bir profesörümüzün fatma teyzeyle benim oyun eşit sayıldığı için bu ülke bu halde diyerek isyan etmiş olduğu durum. arkasından sınıfın çoğunluğunun tepkisini çekmişti o ayrı.
her insanın eşit olmasıdır.yönetilme hakkı bireysel bir hak olduğu için prof. da olsa bireysel olarak bir çobandan farklı değildir.ve akedemik birikimi var diye bir insan hep doğru olanı seçer denemez.
güzel bir yaklaşımdır. kafalarda soru işareti oluşturması gereken bir sorudur.
bir tarafta demokrasinin gerçekleri ve eşitlik adalet duyguları. diğer tarafta demokrasinin mutlak doğru olmadığı ve insanların haklı kazanımları sonucu elde etikleri ve etmeleri gereken haklar.
ileri görüşlü (dindar veya aydın fark etmez) ülkenin nereye gideceğini bilen ve önlem almaya çalışan insanlarla, ben bilmem beyim bilir mottolu insanların veya ağa hakimiyeti altındaki köyün insanları ile veya bir çuval kömüre kandırılan insanların kıyaslanmasını gerektiren durumdur,burada profesör veya çoban değil düşünen ve düşünmeyi istemeyen (evet istemeyen,işine gelince çok güzel düşünen ama işiine gelmeyince düşünmeyen) grup ayrılmalıdır.
aslında bu siyasi tarihte mill teoremi olarak geçmektedir.**. mill sıradan vatandaşla , profesörlerin arasında bir fark olduğuna inanmaktadır yani bir profeshör'ün oyunun 3 çoban'a denk gelmesini istemektedir.
paradoks gibi gösterilerek büyük sorunlara yol açabilecek cümledir. aksi durum; seçkinler sınıfının doğmasına yol açar, ruhban sınıfının doğmasına yol açar, modern köleliğe yol açar, ortaçağa götürür insanı. yapılması gereken hakları elden almak değil, insanları haklarını kullanabilecekleri bilinç durumuna yükseltmektir. bir çoban o bilinç durumuna sahip, ama bir profesör o bilinç durumundan yoksun da olabilir.
aslında her ikisinin de birer oyu yoktur. profesör akıllı adamsa çıkar bir konferans verir, derdini anlatır, başka kişilerinde oyunu istediği yöne çekebilir. ama çobanın bir oyu vardır evet. koyunlara ne kadar anlatsa anlamayacaktır dandikler. *
gayet normal bir hadisedir.coban oy verirken hayvan fiyatlarini, doganin nasil korundugunu, dagda / bayirdaki guvenlik onlemlerini / koydeki geli$meleri du$unur, profesor oy verirken universitelerdeki egitimin kalitesini, asistanlarin durumunu, maa$ini ve ilgilisi oldugu alandaki geli$meleri.
ikisini de memnun eden secimi kazanir.bu kadar basit.
mesele çoban ile profesörün eşit oy hakkına sahip olması değildir.
mesele çoban ile tarif edilmeye çalışılan toplumun dışlanmış, işçi, alın teriyle para kazanmaya çalışan, ülkenin yükünü omuzlamış, şehidini vermiş ve fakat burun kıvırılan ve ekseriyetle ak partiye oy veren kesimi ile
profesör ile imgeleştirilmeye çalışılan kaymak yiyici, bürokratik elit, altında bmw'si ile ulusalcı takılan, her türlü batı nimetini doyasıya tüketip ne abd ne ab noktasında bir çelişkinin girdabına düşmüş chp'ye oy veren kesimin eşit oy hakkına sahip olmasıdır.
dolayısıyla chp'ye oy veren kesimin oyları 2 hatta 3 ile çarpılmalı, eşitlik bu şekilde sağlanmalıdır.
yoksa haksızlık etmeyelim, kimse çoban düşmanı falan değil.
hatta çobanların chp'ye yöneldikleri yeni bir dünya düzeni oluşsa, anında çoban fetişisti yazarcıkla dolar aha buralar..
ha köylü milletin efendisidir mi?
onu dediğim gibi, çobanların chp'ye yöneldiği ileriki bir tarihte kullanılmak üzere arşivimizde saklıyoruz..
insanlara toplumdaki statüsüne göre değer verildiğinin kanıtı olarak, ortaya tartışma konusu olması baabında atılmış, kimilerine göre bir sorun.
acı olan nokta şu ki gelişen insan ırkında artık insanların bedene değil omuzlarındaki rütbelere değer verdiğinin kanıtıdır. ne kadar çok yıldızın varsa daha çok itibarlısındır, daha çok yaşama hakkına sahipsindir. ama koyun güden bir çobansan tabiri caizse kimse seni zkine takmaz. kimse tamirci çırağıyla, halka mal olmuş bir şarkıcının birer anne ve babaya sahip olduğunu bilmez. trafik kazasında ünlü insanla yanında durun bir kaç kişi daha ölür. ertesi gün haberlerde trafik kazasında insanların değil sadece bir insan, şarkılaryla ünlü olmuş o insanın öldüğü yazılır. sonra tabii çoban sessizce, kimsesiz, toprağa gömülür. annesine kimse gidip başsağlığı dilemez, adına sitelerde mesaj sayfaları açılmaz.
ama gel gör ki bazı insanların canını acıtacak şekilde garbian insan ve topluma mal olmuş insan kendi ülkelerinin kaderini belirleyecek oylamada eşit seçme yeteneğine sahiptir. çünkü demokrasinin rüzgarına rastlamışlardır. okumamış/okuyamamış veyahut okumuş bilgili olsalar dahi.
aslında bu tartışma cümlesi siyasetin bilgiye bilime değil kalbe ve çıkar hesabına dayalı olduğunun göstergesidir.
tam bir krizdir. bunun kriz olduğunu "ne yane siz çobanı insan yerine koymuyor musunuz" diyenler de bilmekte ama popülizm ruhlarını esir aldığı için topaç gibi döne döne kıvırtmaktalar.
hacı! çoban burada bir semboldur. bir çobanı kandırmak her zaman daha kolaydır. cahil insan her ideolojinin işine gelir kuşkusuz ancak türkiye'de bunun parsasını hep sağ topluyor. ben çobanları elbette adam yerine koyuyorum kuru demokrasicilik yapmayın lan ibneler. sadece ve sadece imkan varken halkı çobanlığa muhtaç eden, sırf iktidarı elinde bulundurmak için cehaleti körükleyen dallamaları adam yerine koymuyorum. şimdi sessizce dağılalım.
peygamberlerin cobanlıktan geldiğini düşünürsek. koyun güde güde insan güdmeyide öğrenmişler. sonuçta karma diye bişey var.
eşitlik güzel bir sey.
her mesleğin iyi olanlarının yanında kötü olanlarıda var.
söyle proflara bakıyorum hani bir oy bile fazla;
(bkz: prof.dr. tansu ciller)
(bkz: prof.dr. hüseyin çelik) daha niceleri.
zaten 20 milyon oy kullanılsa 1/20000000 etkisi var.
profesör ne kadar eğitim öğretim görürse görsün çobanın ya da herhangi başka bi insanın ihtiyaçları ya da nasıl bir gelecek istediği konusunda onlar kadar bilgi sahibi olamaz. onların geleceğiyle onlar kadar ilgilenemez. parlamenter demokrasi nin saçma sapan bir sistem oluşu birilerinin bu saçmalıktan daha fazla yararlanmasını gerektirmez.
eşit oy ilkesi anayasal güvenceyle sağlanan ülkelerde gayet normal durumdur.
kuru kuruya popülizm çerçevesinde "efendim bunlar halka rağmen halkçı" gibi söylemlerle eleştirilmesinden ziyade daha mantıklı eleştiriler getirilmesi doğrudur.
bugün o çok sevdiğimiz demokrasi aşığı batı ülkelerinnin birçoğunda 1960'lara, 1970'lere ve hatta 1980'lere kadar bizim 1930'larda elde ettiğimiz demokratik uygulamalar ve halkın demokratik hakları yoktu.
batı ne yapmış oy hakkı için, oy hakkı elde etmek için vatandaşın bir takım kapasitelere sahip olmasını istemiş. bireyler eğitimlerini geliştirmiş, düşünmüşler.
batı eğitim sistemini oturtmuş, isviçre alplerindeki bir çoban belki br profesör kadar akademik siyaset bilgisine sahip değil ancak körü körüne de karar vermiyor. irdeliyor, sorguluyor. peki bizdeki bir çoban nasıl davranıyor? allah, din, namaz gibi dini unusrları kullanan kişiyi "namuslu" addedip oyunu veriyor.
her şeyi geçtim, cumhurbaşkanı'nı halkın seçmesi referandumu kamuoyunda ne kadar tartışıldı? evet oyu verenler de, hayır oyu verenler de sayısal bakımdan neye nasıl oy verdiğini bilmeden oy verdi. hayır ou verenlerin birçoğu tayyip erdoğan karşıtı olduğu için "hayır" dedi, evet oyu verenlerin birçoğu tayyip erdoğan yandaşı olduğu için oy verdi. geri kalanlar da "biz seçelim tabi, demokrasi" popülizmi ile oy verdi. halka kim anlattı parlamenter demokrasiyi? türkiye'den neler götürebileceğini kim anlattı? cumhurbaşkanı abdullah gül, akp'nin kapatılması konusunda "türkiye'den neler götüreceği iyi hesaplanmalı" dedi, peki kendisi cumhurbaşkanı'nı halkın seçmesinin parlamenter demokrasi olan ülkemizde neleri götürebileceğinin farkında mıydı? kim başkanlık, yarı başkanlık türünden sistemleri en azından halkın anlayabileceği şekilde anlattı? "demokrasi, halk seçsin" peki bu halk siyasi partiler kanunun antidemokratik yapısını biliyor mu? bilmiyor. seçimlerde milletvekillerini kendisi mi seçiyor yoksa, parti lideririn o şehir için belirlediği kişileri onaylama makamı mı oluyor? bugün kaç vatandaş kendi şehrinin milletvekillerinin ismini biliyor? avrupa'daki çiftçiler üretimlerini tırpanlayan bir yasa olduğunda o ülkenin başkentine yürüyorlar, gösteriler yapıyorlar haklarını savunmak için, bugün türkiye'de pamuk bitmiş vaziyette, akdeniz ve güneydoğu anadolu'da kaç çiftçi tepki gösterdi? şeker pancarı üretimi bitti, iç anadolu'dan kaç tane çiftçi eylem yaptı?
biri hakkını savunmak için gösteri yapsın başbakan "sizi kim örgütledi" diye hönkürür.
eşit oy vermek demokrasinin en temel unsuru ise, biz bu unsuru avrupa'dan önce elde ettik. geriye kalan kısımdaki yaklaşık 80 yıllık dönemde halkı bilinçlendiremeyen, onun bilinçlenmesinden korkup popülizm pompalayanlar, onun değerlerini smürenler utansın.
bizde demokrasi seçimden seçime hatırlanır. eşit oy ilkesi demokrasilerde olmazsa olmaz bir onsur olmakla beraber, bizim ülkemizde halk bilinci olmadığı için sadece bu olmazsa olmaz unsur demokrasi için yeterli görülmektedir. kitap okuma oranı %3, gazete okuma oranı %5 olan, kimin pipisi kimin kukusunda merak eden bir millet için elbetteki eşit oy ilkesi yeterlidir. "cumhurbaşkanı'nı biz seçelim tabi arkadaş" doğru bir mantıktır.
gerisine gerek yoktur. borsan son 7 ayda %30 değer kaybetmiş, dolar son 7 ayın en yüksek seviyesine çıkmış, ihaleler artık iktidar partisinin il temsilciliklerinde alenen sonuçlanır olmuş, muhalefet de iktidarın popülizm rüzgarına uyup, kendi polülist sitemini kurmuş.
peki ya, oy kullanmaya gelmeyenlerin yerine sandık görevlilerinin bastığı mühürler hangi tür demokrasi halkım? hani sen birey olarak tercihini yapmışsın da, sanal şekilde oy kullanıp senin tercihlerini değiştirmeye çalışmak ne tür bir demokrasi?
türkiye'nin tartışması gereken eşit oy ilkesi değil, halkı maksimum düzeyde bilinçlendirememenin götürdükleridir. 2008 yılında hala toplumun büyük kısmı ekonomik göstergelerle, dış politika unsurları ile, ülke içindeki asayiş durumu ile değil de, dini duyguları için oy veriyorsa ortada demokrasinin bir problem olduğu aşikardır.
popülist söylemleri bırakıp, bir de bilinçsiz toplum üzerinden değerlendirme yapmak lazım.