çirkin postacı

entry1 galeri0
    ?.
  1. güzel bir hikaye; yazarı bilinmiyor. en azından ben bilmiyorum.

    Dünyanın bana zindan olduğu günlerdi. Sanırım birkaç defasında da
    evden ağlayarak dışarı çıkmıştım... Hayatım kararmıştı da bir ışık
    bekliyordum sanki ama yoktu. işte böyle düşündüğüm günlerde
    daire kapıma sıkıştırılmış bir Mektup buldum. Hayretle baktım
    üzerinde göndericisi yazmayan zarfa. Sonra odama girip açtım...
    ***
    "Acıları paylaşmak insanların vazifesidir" diyordu. "Senin geçtiğin
    sokakta ben de vardım. Ama bir sokakta ya ben olmamalıydım
    veya paylaşılmamış acılarını içinde gezdiren bir insan!..."
    ***
    Mektubun sonunda da isim yazmıyordu. Peki kimdi bu?
    Kimdi, neden yazmıştı bu notu ve neden bana yazmıştı?
    Aslında hoş sözlerdi...Ve aslında bir mektuba da deliler gibi
    ihtiyacım vardı. Acaba dediğini yapacak mıydı, yazacak mıydı
    her gün?.. Bunu zaman gösterecekti. ilk gün kafam karıştı.
    Hem kendi problemlerimi hem dün gelen mektubu, hem de
    yeni mektupların gelip gelmeyeceğini düşünüyordum. Sonraki gün
    posta kutumda beyaz bir zarf buldum. Kalbimin çarptığını hissettim...
    Yazı aynıydı, odama girip okumaya başladım mektubu.

    Bu inanılmazdı.. Bir bardak su içercesine bitiverdi mektup.
    Doymadım! Bir bardak su daha almış gibi kendime ve
    susuzluğumu kandırır gibi yeniden okudum altı sayfayı...
    Sanki tanıyordu beni, sanki yıllardır dertleşiyordum onunla...
    Altıncı sayfanın sonunda diyordu ki; "Yarın yine yazacağım..."
    Yarın yine yazdı, öbür gün yine..Ve sonraki günler yine yazdı...

    Her mektubunun sonunda, yarın yine yazacağına ait not vardı
    ve her gün de dediğini yapıyordu. Her gün işyerinden dönerken
    kalbim çarpıyordu heyecanla... Her gün görüyordum posta kutumun
    bugün de boş olmadığını ve gariptir; artık yapayalnız olmadığımı,
    kalbimin boş olmadığını hissediyordum. Bu mektuplar yüreğime
    giriyor sıkıntılarımı eritiyor ve beni yarınlara doğru itiyordu.
    Zannediyordum ki; bunlar olmadan yaşayamayacağım.
    Öylesine alışmıştım ki onlara, olmasalar sanki nefes alamayacağım!...
    Vakit buldukça oturup eski mektupları bile yeniden okuyordum.
    Zaman geçti ve zamanla beraber sıkıntılarımda geçti.
    O günlerden geriye sadece eski mektuplar kaldı. Bir gün içimde
    karşı koyamadığım bir merak peydahlandı; kimdi bu?
    Nasıl biriydi? Onunla ilgili her şeyi merak etmeye başladım.
    O her gün yazıyordu ve nasılsa her gün yazmaya devam edecekti.
    Bundan emin olduğum için de, yazılarında anlattıklarından çok
    nasıl bir kalemle yazdığına, neden bu kağıdı seçtiğine, yazı stiline
    aklımı takmaya başladım... Yazıları öylesine deva olmuştu ki bana,
    onunla ilgili her şey de mükemmel olmalıydı. Ama her şey...

    O gün evde kalmıştım. Kahvaltı yapmış ve bu harika mektupların
    en azından nasıl birisi tarafından getirildiğini görmeyi koymuştum
    kafama... Öğle vaktine doğru sokağa giren postacıyı gördüm.
    Koşarak aşağı indim. Mektubumu kutuya bırakmıştı, eli henüz
    havadaydı...Göz göze geldik. Aman Allahım... Aman Allahım,
    bu ne kadar çirkin bir adamdı böyle! Dondum kaldım... O da başını
    eğdi döndü ve gitti. Orda öylesine bekliyordum şimdi...
    Kutuyu açıp mektubu bile alamıyordum. Bunca zaman, bunca
    güzel bir mektubu, bu kadar çirkin biri mi taşımıştı? O öptüğüm,
    kokladığım, göğsüme bastırdığım, yastığımın üzerine koyduğum
    mektuplarıma benden önce bu adamın mı eli değmişti?
    Saçmaladığımı biliyordum ama böylesine güzel duygularıma
    bu çirkin yaratık karıştı diye az önce getirdiği zarfı alamıyordum.
    Kapıyı açtım, dışarı çıkıp bir adım attım. Çoktan gitmişti.
    Neye olduğunu bilmiyordum ama çok kızgındım. Zarfa dokunmadan çıktım yukarıya.
    Odama girdim, eski mektuplarıma baktım. Biliyordum, onlar benim
    en zor günlerimle bugünüm arasında köprü olmuşlardı, ama onlara da dokunamadım.
    Bu güzelliğe bu çirkinliği yakıştıramıyordum!

    Ertesi gün iş dönüşü baktım ki, kutuda hâlâ o aynı kirli mektup var!
    Almadım. Sonraki gün baktım; aynı mektup yine yapayalnız beklemekte.
    Bir kaç gün sonra ise kutuya bile dönüp bakmamaya başladım...
    Altı yedi hafta sonra dünya yine karanlık gelmeye başladı bana.
    Bir dosta, bir morale ölürcesine ihtiyaç duymaya başladım...
    Her şey çok ağırlaşmıştı yeniden. Uyku bile uyuyamıyordum.
    Mektup aklıma geldiğinde gece yarısını geçiyordu. Tereddüt
    bile etmeden aşağı indim, kutumu açtım ve mektubu aldım.

    Bir saat içinde üç defa okumuş, özlemiş olarak göğsüme bastırmış
    ve uzun zamandır ilk defa böylesine huzur içinde uyuyabilmiştim.
    Bunlar benim ilacımdı biliyordum. En çok o gün merak etmiştim,
    bir daha ne zaman yeni bir mektup geleceğini... Ve o akşam gözlerime inanamadım; kutumda mektup vardı. Yazı aynıydı, zarfta yine isim
    yoktu. Üstelik bunda postanenin damgası da yoktu...
    ***

    Açtım zarfı;içindeki kısacık mektupta şunlar yazıyordu;
    "Sana gelmiş bir mektubu kırk sekiz gün okumamakla ne kazandığını
    bilmiyorum... Ama artık benim sana yazmaya vaktim olmayacak.
    Çünkü tayinim çıktı ve bugün başka bir şehre gidiyorum. Hoşçakal!

    Çirkin Postacı..."

    ***

    Donmuş kalmıştım şimdi... Derin bir pişmanlık düğümlendi boğazıma,
    hıçkırarak eve girdim. Çantamı açtım; tarakların,rujların ve diğer
    karışıklığın arasında bulduğum mavi göz kalemiyle, bir kağıda;
    "Lütfen bana tekrar yaz" yazıp posta kutuma koydum.

    Bir daha hiç kilitlemediğim kutuda,
    aynı notum iki yıldır yapayalnız bekliyor...
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük