çoğu insanın başından geçmiş olaylardır.*
dün gibi aklımda..
7-8 yaşlarındaydım. geriye dönüp baktığımda fazlasıyla saf bi çocuk olduğumu görebiliyorum.her gün olduğu gibi o ders gününü de hiç haylazlık yapmadan bitirmiştim. o zamanlar sabahçı-öğlenci olayı vardı. sabahçılar, sabahın köründe kalktıkları için daima öğlencilere özenirlerdi. öğlenci oldukları zaman da, sokakta oynamaya fırsat kalmadığı için sızlanıp dururlardı. o sıralar bende sabahçıydım.saflığımın üstüne birde uyku mahmurluğu eklenirdi.o öğlen teyzem ve benden 4 yaş küçük kuzenim beni almaya geldiler. malum , o yıllar karşıdan karşıya geçerken birilerinin elini tuttuğumuz yıllardı. arabalar gözümüze bizi yutmaya hazır canavarlar gibi görünürlerdi.
teyzemlerin evi yürüyüş mesafesindeydi. yürümeye başladık.bi yandan etrafıma bakınıp diğer yandan o gün verilen ödevleri düşünüyordum. güneş tepemizde parlıyordu. birazdan teyzemlerin evinin önünde olacak ve benim gibi sabahçı olan arkadaşlarımla oyunlar oynayacaktım.yürümeye devam ettim.sağ adımımı attım fakat sol adımımı atmaya fırsatım olmadı sözlük.kendimi bi anda dünyaya aşağıdan bakarken buldum. bildiğimiz börtü-böcek, karınca bakışı. güneş tepemizde parlıyordu. içinde bulunduğum vaziyeti idrak etmek 5-6 saniyemi aldı.* kimliği belirsiz birinin kapağını açtığı kanalizasyon deliğine düşmüştüm. tam olarak düşme denemezdi. bu deliğin içine yalnızca bir bacağımla düşmüştüm. sol bacağım akrobatik bir hareket yaparcasına yukarıda duruyordu. nasıl ikiye ayrılmadığımı hala merak ederim. bu esnada çenemi de betona vurmuştum. muhtemelen mosmor bir hal alacak ve bir kaç ay insanlar beni çenemdeki morlukla tanıyacaklardı. bunları düşünüp etrafımı incelerken bacak sayısında artış olduğunu farkettim. beni oradan çıkardılar. aslında sol bacağım halinden memnundu, hiç değilse estetik bir görüntüsü vardı.onu sağ bacağımın yanına getirmek için biraz uğraşmam gerekti. sonunda suratımdaki kıpkırmızı ifadeyi saymazsak eski görüntüme kavuştum. ne yazık ki bu görüntünün bir kaç saat içinde değişeceğinin farkındaydım. bana bir süre eşlik edecek olan morluklar hafif hafif kendilerini göstermeye başlamışlardı. bu arada deliğe tek bacakla düştüğüm için kanalizasyondan nasibimi almamış olduğumu belirtmek isterim. sol bacağım beni bokun içine düşmekten kurtarmıştı.
aslında morluklar, utanç duygusu ya da ruhumda açılan o derin yara(!) değildi bu olayı unutulmaz yapan. toparlanıp tekrar yürümeye başladığımızda, o sıralarda 4 yaşında olan sevimli, mini mini kuzenim bana döndü ve bilmiş bir tonla:
-aval aval etrafına bakacağına önüne baksaydın, dedi.
o an beynimin içinde binlerce ses yankılandı.aval, aval, aval, aval, aval,...
ufacık kızdan azar yediğime mi yanayım yoksa kanalizasyon deliğine düşmeme mi bilemedim.
okul tuvaletine küçük çişini dahi yapmayan bünye, son ders bitiş zilinin çalmasıyla maratona katılan atlet edasıyla okul ve ev arasındaki iki kilometrelik mesafeyi katetmeye başlamıştı. koşarken iki bacağının arasındaki pipisi sağa sola çarptıkça idrarın yapmış olduğu tazyik daha da çekilmez bir hal almıştı. vücudundan çıkan ter damlaları yoğunluğunu arttırsa da, ucuna kadar gelen idrardan hiçbir şey eksiltmiyordu. büyüdüğünde nail olacağı sabrın ilk testlerini yaşadığından habersiz eve yaklaşmıştı. yolda gördüğü eşe dosta pipisini bırakıp selam verme zahmetinde bile bulunmamıştı. apartman kapısının önüne geldiğinde, her zaman açık olan kapının kilitli olduğunu görünce ilk öğrendiği ve hayatı boyunca diline dolanacak olan o küfrü etti. "ananı si.iyim". elini cebine atıp anahtarı yoklarken bile pipisini sıkmadan edemiyordu. neyseki ilk denemede doğru anahtarı bulup asansöre yönelmişti, asansörün zemin katta olması için bildiği bütün duaları ederek. asansör kapısına geldiğinde iki kere ağzından "ananı si.iyim, ananı si.iyim" çıkıverdi. asansör yedinci kattaydı ve kendi evi de son kat olan yedinci kattı. pipi ucundan artık gelmeye başlayan minik damlaları düşünmeden beklemeye koyuldu. artık asansöre binmişti. bu yolculuk hayatının en uzun yolculuğu olacaktı. asansörün tak sesiyle kapıya vurduğu tekmeyle çıkıverdi dışarı. cennete kavuşmuşcasına koşuverdi kapıya, bastı zile. sonra bir daha bastı. normalde on saniyeden uzun bir sürede açılmayan kapı açılmıyordu. gözleri üzerine gelen man kamyona bakarcasına fal taşı gibi olmuştu. yaşadığı duygu karmaşası pipisinin ucundaki tazyikle bölünüyordu. elini cebine attı, anahtarı yoklarken artık zaman onun için durmuştu. açık gri pantolonu, yavaş yavaş sıcak bir hisle koyulaşmaya başlamıştı. kafasını hafifçe yukarı kaldırdı ve gözlerini yumdu. diskalifiye olmuştu yarıştan ama o an için bu onun umrunda değildi. kapı önündeki mermerin sararması bitince kapı açılıverdi. pringles ağlamaklı gözlerle bir annesine, bir buhar çıkan pantolonuna bakıyordu. kalakaldı oracıkta. ama öğrendiği bir şey vardı artık. "nerede bir delik, çimen, duvar dibi, apartman boşluğu, umumi tuvalet görsen işe."
rahat biri olmamdan sebep o zamanda utanmamıştım bunlardan ama hoş değildi elbet yaşananlar.
* halamın benden iki yaş büyük oğluna fazlaca düşkün olmamdan sebep ilkokula "bak mert de o okulda" dedikleri için bir hevesle başladım. sınıfa girdiğimde mert'i göremediğim için kıyameti koparttım. yaklaşık 3 hafta boyunca ilkokul 3 lerle (yani mert'in sınıfında) derse girdim. alıştıktan sonra 1.sınıfa geri döndüm. okuma yazmayı en geç ben söktüm.
* izmitliler bilir; eskiden faytoncu şefik vardı. hatta bi ara ilkokul servisliği dahi yapmışlığı var. şefik amcanın yanındaki iki kişilik yeri kapmak beceri isterdi o vakitler. kaptım diye sevinip, ayağa kalkıp abuk sabuk hareketler yaparken ben, hareket halindeki faytondan düştüm. acısı mühim değil de buna şahit olan çocuklardan bazıları halen görüştüğüm kişiler. her ortamda anlatmaktan çekinmezler bu hadiseyi. sağolsunlar.
* denize ve denizdeki canlılara olan merakım küçük yaşlara dayanır. 4 yaşındayken herkesten gizli iskeleye çıkıp berrak sudaki balıkları izlerken, balıklar iskelenin altına ilerlediler bende takip edeyim diye eğilince denize düştüm. neyseki kurtardılar. deniz korkumu yenememdeki sebep bu olsa gerek. incelemek lazım.
* koca kafalı kardeşim kafasını balkon demirlerine sıkıştırdı bi seferinde. "nerde bu çocuk" diye sorduklarında komşuya gittiğini söyledim. saatlerce gelene geçene baktı akıllım, gıkı çıkmadı. hatırladıkça üzülüyorum bak.
* babamın arabasının bagajında her daim içinde temiz çamaşır, bir adet gömlek, çorap vs bulunan valizi bulunurdu. işi gereği yurt dışına çıkardı zaten ama ne zaman gideceği belli olmazdı pek. bir gün o valizi eve getirdi içindekileri değiştirecekti sanırım. gece ondan gizli içindekileri boşaltıp yerine saçma sapan şeyler koydum. sabah valizini aldı ve gitti. gittiği yerden bizzat beni aradı pek tabii.
* kardeşimin de benden eksik kalır yanı yoktu aslında. bi yerden arabayla dönerken "ne kadar efendi çocuklarınız var" diyen aile dostumuza söyleyemedik önümüzdeki çöp kamyonunun arkasına asılmış olan okul üniformalı çocuğun kardeşim olduğunu. babam akşam bizzat onla da ilgilendi pek tabii.
yağmurdan ötürü ıslanan pantalonunuzu çıkartmak zorunda kalıp, altından çıkan anneannenizin ördüğü ve bin türlü yemin, tehdit ayrıca cebren ve hile ile giydirilmiş renkli-yün-don la ilkokul arkadaşlarınızın önünde küçük düşmek, alay konusu olmak, bir süre oyunlardan dışlanmak, v.b.
sokakta oyun oynarken okul saatinin gelip çatmasıyla birlikte eve çıkıp çantamı alıp okula gitmiştim ki tam okul kapısına geldiğimde ayağımda sokak terliklerimin olduğunu fark ettim, hoş olmadı tabi. bir keresinde de (ilkokul 8. sınıftı sanırım)resim dersinde resim çantamı açtığımda içinden kardeşimin sünnet terlikleri çıkmıştı sağ olsun benim salak kardeşim ben görmeden atıvermiş onları resim çantama, çok utanmıştım çok. ne işi var benim resim çantamın içinde sünnet terliklerinin!
kreşe giderken binanın içinde farklı ayakkabılar giyerdik. içeri ayakkabısıyla dışarı ayakkabısı farklıydı. benimde içeride giydiğim ayakkabım yırtılmıştı azıcık. bir müddet o şekilde giymek zorunda kaldım. ama paramız olmadığından değildi yani. annem çok yoğun çalıştığı için o aralar çarşıya çıkmaya fırsat bulamamıştık sadece. o gün herkes bana ayakkabıların yırtık olduğu için gülmüştü ibnetorlar. bende ağlamıştım bir köşeye pısıp. olayı anlatınca annemle ertesi gün yeni ayakkabı almaya gittik. hemde ışıklı mışıklı. hepsi göt oldu. (bkz: bu da böyle bir anımdır)
gidilen internet kafede 1 saat kiralamak. 20. dakikada inanılmaz sıkışmak. para boşa gidecek diye kalkmamak. sandalyeye bütün çişi bırakmak. ardından kurur umuduyla 1 saat daha kiralamak. *
salak ile avanak filmini izleyip özenmiştim. gittim dilimi buza yapıştırdım. ciddi yapıştı yani. kaldım öyle hede hede hede. annem az gülmemişti ya. küçüktük anasını satayım.