çocukken yaptığın en büyük hata ne diye sorsalar kız kaçırana para vermek derim...tamam mantar tabancası ve fişeklere verilen paralar bi yana ama kız kaçırana para vermek ayıp.yani şimdi ki aklım olsa hayyatta vermem.o zamanlar sen git kız kaçırana para ver şimdi tırmala.yeğenlerime bakıyorum onlarda veriyolardı.eğittim,1 haftalık kampa aldım.yapmayın dedim.bu kızlar 10 sene sonra size yüz vermez dedim.1 haftalık yoğun eğitimden sonra bu bayramda verdiğim eğitimlerin işe yaradığını görünce kenan işık'tan 500 milyar kazanmış gibi oldum.
dile kolay 5 yeğenimin hayatını kurtardım!.
mantar tabancası denilen olay başlı başına saçmalıktı.yani dünya para verip mantar al sonra ajancılık oyna,yok ben seni önce vurdum,yok sen önce öldün diyip oyunu bitirememe sonra arkadaşına küs 1 saat sonra barış bir daha oynamak için bakkala git
bi dünya daha mantar al bakkalı zengin et.bakkallar çocukların gözüne bakıyor kavga etsinler die tabi siz bunların çok sonra farkına varıyorsunuz.
havai fişek olayı ise daha ilginçtir.veletler parayı verirler fişek alırlar ama sabırsızlıktan dolayı akşamı bekleyemezler ve öğlen 2'de havai fişek atarlar.e tabi ki hiç bir işe yaramaz.sonra bakkala bok atarlar lan bu adamın malları dandik diye.
kızların da çok saçma oyunları vardır.ip atlamak,çember çevirmek gibi.galibi yoktur o oyunların çünkü hiç bir kız yenilgiyi kabul etmez.tıbkı erkeler gibi küserler ama 1 saat sürmez 2-3 gün sürer.ilginçtir küsen kız 2-3 gün kızların grubuna girmez,erkeklere katılır doktorculuk oynayalım der.ve doktorculuk oynanır ne olduğu bilinmeden.tanışılır sonra o size güral porselen'den 75 parça çatal bıçak takımı
aldığını ve size yemek yapıcanı söler.siz de yemeği yemediğiniz halde oyun bozancılık olmasın diye ''yemek çok güzel olmuş'' dersiniz.sonra kız ardadaşlarıyla barışır,ip atlamaya,çember çevirmeye devam eder...
sizde o günden sonra ''doktor olursam arap olayım'' dersiniz.
ve kızları anlamadığınızın o gün farkına varırsınız...
çocuklar sabırsızdır...
keşke çocuk olsam da sabırsız olsam...
öğlen 2 de havai fişek atsam...
hiçbir şey anlamasamda....
sabahtan akşama kadar sokakta oynayıp öğle yemeği için zorla eve sokulmayı, annenin giydirdiği mis gibi kokan yeni yıkanmış ebiseleri anneye kirletmeyeceğimize söz verdiğimiz halde kirletmeyi, akşamları eve gelen babayı sokağın ucunda gördüğümüzde ona doğru tüm hızımızla koşup kollarına atlamayı, omuzunda eve girmeyi, boyumuz zile yetişmediği ve eğer eve çıkarsak bir daha aşağı inmemize izin verilmez diye düşünerek para istemek için var gücümüzle annnneee diye bağırmak, sepetin içinde aşağı inen parayla abur cubur almayacağımıza söz verip şekerleme, çikolata vb. tatlıları karıştırıp gece boyunca mide bulantısından uyuyamamayı, ayağımızın altında çatapat* patlatmayı, şımartılmayı* özlemektir.
abinin sapanına imrenip zorla abiye sapan yaptırmak, ardından sinir olunan çocukları sapanla vurmayı özlemektir.
sokakta oynayan çocukları görünce iç çekmektir.
yapılanlar hatırlanınca sanki fotoğraf albümüne bakıyormuş gibi gözlerin dolması, yüze masumluğun ve tebessümün geri gelmesidir.
bayramlar vardır cocukken yasanan gercekten cocuk oldugunu hıssettıgın anlar..
kıs ayları ramazanlarda tum aıle ıle toplanıp o heyecanı yasamak..
balon şişirmek vardı küçükken en büyüğünü hangimiz yapardı acaba..
sapanla kuş vurmak becerememek o yaşta can acısını bilmemek..
düşüp kalkmak kalktıkça kabuk bağlayan yarayı sarmak yeniden..
kelebekleri tutmaya çalışmak onların alabildigine sizinle dalga geçmesine izin vererek..
dur durak bilmeden koşmak bir top peşinde,ip atlamak doyasıya..
acının ve üzüntünün yerini alan bir tebessümdü o yıllarda yüzde olan..
bir şeker vardı agzımızdan düşürmediğimiz..
hastalanırken bütün ev halkının üşüşmesi tepenize..
annenin sıcak kucagı vardı bagrına bastığında..
bananın yolunu beklemek her akşam ik önce bir öpücük sonra alınan çikolatalar..
işte hep cocuk olmak var aklımda...
sokak çocuklarının yapamayacakları bir olaydır.zaten köprüaltlarında yaşanmış bir çocukluğunda özlenecek bir tarafı yoktur. kişinin tiner çekmiş bir arkadaşı tarafından öldürülme ihtimali olduğundan,çocukluğu özleyecek yaşa kadar yaşayamama olasılığıda yüksektir.
cocuk olmayi ozlemek masumiyeti ozlemektir, sorumluluklardan yükümlülüklerden uzak sadece icinde bulundugun anı yasamayı ozlemektir... hele eski fotograflara bakarken daha da artar bu ozler, ici ezilir insanın, belli edemez. "cocukken de pek celimsizmisim, baksana nasil cikmisim fotografta" deyip konu degistirilir...
dizim uf oldu bugun.
mac yapiyorduk halisahada. gerci agli kaleler vardi, iki tane tas yerine. bir de guzel bir yesil zemin, tas, toz, toprak yerine. bir de koca koca adamlar, omuz omuza mucadeleler... bagiran cagiran da yoktu, gollere itiraz eden, mizikcilik yapan da...
mac sonunda uzerimi degistirirken baktim dizim kaniyordu. bir anda cocuklugum geldi aklima. o sizladi, ben yalanciktan bagirip cagirdim faul diye. o sizladi, ben cikolataya bulanmis agzimi sildim ustume. o sizladi, ben 'sobe!' diye bagirdim sevincle. o sizladi, ben ilk askimi opup kactim arkama bakmadan. o sizladi, ben annemin koynuna girdim saclarimi oksasin diye...
dizim uf oldu bugun. kabuk tutmasini bekledim, bir guzel soyayim diye.
dizim uf oldu bugun. bir anda cocuk olmayi ozledim ben de...
geçmişe özlemle yaşayan ağlakların sıklıkla başvurduğu eylemdir. nedir lan bu insanlardaki geçmişe özlem. yok top oynarken ayağım kaydı, düştüm, dizim kanadı, uf oldu, yok vay vay vay bi çizgi film vardı da o neydi öyle ne severdim onu. geçin lan bu ayakları. büyüyün biraz. sonra da çıkıp ülke gelişmiyor ayakları yaparsınız. tabii gelişmez böyle. sen daha çağı yakalayamamışsın, çocukluk anılarınla millete prim yaparım havasında takılıyorsun, sonra da yandık falan diye velvele çıkarırsın. olmaz. çok yanlış. büyüyün be. ya da hiç olmazsa biraz da olsa yaşınıza yakın bi çocukluğu hayal edin. gerisi sizi aşabilir.
büyüdükçe dizlerin yaralarını kalbin yüklenmesi sonucu özlenen yıllardır dönemdir. anne kucağında uyumayı özlemektir bir düğünde. sokaktan geçen mısırcıdan ''kızım onun içinde çamaşır suyu var'' denmesine rağmen ağlaya zırlaya o mısırı aldırabilmektir anneye. salıncak sırası beklerken parkta, pamuk şekeri eline yüzüne bulaştırmayı özlemektir. barış manço nun adam olacak çocuğunu izlemeyi özlemektir...
yetişkin her insanın bir kez de olsa duyduğu özlem. tek derdin, vitrindeki oyuncak olduğu, kurdelalı saçlarla okula koşulduğu, tek ağlama nedeninin yaralanan dizler olduğu, anneye özenip domates doğrarken kesilen parmak, okuldaki yıldızlı pekiyi, sokaktaki bisiklet turları, apartman önündeki kola içme yarışları yapılan günlere dönmek istemek. hep orada; o mahallede, henüz ölmemiş anneanneyle, dedeyle yaşamak, hep aynı bakkala gitmek, hep aynı sınıfta olup zamanın durmasını dilemek.
özellikle yirmili yaşlarından yavaş yavaş uzaklaşmaya başlayan insanlar hisseder bunu... çocukken "keşke artık büyüsem" repliğini kullananlar (ki büyük bi çoğunluğu kapsıyor zannımca) "keşke yeniden çocuk olsam" ı kullanmaya başlarlar.
büyüdükçe üzerine çöken sorumluluklardan bıkkınlık gelmesi durumunda yoğun bi şekilde hissettiğin şeydir. herşeyiyle güzeldir çocukluk; yaşamak oyundur ve bu oyunun içinde kötülük yoktur, tek dert arkadaşlarınınkinden güzel bir oyuncağa sahip olabilmektir.
çocuklar hata da yapsalar önemsenmez, çocuk işte denir ve geçiştirilir. oysa ki insan büyüdükçe hata yapma olasılığı çoğalırken diğerlerinin bunlara toleransı azalır.
çocuk olmak hayatın bir çok acı gerçeğiyle yüzleşmemiş olmak demektir ve yapılan yanlışların o kadar da önemsenmemesi demektir.bu yüzden herkes zaman zaman çocuk olmayı özler..
çok gereksiz ve saçma bir düşüncedir. hayat her yaşta yaşanmaya değerdir. sorumluluk almaktan korkan insanların çok basit bir şekilde ucuz popülizm yapma çabasıdır.
geçmiş, şimdi, gelecek diye bi kavram bile yok o zamanlar. hep bi masumluk söz konusu, "yatcaz kalkcaz yatcaz kalkcaz"ların ardından "gelecekler" var!
çocukken arka bahçede yetiştirdiğimiz çiçeklerin yerini, artık ölenlerin mezarlarında yetiştirmeye başlanan çiçekler aldı. eskiden sevinçle sulardık o çiçekleri şimdi mezardakileri gözyaşıyla büyütüyoruz.
bayram sabahlarında eskiden heyecandan içimizde bi oraya bi buraya vuran kelebekler artık can çekişir oldu.
içimizdeki çocuğun oyunlarına iştirak eden inle cin...
büyüdük olum...
büyüdük ama, aslında gerçekten de kalbimizin yumruğumuuz kadar ufak olduğunu anladık o ayrı.
biz büyüdükçe masumluğumuz küçüldü lan!
pofff en çok fotograflardaki fare yemiş gibi gözüktüğü halde bile kocaman gülümsememizi eksik etmediğimiz anların karelerini özlerim...
şimdi dişler süper olsa kaç yazar? günde kaç kişiye o fotograflardaki gibi gülümseyerek bakıyoruz ki?
kaç defa içten?
ve kaç kişi daha gidecek diye beklemekten yoruluyorsun?
çocuk yine olurum da, çocukluğumdaki şeyler yok.
benim sorunum bu, özlemim de.
kokan çileği özledim mesela. hani kokmuyo artık, yarısı sapsarı zaten.
kokulu çilek de bulabiliyorum aslında mevsiminde, ısırdığımda inanamıyorum; kokuyo ama tadı yok...
annem kışın dondurma yediğim için kızsın istiyorum, vursun şaplağı popoya...
o da alışmış, kışın dondurma yemem normal geliyor.
mahalle aralarında çocuk sesi duymak istiyorum, sanal aleme kaymışlar onu fark ediyorum.
kuzenimin kızına istop diyorum garip garip bakıyor.
susam sokağını özlüyorum, ediyi büdüyü, minik kuşu...
heyecanla kurabiye canavarının küfeden çıkmasını beklemeyi...
bayramları da çok özlüyorum, bayramlıkları...
şeker kaplarını birleştirip uçurma yapmayı...
sarılıp yatmadım hiç ayakkabıma, kıyafetime keşke onu da yapsaymışım diyorum.
yerden kutu kola kapakları toplayıp jeton niyetine kullanmaya çalıştığım günleri...
elimi ayağımı bırakıp rampadan inerken bisikletten yuvarlanmayı...
dökülmeyen saçlarımı, ağzımı musluğa dayayıp su içmeyi, damacana siparişi beklememeyi...
üçüncü bir kıyafetin lüks olduğu günleri, 3 öğün düzenli yenen yemekleri...
bazen abimle kavga sebeplerimi... şimdi komik;
"işin bitmedi mi daha, ver şu bilgisayarı"
kışın çizmelerimin içine poşet geçirmeyi...
anneannemin dizine yatıp saçımı okşatmayı...
şimdiki çocuklar büyüyünce ne özler? hiç görmediler ki o güzel günleri...
bilmezler ve özlemezler.
zaten teknoloji de ilerlemiş olur... onun da ilerlemişi makbul.