arkadaşlar arasında her ay mutlaka bir kere turnuva yaptığımız zevkli oyun. herkesin evinde atari yok sonuçta. soccer oynayamıyoruz. biz de çivili tahtayla futbolun dibine vuruyoruz.
Sokakta salçalı ekmek yeme, akşam ezanında eve koşma, müzikleri kasetten dinleme gibi özelliklere sahip neslin iyi bildiği, el emeği, gòz nuru oyundur.
bir de okul sıralarında üç tane bozuk parayla yapılan maçlar vardı. iki taraf da sırayla atak yapar, karşı taraf parmaklardan kale yapardı. üç paradan birini her seferinde diğer ikisinin içinden geçirerek ilerler, kaleye gelince de şut çekerdin. adam da parmaklarıyla yaptığı kaleyi yine sağ el işaret parmağını hareket ettirerek korurdu.
Hey gidi, hey dedirtendir.
Bizim evde hala bulunur, biz küçükken buna langırt derdik, 1 milyon ile mi oynasak yoksa 50 kuruşla mı diye çokça tartıştığımı hatırlıyorum...
şimdiki teknolojik veletlerin hiçbir zaman tadına varamayacakları etkinlik.
80'lerin sonunda 90'ların başında çocuk olmak böyle bir şey sanırım. Her şeyin tadına baktık. rulmandan tekerlekleri olan arabanın üstüne binip yokuştan aşağıya kayardık dizlerimiz yara olana kadar. daha neler neler...
Yaratıcık döneminden teknoloji dönemine geçişi yaşadığım için kendimi çok şanslı hissediyorum.
parası olmayanın ceket düğmesiyle oynadığı oyundur.
okul ceketinden düğmeyi koparmış sahaya katmışsındır. düğmenin, çivilerin arasında gezinirken çıkardığı o tatlı ses, işte o ses; kulağımda çınlar şimdi.