bizim deeee! diye bağırarak cevap vermek istediğim söylemdir.
çoğu da bisikletten düşmekten olurdu, diz kapağı, bacak falan parçalanırdı.
işin ironik yanı da o yaralara aldırmadan ertesi gün yine bisikletin tepesinde bulurduk kendimizi..
hiç kabuk tutmazdı o yaralar, kanar dururdu, tıpkı bugünkü yürek yaralarımız gibi...
keşke çocuk kalsaydım diye kaç kez demişizdir kim bilir, biz yetişkinler...
dün farkına vardım bunun da, komşunun küçük kızının bir an önce büyüme isteğini görünce..
ağzının ortasına yumruğu geçirmek istedim sözlük, büyüyüp de napacaksın salak kız diye..
çocuk olmak gibisi var mı be sözlük...
deli sikmiş gibi bir oraya bir buraya hoplayıp zıplamaktan kaynaklanır.bisikletle hareket yapmaya çalışırken düşmekten kafamın şekli değişti be sözlük.
günümüzde çocuk dediğin, ne bilsin bisiklet sürmeyi, ağaç tepesinde gezmeyi, kovalamacayı, saklambacı, yakan topu, körebeyi, vs... ne bilsin düşüpte kanattığı dizlerinin acısına rağmen oyunun tadını almaktan vazgeçememe duygusunu. günümüz çocukları bilemez o yara kabuklarının ,çocukluğunu yaşamış olmanın kanıtı olduğunu... nerden bilsin ki ? eşekler gibi okul,dershane, ev arasında koşuşturur küçücük yaşında-oyun çağında- , oynayacağı bir yeşil alan kalmamış, yollar vızır vızır araba; site ve apartman bahçeleri araba dolu, gürültü etme, dur , sus, döverim, kızarım diye çemkiren site-apartman sakinleri... ne bilsin çocuk dediğin, 'çocuk' olmayı; diz kapağında var olması gereken yara kabuklarını ?
...acıdığında ağlardık. belki sokaktan geçen bir teyze gelirdi yarayı temizlemeye o an, belki de annemiz koşar gelirdi evden. biricik yavrusunun göz yaşlarını silmeye. şimdiki annelerde göz yaşlarını siliyor, ama kendisininkileri. çocuklarını bilgisayar tuzağına kaptırdığı için...
çocukluğu tam anlamıyla yaşamış biz son neferlerin haykırışı.
çocukluğunu sokakta oyun oynayarak; dolayısıyla düşe kalka, kollarındaki ve bacaklarındaki yaraları birbirine göstererek geçirmiş olan insanların söylemi.
biraz da özlem ve sitem kokuyor sanki, geçmişi anımsamaktan dolayı masum bir gülümseme taşıyor insanın yüzüne.
diz kapaklarımla kalmazdı, top oynarken düşme sonucunda sırtım, kafam, kollarım bile yara kabuğu doluydu. Eve gidince kendimi harp gazisi gibi hissederdim. Bir bardak su getirene "su gibi aziz ol yavrum" diyesim gelirdi.
sadece dizler değil dirsekler, kollar ve bacaklarda muhtelif bölgeler mütemadiyen yara bere içindeydi. zira bisiklete binmeyi mahallenin büyük çocuklarının kendi çaplarındaki destekleriyle öğrenmiştik, bolca düşe kalka. her apartmanın bahçesinde hangi ağaç var bilirdik, canımız ne zaman isterse bir ağacın altında, bir dalın üstünde yıkamadan meyve yerken bulabilirdik kendimizi. çinçon oynardık ipler çizerdi bacaklarımızı. yüksek yerden atlama yarışması yapardık, ayak bileklerimiz burkulup, topuklarımız acıdan çatlayana kadar. bir de merdivenlerden üçer beşer atlama yarışı. önce ikişer ikişer ve son kata gelince yaşa ve cesarete göre dörder beşer. çocukken sahip olduğumuz bütün saçma ve yaralayıcı şeyler güzel ve mutluluk vericiydi aslında. şimdi dizlerimizde eskiden kalma izler de olmasa unutacağız bir zamanlar küçücük şeylerle ne çok mutlu olduğumuzu. nahoş.