meşakatlidir....
insanın kaderi o dönemlerden başlayarak onu takip eder..
çocukken mahallede top oynar bilyalı arabayla kayardık falan, aynı binada oturduğumuz gönül diye bi abla vardı, mahallede onca çocuk olmasına rağmen hep beni görürdü onca çocuğun arasından ve bakkala gönderirdi sürekli.. öyleki günde bazen yedi sekiz kez yaşanırdı bu,
oyunun en heyecanlı yerinde bakkala gönderirdi üstelik..
bi gün arabanın arkasına saklandım, avazı çıktığı kadar bağırdı ;
+ mad meeeeeen gördüm seniiiiiiiiii arabanın arkasına saklandın, bak annene söylerim seni ! çıbuk çıbuk koş bana yarım kilo patatesle iki tane ekmek al hadiiiii çabuk koşşş..
mahallede herkes çok severdi beni, mısırcı falan gelirdi bazen..
hasbihal annemin evde olmadığı bi an'a denk gelirse millet hapur hupur alır yerdi mısırları, ben şaşkaloz olurdum ! hemen dördüncü katın ziline basar kibar abla'ya bağırırdım :
- kibaaaaaaaaaaaaaaaaaaar bana mısır alsaaanaaaaaaaaa..
aşağı ahşap çamaşır mandalına tutturulmuş 5 tl atardı hemen kibar abla, yerli usain bolt edasıyla koşar mısırcıyı yakalardım sokağın sonunda.! ( kaçabiliceğini sandın dimiii ) sonra paranın üstünü bırakmaya gittiğimde kibar abla eve çağırır masanın sandalyenin falan ucundan tutturur evin tüm şeklini benimle beraber değiştirirdi, bizim mahallenin kadınlarında bu huy o zamanlar feci şekilde zuhur etmişti...
çocukluğumdan beri en sevmediğim şeyin kalabalık olmasına rağmen, oturduğumuz evlerin hepsinin tam dibinde semt pazarı olmasınıda beni takip eden kaderime bağlıyorum..
salı pazarı, çarşamba pazarı, cuma pazarı, pazar pazarının müdavimlerindendim hep.. yerlisiydim o pazarların, çünkü sokakdan çıkabilmek için zoraki olarak içinden kısmende olsa geçmek zorundaydım..
pazarcıların 'koy torbaya gönder almanyayaaaaaa', 'nazar etme ne olur, gel al seninde oluuur' diye bağırmalarını hiç unutmam.
bi keresinde çok yaşlı bir teyzeye denk geldim, tam pazarın kenar çıkışından boş sokakda ellerinde 7-8 poşetle badi badi adımlarla yürüyodu, ellerindeki poşetlerin ağırlığı adeta yüzüne yansımıştı..
bilirsiniz işte, çocuksunuz ve şimdiki kadar algılarınız kuvvetli değil, top oynamak o zaman en büyük heyecan oraya doğru koşar adım ilerliyorum..
ama gözlerim onda..
önüne geçmeme rağmen yinede yüzüne baktım ve yüzündeki ifadeyi görmemle teyzenin poşetlerini elimde görmem bir oldu..
uzunca bi yol kat ettik, dümdüz bi sokakdan yürüdük ve o hep merak ettiğim büyük bahçeli uzun duvarlı muhteşem evin bu teyzeye ait olduğunu kapının önüne gelince fark ettim..
bana poşetlerinden bir elma ve bir kaç çilek vererek teşekkür edip yanağımdan öpmüş, sonra poşetlerini alıp evine girmişti..
o teyzeyle sonrasında iki kere daha kader aşağı yukarı aynı vaziyetlerde bir araya getirdibeni,
ve ona yardım etmeyi yine ihmal etmedim.. hatta bayramlarda elini öpmeye giderdim..
insanın kaderinin insanı takip ettiğini iddia etmiştim yazımın başında, evet.. bence ediyo..
yaşım dahada büyüyünce kibar ablanın kocasının çok alkol içtiğini eve hiç gelmediğini,
gönül ablanın 5 yıllık evli olmasına rağmen çocuğunun olmadığını,
o teyzeninde bir çocuğunun yurt dışında okuduğunu ve eşinin yıllar önce vefaat ettiğini öğrendim..
bunlar bir rastlantı mıydı ?
belkide..
ama yaradan'ın beni hep ruhu doymuş kalbi sevgiyle dolu iyi insanlarla karşılaştırmasının rastlantı olduğuna beni kimse inandıramaz..
balkonlardan mandala sıkışmış paralar atıp ekmek aldırılır o çocuğa, dersleride iyidir, komşu teyzeler çocuklarına bak o çocuk böyle yapıyormuş diye örnek gösterirler, diger çocuklarda içten içe kıskanırlar onu.
mahallenin kızlarına üzerine aşk sözcükleri yazılmış kağıt götüren o fırlama çocuk bendim işte.!
tamam belki teyzeler sevmezdi ama mahallenin tüm abileri bana bayılırdı lan..
ayrıca teyzelerin sevdiği çocuk olmak önemli.. teyzeler seviyosa, kızlarıda sever çünkü *
çocukken mahallenin en sevilen çocuğu olmak her çocuğun yaşayamayacağı bir duygudur. bazı çocukların suratı turşu satar, zaman abileri bu çocukları gördüğü anda yol değiştirilirdi. lakin güler, yüzlü ve sevimli çocuk her daim sevilir, kucaktan kucağa gezdirilirdi naber, koçum replikleriyle ne istersin, sana ne alayım gibi çocuğa bir şeyler ısmarlanır, gönlü yapılırdı. bu tür sevimli çocuklara bazen bakkala gönderilir, artan para üstü bahşiş verilirdi.
fakat günümüzde huyundan mı suyundan mı pek sevimli çocuk kalmadı. ne misket oynayan, var ne seksek. veya saklambaç oyunları. çocuk takımı sanki doğduğu anda azrail gibi doğuyor, bir bakkala bile zor gönderiyorsun. 10 yaşına gelmiş ağzında sigara ne sevimliliği var nede albenisi. insanların değiştiği gibi eski kalite çocuklar ve insanlar maalesef artık yok. olanlar, ise devlet tarafından koruma altına alındı. *