yıllanmış cifelerime döküldü yarınsız hatıralar,
gölgesi söndürülmüş martavalları konuşurdu nefsinin bağrından,
nefesi vicdan kanayan bir çocuktu yalnızca;
ve ruhuna sıkışıp kalmıştı faili meçhul iblisler,
ah bir bilseler;
odamın yalnızlığına defnedilmişti,
odamın karanlığına terk edilmişti,
bak şimdi sensizliğe gülümsüyor gözleri şizofren periler...
bu anımı sizlere bu liriklerimle tasvir etmek istedim.
merhaba,
ben pembe tolga
minik yavrucağım yeşil halis tarafından uyandırılarak "merhaba" demiştim yeni bir güne. yeşil halis, henüz üzerimdeki pembe pijamalarımı bile çıkarmama sabredemeden kollarımdan çekiştirmeye çalışıyordu. doğrusu o yeşil suratındaki heyecan görmeye değerdi.
"mayabaa babişkoo. bu güyn büyük güyn biyosun diy miii?" diye haykırıp, elmacık kemiklerime metafiziksel öpücükler kondurarak beni yatağımdan çekiştiriyordu. tanrım ne de güzel çekiştiriyordu...
henüz uykumu tam olarak alamamıştım. yeşil halis beni uykumun en tatlı yerinde uyandırmıştı. rüyamda bir penguen avcısını yakalamıştım. penguen avcısını, geçmişte bu avcıya ailesinden şehitler veren öfkeli penguenlerin gözleri önünde sikiyordum. penguenler de beni ayakta alkışlayarak tempo tutuyordu. tam bu esnada, yaptıklarımdan etkilenen penguen halkı tarafından anlamlı bir plaketle ödüllendirilecektim ki;
yeşil halis tarafından uykudan uyandırıldım. rüyamın en heyecanlı yerinde uyandırılmıştım.
bunu başka bir gün yapmış olsaydı o minik ve yeşil poposunu tokatlayarak onu cezalandırmak zorunda kalabilirdim. fakat bugün onun mutlu günüydü. heyecanını mazur görmeliydim. ama yine de ona biraz kızgındım. zira tam olarak hala uykumu alamamıştım. buna istinaden duvarımda asılı olan "uykuyu al" butonuna basarak uykumu aldım. uykuyu al butonu; mühendislerimce uykusuzluğumu gidermek için tasarlanan, içerisinde çeşitli kimyasalların yer aldığı iğneleri kollarıma zerk eden, neticesinde vücudumdaki melatonin hormonunun seviyesini aşağılara çekmek suretiyle uykusuzluk hissimi yok etmemi sağlayan mekanizmayı çalıştıran butondu. açıkçası bu aleti tasarladıkları için mühendislerimi becersem yeridir.
artık uykumu almış bir şekilde bebek cinimle ilgilenebilirdim. bugün onun en mutlu günüydü...
aylardır okula yazılmak için başımın etini yiyordu. onun bir insan olmadığını, bir cinin insanlarla aynı mektebe gitmesinin uygun olmadığını defalarca belirtsem de söz dinletemiyordum. onu hiç değilse koleje yazdırmam gerektiğini, paragöz okul idarecilerinin para için bir cini bile okula rahatlıkla alabileceğini söylesem de beni dinlemiyordu. ille de devlet okuluna gitmek istiyordu.
tanrım bu çocuk kime çekti bilmiyorum... neden bu kadar mütevazıydı? bir evlat hiç mi babasına çekmez?..
sonuç olarak ısrarlarına daha fazla dayanamayarak, onu devlet okuluna yazdırmayı kabul etmiştim.
robotumuz gri tlg'nin hazırladığı kahvaltımızı afiyetle bitirdikten sonra halis'in beslenme çantasını hazırladım. o da bir yandan mavi önlüğünü giyiyordu. önlük minik yavrucağıma çok yakışmıştı. bir anda gözlerim doluverdi. yıllar sonra ben de çocuğumu okula uğurlayacak, ben de veli toplantılarına katılıp akşam çocuğumu azarlayacak, ben de çocuğumu kantinden zararlı şeyler almaması yönünde uyaracak, nihayet ben de evladıma karne hediyeleri alabilecektim. tanrım ağlamamak için kendimi zor tutuyordum...
baba oğul, ikimiz de çok heyecanlıydık.
minik bebek cinimin beslenme çantasını yeniden kontrol ettim:
* 3 paket eti cin.
* cin böreği.
* yarım litre sütlü johny walker.
* elma.
görünürde eksik bir şey yoktu. hemen akabinde de okul çantasında eksik bir şeyler olup olmadığını kontrol ettim:
* 3 adet yeşil faber castell kalem ve silgi.
* yeşil kalemtraş.
* 2 harita metod defteri.
* dabbe çıkartmalı not defteri
bu liste de tamamdı.
ve nihayet yeşil halis'in ayakkabısının bağcıklarını bağladım ve yola koyulduk. ikimiz de sevinçten seke seke koşuyorduk.
fakat okula vardığımızda derin bir sükunetle karşılaştık. okul sandığımızdan daha sessizdi. öğrenciler derste olmalıydı. halis'i kucağıma alıp okul merdivenlerini tırmanmaya başladım. zaten okul müdürünün odası da hemen karşımızdaydı. kayıt için müdürle görüşmemiz gerekiyordu. arka cebimden çıkardığım 6.000 tl ile müdürün kapısını tıklattım:
- girin?
+ merhaba, ben pembe tolga. bu da benim minik bebeğim yeşil hal...
- Bismillah! tövbe estağfurullah! Bismillah Euzi billahi mine-ş şeytani`r- racim. defol, defolun!
+ o henüz küçük bir çocuk. bu vicdansızlığınızı tüm pembeliğimle kınıyorum.
- o mahlukat ne be adam? çıkar şunu okulumdan! şeytan mı emzirdiniz buna, bu nasıl tip lan? bi de mavi önlük giymiş. mavi yeşil çaykur rizespor taraftarına benzemiş. özürlü mü nedir bu mahluk ya?
+ bu benim cin bebeğim. onun da eğitim hakkı var tamam mı? o da akranlarıyla okumak istiyor, o da andımızı okumak istiyor.
- manyak mısın be adam bu yaratık yaratık! insan içine çıkamaz bunlar, ama sen gelmiş okula yazdırmaya kalkıyorsun.
ön gömlek cebimden çıkardığım 3.500 tl'yi falsolu bir şekilde müdürün suratına çarptım. şaşırmıştı...
bi' 2000 tl de sol çapraz bağlarına fırlatıp, gözyaşlarıyla kucağımda ağlayan yavrucağımı işaret ettim. "değer mi?" dedim. "değer miydi bir eğitimci olarak cehaletin gizemli kapılarında bu yavrucağı ağlatmaya? sırf yeşil diye, sırf insan değil diye reva mı kalbini kırmak?"
cevap veremedi acımasız müdür. halis ise ağlamaya devam ediyordu. o minnacık yeşil yüreği henüz hayatının bağrında kırılmıştı. insanların o kirli yüzünü çok erken tanımıştı. tanrım ne de acıklı ağlıyordu ama... onun ağlamasına dayanamıyordum. "eve git yeşil bebeğim, bir çaresine bakacağız." dedim. kollarımdan kaybolup eve gitti.
yeşil halis'in bir anda kayboluşu müdürü daha da ürkütmüştü.
gülümseyerek müdürün yüzüne doğru eğildim. ardından kısık bir sesle;
- sen de bir babasın değil mi?
+ e... evet.
- üstelik kızın da senin gibi bir öğretmen...
+ ne? bu... bunu nereden biliyorsun, kimsin sen?
- ben mi?
korkmayın lütfen. yalnızca kalbi kırılmış bir babayım... biliyorum yıllardır görüşmüyorsunuz ama; kızınıza, yani yağmur öğretmene sevgilerimi iletin olur mu? en azından benim için bunu bir kez deneyin.
şimdi gitmem gerekiyor. yeniden görüşmek dileğiyle...
vazifesini yapmayan müdürdür. müdür de olsa vazifesini yapmakla yükümlüdür. yapmıyorsa yaptırırlar.
tabi şayet buradaki çocuk ifadesinden kasıt insan evladı ise. yok cin, peri, casper, harry potter vs ise durum değişir. onlar da kendi okullarına insan çocukları kabul etmiyorlar, alla alla.
--spoiler--
+ merhaba, ben pembe tolga. bu da benim minik bebeğim yeşil hal...
- Bismillah! tövbe estağfurullah! Bismillah Euzi billahi mine-ş şeytani`r- racim. defol, defolun!
+ o henüz küçük bir çocuk. bu vicdansızlığınızı tüm pembeliğimle kınıyorum.
- o mahlukat ne be adam? çıkar şunu okulumdan! şeytan mı emzirdiniz buna, bu nasıl tip lan? bi de mavi önlük giymiş. mavi yeşil çaykur rizespor taraftarına benzemiş. özürlü mü nedir bu mahluk ya?
+ bu benim cin bebeğim. onun da eğitim hakkı var tamam mı? o da akranlarıyla okumak istiyor, o da andımızı okumak istiyor.
- manyak mısın be adam bu yaratık yaratık! insan içine çıkamaz bunlar, ama sen gelmiş okula yazdırmaya kalkıyorsun.
--spoiler--
ile gözlerimden yaş gelene kadar sesli gülmeme neden olan müdürdür.