyi bırakmış ilk ihanetimi yaşarken sulu sulu gözlerle onları izledim. ağaç, yanağımı sıkarkenki gülümseyişi, bütün yaşanmışlıklarımız film şeridi gibi geçerken hıçkırıklarımın fonunda duygusala bağlayan sekiz yaşında bi çocuktum.
sonra alçak bana yaklaşarak:
-mutlu yazar ağaçta mı kaldın
+evet hık hık
-tamam dur korkma indiricem seni
+hık hık tamam sen geldin ya korkmam zaten
beyaz atlı prensimin boynuna sarılmış yere iniş yaparken sevgilisine hayatımın bakışını attım... bi daha da o özgüvene hiç sahip olamamışımdır herhalde...
*gördüğün gibi o benim...