O zaman buraya kadar yagacamıs radyasyon dedilerdi. 3 4 gun evden cikmadik. Hekes evene kapandi. Ama ağıllar acik, iyi barakalar yok hayvanlar icin. Akil edemedik be yavrum. O hayvanlar 3 4 gun sonunda cikti otlari yedi, derelerden su icti, biz o topraklari ekip bictik, yedik ictik...
Bak sindi git ünüvesite hastanelerine en cok yaslılarda kanser var. Her aileden 1-2 kanserli cikiyo iste.
karadeniz'de hala görülen etkilerdir. karadenizli bir aileden geliyorum. uzun yıllardır bursadaymış ailem ama çayımız sebzemiz, peynirimiz hala oradan gelir. ailemizde benim bildiğim yakın akraba 3 kişi kanserden öldü. bir kişi tedavi görüyor. annem hafif atlattı. babam ameliyat oldu atlattı şükür. genetik etkenler de var tabi ama kimse etkisi olmadı demesin.
Çernobil patlaması olduğunda 2 yaşındaydım. Karadenizin denize yakın bölümünde, ormanların içinde bir köyde yaşıyorduk. 5 yaşıma kadarda o köyde yaşadık.
Benden 2 yaş büyük olan ablam çernobilin getirdiği radyasyondan dolayı 12 Aralık 1989 yılında 7 yaşında iken kanserden vefaat etti. 4,5-5 yaşlarındaki bir çocuk için bu tahmin edilemez bir acı gerçekten. Her gün beraber oynadığınız, beraber dağ çileği toplamaya gittiğiniz, kırlarda koşup koyunları, kuzuları kovaladığınız herşeyinizin, kardeşinizin, ablanızın ,bir sabah erkenden uyansın diye yanına gittiğinizde uyanmadığını anladığınız anı ve anne babanızın odaya gelip baktığı ve öldüğünü anlayıp hüngür hüngür ağladığı anı ölüm döşeğinde de olsa unutamazsınız. Ben unutamıyorum mesela.
O yılların şartlarında bazen 2 ayda, bazen her ay kontrol için Cerrahpaşa Hastanesine gitmesi gerekirdi ama hastanede derman olamadı bu lanet hastalığa. Beni de götürürdü babam Cerrahpaşaya. Ben olan bitenden habersiz hayatımda ilk defa gördüğüm tekerlekli sandalye ile koridorlarda oynarken, ablam acı içinde ağlardı içeride, iğne yaptılar zannederdim ben. 30 yaşıma geldim sırf bu yüzden hala iğneden korkarım.
Ve aradan 25 yıl geçmesine rağmen her gece ama her gece rüyamda; Onunla geçirdiğim zamanları, oynadığımı, çilek topladığımı, kanlıca mantarı topladığımı, tavşanları, kuzuları sevdiğimi görürüm. Kabus olarak ise; 12 Aralık 1989 sabahını, Onu uyandırmaya gittiğimde uyanmadığını, benim öldüğünden habersiz hadi uyan, abla hadi uyan diye bağırdığımı görürüm ve ter içinde uyanırım. Bu yüzden sabahları yüzüm gülmez hiçbir zaman.
Önceki yıl evlendim ve geçen yıl bir kızım dünyaya geldi. Ablamın ismini koyduk kızıma. Tıpkı ablama benziyor. Kızımı gördükçe ablam aklıma geliyor.
Şimdi herkesten bir sır gibi sakladığım ve ilk defa paylaştığım şeylerin haricinde yine sır gibi sakladığım bir şey daha var. Her yıl gizli gizli yaptırdığım kontrollerde kanser belirtileri var ve her yıl daha da beliriyor gibi.
Çernobil benden herşeyimi aldı, beni de alsa bu hastalık zerre kadar üzülmüyorum. Tıpkı ablama benzeyen ve adını taşıyan bir Zeynep daha var artık.
Ve benim için önemli olan kimsenin kalbini kırmadan, düşman sahibi olmadan göçüp gitmektir. Herkesin aklında hatta küçücük kızımın bile aklında güzel hatıralar bırakabilmektir. Daha da önemli olan ölünce imamın söylediği ER KiŞi NiYETiNE cümlesindeki ER KiŞi tabirinin hakkını vererek yaşayabilmektir. Gerisi boş
Ozellikle karadeniz kıyılarında yaşayan insanların canlarının, hayatlarının ellerinden sökülüp alınmasına sebep olurken, ilaç baronlarının ceplerinin milyon milyon dolarlarla dolmasına vesile olan etkilerdir.
Bu arada yukarıda arkadaş çay radyasyonlu diye pazara sunulmadı demiş böyle bir şey kesinlikle yok. Araştırırsan zamanın Sanayi bakanının radyasyonlu çayları kameralar karşısında içerek "bakın hic sorun yok gönül rahatlığıyla içebilirsiniz" diye şov yaptığını ve özellikle toplatılması gereken çayların hiç utanılmadan piyasaya sürüldüğünü görebilirsin.