milliyet gazetesinde yazan köşe yazarı(4. sayfa). köşesinde yer yer 1970'lere kadar uzanan tÂrihlerde yazmış olduğu yazılara yer verirken güncel yazılarında sık sık "kışla kokulu siyÂset", "cÂmi kokulu siyÂset" gibi tanımlamalar yapar, hikÂyeler anlatır. devamlı türkiye'nin 100 küsür ülke arasında gelişmişlik bakımından yunanistan'ın bayağı gerisinde kaldığından bahseder. olumsuz olumsuz yazar, en sonunda da "enseyi karartmayın her şey güzel olacak" vs. tarzı bitiriş cümleleri kurar. okuması sıkıcıdır, asla hasan pulur'un tadını vermez.
bazı şabalaklarin hasan pulur denilen zata zirta yapmaktan başka bir şey yapmayan dinazor ile ayni kefeye koydugu ammavelakin tenezul edipte yazilarini anlamaya çalismadiklari yazardir. gerçi kendisi yazi anlayan için yazilir demiştir amma su bakınızı vermekte fayda görüyorum: (bkz: neler yapmadik bu vatan için)
memleketimizin hallerini süper anlatan yazar. ancak anlatırken neden sürekli ''annatabiliyormıyım'' diyor bende onu anlamıyorum. aydın ve aydınlık saçan bir baba yazar. köşe yazıları yetmezse kitaplarına gömüşlesi kişi.
çoğu meşhur köşe yazarı gibi(engin ardıç, yılmaz özdil, bekir coşkun, mine kırıkkanat) düşüncelerini tane tane anlatmak yerine yalnızca kendisini anlayabileceklere ince ince edebiyatla beraber anlatmayı seçen, köşe kadılığı yapıp da sanatçı olabilen tek adamdır.
çetin altan'ın herhangi bir konudaki görüşlerini anlamak için on yazısını üst üste okumak bile yetmez. bu üstadın fikirlerinin bulanıklığından değil kalemine hakimiyetinden kaynaklanır. asla bir çetin altan yazısı okurken gaza gelmezsiniz. "kahrolsun xxx bak ne güzel yazmış adam" demezsiniz. "ne güzel yazmış" dersiniz ama asla kimseye "kahrolsun" demezsiniz.
şu yazmış olduğu yazı bile sanatını hakkında bir fikir verir insana. ben bu adamı çok seviyorum arkadas var mı ötesi?
Mavi patikler
Çatlak topuklu, yamru yumru tırnaklı, pislik içinde korkunç, kocaman hamal ayakları su birikintilerini, çamurları, taşları ayırdetmeden bütün kuvvetleriyle basa basa yürüyüp gidiyorlar.
Pembe topuklu, ince narin parmaklı, yumuşak küçük hanım ayakları, ponponlu terlikler içinde holden odaya, odadan hole, asabi asabi dolaşıyorlar.
Tabanı pençeli, ökçesi yenmiş ayakkabıların içinde nasırlı mamur ayakları, mahallenin dar sokaklarından daireye gidiyorlar.
Ya peki, bir zamandan beri etajerin üstünde sahibini bekleyen yünden örülmüş minik mavi patikleri giyecek ayaklar; bir lokmacık ayaklar, bir gün şehrin caddelerinden sevinçle yahut kederle geçip giderken bir an olsun beni düşünecek misiniz? Bakın ben sizi şimdiden düşünüyorum.
Sarhoş
Ben fena insan değilim bilader, ama bana çok kötülük ettiler. Beni arkadan vurdular bilader. insanların hepsi iki yüzlü! Ben onlara bir şey de yapmadım bilader. Aşkımla eğlendiler, aç kalmamla eğlendiler, sürünmemle eğlendiler bilader. Vaktiyle böyle değildim ben. Antalya'da herkes bilir beni, dostlar için canımı verirdim, gene de veririm. Dostu alnından öper, kahpeyi alnından vururum ben. Beni kader yıktı kader. Bu sokaklar var ya, bu sokaklar anlar beni. Bana herifcioğlu gülerek akıl öğretiyor, nasihat ediyor. Benim lafa ihtiyacım mı var bilader? Kale dibinde tek odalı bir kulübede oturuyorum. Kaç günüm kaldı şurada? Bir gün öleceğim, kimse acımayacak bana; ya, acımayacak bilader, acımayacak. Bak, sana vasiyetim olsun bilader, beni deniz kıyısına gömsünler.
Kaatil
Öğle paydosunda kavun yemişlerdi, yerlerde sağa sola atılmış kavun kabukları göze çarpıyordu. iş başı düdüğü çalınca Murat Usta, sabahtan ayırdığı ağır kalın kalaslardan birini alarak; kocaman dişli, çark şeklindeki yuvarlak testerenin önüne getirip uzunlamasına dayadı. Bunu boydan boya ikiye biçecekti. Motörü işletti, testere hızla dönmeye başladı. Murat Usta, kalası bir ucundan yavaş yavaş itmeye koyuldu. Testere tahtayı yiyerek ilerliyordu. Murat Usta hep itiyordu. Kalasın biçilen kısmı testerenin arkasından ağır ağır uzuyordu. Testere boyuna dönüyor, kalasın biçilen kısmıyla biçilmeyen kısmı müsavileşiyor, Murat Usta müvazeneyi bulmak için ittiği tarafın üstüne abanıyordu. Kalasın kesilen kısmını tutup denge sağlayarak çalışmayı kolaylaştıracak bir çırak yoktu. Murat Usta, kalasın biçilen tarafı ağır gelerek kendisini kaldırmasın, diye bütün vücuduyla abanarak hep itiyordu. Bir saniye... Bir an... Murat Ustanın ayağının altında yer kaydı. Bir kavun kabuğunun üstüne basmıştı. Kalas kendisini yay gibi testerenin üstüne fırlattı. Testere kocaman dişleriyle vınlayarak dönüyordu. Müthiş bir kan fışkırdı. Testere, Murat Usta'yı tam kafasının ortasından sağ omuzuyla kolunu bir tarafa fırlatarak ikiye biçiverdi. Gövdeyle bacaklar bir yanda, yüzün yarısıyla sağ kol öteki yanda, bir iki çırpındı, tek bir göz çabuk çabuk açılıp kapandı. Testere kocaman dişleriyle hep dönüyordu.
Öyle ya
Dışarda kar yağıyor; ben olmasam da bu kar yağacaktı. Caddeden otomobiller otobüsler geçiyor; ben olmasam da bu otomobiller, bu otobüsler geçecekti. Yanımda insanlar sigara içerek konuşuyorlar; ben olmasam da bu insanlar sigara içerek konuşacaktı. Evet, ben olmasam da bütün bunlar gene olacaktı. Fakat o zaman hiç bir kimse yağan kar'ı, geçen otomobilleri, otobüsleri, sigara içerek konuşan insanları benim gönlümde seyredemeyecekti ya? Bu dünya yüzünde, benim gönlümle yaşayan bir kimse bulunmayacaktı ya?
nasil da guzellesir bazi insanlar yasadikca, yaslandikca. ve de bazilari nasil da iz birakir geride onun deyisiyle, salyangozlar gibi ve insan utanir kendi luzumsuz varligindan o salyangozlari gordukce.
hep konussun, oyle durmaksizin, bir konuyu bitirmeden bir baskasina baslayarak. ben de agzim acik, hic yerimden kipirdamadan hep dinleyeyim.
aydin, aydinlik yuzlu bir yazar omru uzun olsun. enseyi karartmiyorsak hala, sayesindedir.
Pazar günü, Çetin Altan'ın annesi Nurhayat Altan'ı, Erenköy'deki Galip Paşa Camii'nden, sonsuz yolculuğuna uğurladık.
Çetin Altan, annesinin vefatı için şunları yazmıştı o gün
- Şimdi "77 yaşındaki Çetin Altan, 96 yaşındaki annesinin ölümüne üzüldü" demek omuz silkelenecek bir konu ama, dünyada bu konular aynı zamanda yaşamın ortak penceresini gösteriyor insana.
Hep "Allah kimseye evlat acısı göstermesin" denilir ya..
Neticede 96 yaşındaki Nurhayat Altan, 77 yaşındaki oğlunun sağlıklı ve başarılı olduğunu görerek hayata veda etti.
Bu da, bir başka yaşam penceresidir..
Çetin Altan 77 yaşında olduğunu yazınca, 61 yaşındaki ben de, söyle bir düşündüm.
Çetin Altan, 1950'lerin başından beri var hayatımda.
Babamın da arkadaşıydı.. 1950'lerin başında, babamın yayınladığı Pazar Postası'nın "Ciddiyet" adlı mizah bölümünü, Bülent Ecevit'le birlikte hazırlarlardı.
Yıllar geçti, ben de Çetin Altan'la hem arkadaş, hem meslektaş oldum. Aynı gazetelerde (Milliyet, Güneş) yazı yazdığımız dönemler oldu.
Şimdi onun oğulları, Ahmet ve Mehmet Altanlar'la da arkadaşım.
Yarım yüzyılı aşan ve kuşaklar ötesi bir beraberlik yani bu.
12 Mart döneminde tutuklanması, eşi Kerime Altan'ın kaybı gibi kötü günlerde de, sabahlara kadar süren doyumsuz tartışma gecelerinde de, hep beraber olduk.
Kulağımda, hep onun anekdotları var.
1965 seçimlerinde, işçi Partisi'nden adaydı.
Bir meydan konuşmasında diyor ki kalabalığa..
- Artık bilgili kişileri milletvekili seçin. Geçenlerde, Sovyet semalarından kalkan kaz sürülerini Amerika'lılar radarda görünce, savaş uçağı filosu sandılar. Az kalsın Amerika da Sovyetler'e nükleer başlıklı füzeler gönderiyordu. Bereket Sovyet ve Amerikan liderleri, Kırmızı Telefon'la konuştular. Böylece dünya savaşı önlendi. Yani dünyayı yönetmek zorlaştı. Bilgili adam seçin ki, Uçan kazlar yüzünden, yanlışlıkla savaş çıkmasın.
Bunları söylüyor Çetin Altan miting meydanında.. Dinleyenler çok fazla alkışlıyor.
bayramlarda hayali sevgilisine yazmış olduğu şiirdir.
Herkes mesut, herkes şen,
Sevinip koşan, gülen...
Anladım bayram gelmiş.
Kimsesizlere meğer.
Bu neşe dolu günler
Bin azaba bedelmiş.
Bari bir kart göndersem,
Dedim, bir dosta da ben.
Çok tereddüt etmeden
ismini yazdı kalem.
Ve şöyle daldım bir an,
Ne geçti ki aklımdan
Buğulandı gözlerim.
Neyse uzadı laflar;
Bayramını kutlar,
Saadetler dilerim.
Picasso'nun okulda 4 sayısını bir buruna benzettiğini ve yüzün geri kalan kısmını tamamlamak için güçlü bir arzu duyduğunu yazmıştım.
Balzac da ilk okulda hocasına bir soru sormuş ve "Eğer dediğiniz gibi her davranışımızı Tanrı yönetiyorsa o zaman işlediğimiz günahlardan sorumlu olan da Tanrı değil mi?" demişti.
Ünlü orkestra şefi Arturo Toscanini ise kendisine çarptıktan sonra kaçan arabayı bir türlü tarif edememişti. Hastanede kendisine sorular soran polisleri şaşırtacak biçimde ne aracın cinsini-kamyon, kamyonet, taksi; her şey olabilirdi-, ne de rengini hatırlayabiliyordu.
Ama polisler umutsuzluk içinde odadan çıkarken son anda bir şey hatırlamış ve arkalarından bağırmıştı. "Durun durun hatırladım. Kornası fa'ydı."
Çünkü Chomsky'nin Çetin Altan'dan dünya ve insan üzerine öğreneceği çok şey vardı.
***
Bunları niye anlattım. Dünyayı farklı bir boyutta ve derinlikte kavrayan insanların varlığını ve bu dahilerin ortalama insan zekâsıyla kavranamayacak kadar büyük ölçeklerde gezindiğini anlatmak için.
Gündelik kurnazlıklarla ve para/iktidar ihtiraslarıyla açıklanamayacak bir boyuttur bu.
Çetin Altan da böyle farklı bir boyutun ve namusun adamıdır.
Dünyaya düşünmek ve yazı yazmak için gelmiş insanlardan birisidir o.
20'nci yüzyılda Türkiye ve dünya üzerine en çarpıcı gözlemleri ve soruları geliştirmiş olan ender düşünürler arasındadır.
Keşke Noam Chomsky, tanışmak onuruna eriştiği Çetin Altan derinliğinin daha çok farkına varma fırsatı bulsaydı; ya da toplantıyı düzenleyenler i'lerin noktalarını koymayı bilselerdi.
Çünkü Chomsky'nin Çetin Altan'dan dünya ve insan üzerine öğreneceği çok şey vardı.
***
ispanyollar'ın ünlü filozofu Ortega y Gasset, düşüncelerini gazete yazıları aracılığıyla aktarırdı.
Aynen Çetin Altan'ın yarım yüzyılı aşan bir süredir yaptığı gibi.
Bu ülkede orta yaş kuşağından olup da Çetin Altan'ın yazılarından etkilenmemiş, onun sorduğu soruları sormamış bir tek ciddiye alınacak adam yoktur.
Bugünün gazetecileri ve köşe yazarları da dahil olmak üzere herkes, Çetin Altan Üniversitesi'nden geçmiştir/geçmektedir.
Ortega y Gasset'in felsefeye yaptığı en özlü katkı şu cümleyle özetlenir: Ben, kendim ve çevremin toplamıyım. Bu, önemli ve üzerinde çok durulmuş, araştırmalar yapılmış, kitaplar yazılmış bir sözdür.
Çetin Altan da elbette salt kendisi değil; kendisinin ve çevresinin; yani medyanın, politikanın, ekonominin, kültürün kısacası Türkiye'nin toplamıdır.
Çetin Altan artı Türkiye!
işte maceranın en can alıcı bölümü bu noktada başlıyor.
Çünkü Çetin Altan, Türkiye'nin nasıl yağmalandığını gördü.
Çürümenin, yozlaşmanın, yolsuzluğun, beyinsel fukaralığın, kabalığın, negatif seleksiyonun, dünyadan dışlanmanın, evrensel değerler sistemine sırtını dönmenin, kurnazlığı zeka ile karıştırmanın çetelesini tutmak zorunda kaldı.
Ve hep "Böyle olmayabilirdi!" diye düşündü.
Türkiye'nin önündeki arazide gömülü mayınlara tek tek dikkat çekmeye çalıştı.
Hani Nazım'ın bir şiirinde kaleyi bekleyen nöbetçi bir okla vurulur; Nazım "Ve ben yaklaşan düşmanı haber veremeden öldürülmenin acısını düşündüm." der ya; Çetin Altan'ın "Dertleşme" yazısın okurken ben de o okun temrenindeki zehiri etimde kemiğimde duydum.
Çünkü giderek yalnızlaşan Türkiye'dir; Çetin Altan değil!
türk milliyetçiliğini eleştirmesi yönüyle kuzey ırak' ın faşist kürtleri tarafından pek bir sevildiğini, boğazda rakı balık yediklerini, aralarından su sızmadığını öğrendiğimiz sözde yazar kişilik.
buyurun, askeri okuldan atılmış şeyh sait' in torunu eski bir teröristin ağzından çetin altan;
--spoiler--
Devam edelim. Hatıra okuyanlar, çoğu zatların tanımakla ve yakın durmakla öğündükleri bazı insanlardan bahsedildiğini bilirler. Entellektüel Kuzey Kürtleri'nin pek çoğunun tanımakla gurur duyduğu bir Kürt'ü ender görürsünüz. Ama Türk Aydını tanımak onlar için açık bir övünme konusudur. Bizim Çetin ile Boğazda yemek yerken; veya Çetin Ağabey diye başlayan cümledeki Çetin, Çetin Altan'dır kuşkusuz. ilk adı ile hitap ise ne kadar yakın durduklarının işareti olarak algılanacaktır kuşkusuz.
--spoiler--
yaşayan en büyük türk düşünürlerindendir. ayrıca mehmet ve ahmet altan gibi iki değeri de ülkemize kazandırdığı için kendisine müteşekkiriz. bir kaç gün önce okuduğum bir yazısında ülkemizin durumunu anlatan matrak bir karikatür çizmesi istense çizeceği şeyi şöyle anlatmıştır : ''upuzun bir bayrak direği ve yanında da çeşitli ülkelerin almış olduğu kimya,fizik,tıp alanındaki nobel ödülleri. altında da şöyle bir lejand :
- bir türlü yetişemiyorlar. ''
gençlik yıllarımızın vaz geçilmez yazarıydı çetin altan onun köşe yazılarından çok şeyler öğrendik. türk toplumunu, türk siyasetçilerini, sosyalizmi işleyen yazılarıyla bizlere çok katkıları oldu aydınlandık onun sayesinde. minnet duygumuz sonsuzdur kendisine.
2008 Yılı Kültür Sanat Büyük Ödülü'nü Aya irini'de düzenlenen bir törenle almış çok değerli düşünür, gazeteci yazar. şu son zamanlarda moda olan iade-i itibar hadisesinin bir şekilde ölmeden evvel gerçekleşmesi sevindirici olmuştur.
konuşurken, yazarken gözlerinde hep haylaz bir ifade; çünkü siz onun anlattıklarını yakalamaya çabalarken o çoktan aklından geçenlerle bir oyun kurmuştur kendine. ödül verdiler geçenlerde. burası böyle bir ülke çünkü çocukluğunuz çıkmaz aklınızdan, belki bir de öldürülesiye dövülmeniz; ama herkesten fazla seversiniz. ödüle gelince, anlamlıdır evet ama alan kadar veren için de.
hayatı da hakkını vererek yaşamak gerekiyorsa eğer, şöyle bir dönüp bakmak lazım bazı hayatlara, yine o soruyordu çünkü köşesinde "biz mi hayattan bir şeyler bekleriz o mu bizden?" diye.
1965-1969 yılları arasında işçi Partisi'nden milletvekilliği yaptığı için dünün sosyalisti demenin daha doğru olacağı yazar. Bugün eski günlerinden eser kalmamıştır. Kalsa zaten yazdığı gazete farklı olurdu. Hayalkırıklığı. Ama yine de var olması iyi olan yazar. Geçmiş yıllardaki kitapları, özellikle "büyük gözaltı" okunasıdır.