ambivalent sexism kuramı, glick ve fiske tarafından, kadına yönelik geleneksel tutumların sadece olumsuz boyutuyla değerlendirilmesinin yanıltıcı olduğunu, cinsiyetçiliğin olumsuz tutum ve kalıp yargılar yanında olumlu tutum ve kalıp yargıların varlığını da içerdiği görüşüne dayanarak geliştirilen bir kuramdır. cinsiyetçi olmadığını söyleyen kadın ve erkeklerin şu cümleleri kurduğuna şahit olabilirsiniz :
- Kadınlar eşitlik kisvesi altında kendilerinin kayırılmasını isterler.
- Kadınlar erkeklerden daha saf ve masumdur.
- Erkekler geç olgunlaşır bu yüzden bebek gibi bakım isterler.
Bunların hepsi, pozitif yargılar gibi görünse de cinsiyetçiliğin yansımalarıdır. Çelişik duygulu cinsiyetçiliğin iki alt boyutu vardır : Düşmanca cinsiyetçilik ve korumacı cinsiyetçilik. Düşmanca cinsiyetçilik; erkeğin gücünü, geleneksel cinsiyet rollerini ve erkeklerin kadınlara küçültücü özellikler atfederek onları cinsel nesneler olarak görmesi ve istismarını haklılaştırmayı içermektedir. Korumacı cinsiyetçilik ise tersine, erkek egemenliğinin ve buyurucu cinsiyet rollerinin daha ince ve nazik bir biçimde haklılaştırılmasıdır.
Bu alt boyutlar üç ana unsuru içerir : ataerkillik yani güç, cinsiyetler arası farklılaştırma ve heteroseksüellik yani cinsellik.
ataerkilliğin bir sonucu olarak, cinsiyetler arası güç farklılıkları, ataerkil ideolojilerle rasyonelleştirilir. Bu noktada ataerkillik de, kadınların kontrol edilmesi düşüncesiyle düşmanca ve kadınların korunmaya muhtaç zayıf varlıklar olduğu düşüncesiyle korumacı olarak iki alt gruba ayrılır ; Aynı biçimde, cinsiyetler arası farklılaştırma, Erkekler ve kadınların özellikleri hakkında paylaşılan kalıp yargılardır. Bu kalıp yargılar erkekleri yüksek statülü rollerle, kadınlar ise aile içi ve düşük statülü rollerle karakterize eder. Rekabetçi cinsiyetler arası farklılaştırma bu ideolojinin düşmanca boyutunu oluştururken, kadını erkeğin tamamlayıcı yanı yapan geleneksel pozitif kalıp yargılar da bu alt ögenin korumacı boyutunu oluşturur. Bir diğer alt unsur olan cinsellik ise, düşmanca bakış açısıyla, kadınları cinsel bir obje olarak değerlendirirken ; bir diğer görüş biçimi bu nesneleştirme tutumunu romantize ederek, erkeğin bir eş bulması durumunda erkek olarak değerlendirileceği görüşüyle karakterizedir.
Bu alt boyutlar, tahmin edileceği üzere birbiriyle ilişki içerisindedir. Zira, ataerkil toplumlarda cinsiyetler arası farklılaştırmayı destekler nitelikte toplum düzeni erkeğin üstünlüğü üzerine kurulmuştur. Bu minvalde dağıtılan toplumsal roller, kadınların çocuk yetiştirmeyi üstlenmesine ve erkeğin de koruyucu, doyurucu bir rol üstlenmesine sebep olmuştur. Düşmanca cinsiyetçilikte ataerkillik kadın üzerinde egemen olmayı içerirken, cinsiyetler arası farklılaştırma kadını değersizleştirir, heteroseksüellik ise bu değersizleştirme neticesinde kadını bir seks objesi haline getirir. Korumacı cinsiyetçilikte ataerkil ideoloji kadını zayıf bir varlık olarak görür ve kadına evi çekip çevirmek adına tamamlayıcı bir rol biçer. Heteroseksüel yakınlık ise bu noktada kadını yine bir tamamlayıcı olarak görür ve kadına duyulan sevginin erkeğin üreme ihtiyacınınn bir sonucu olduğunu söyler. Bu alt boyutların, toplumda yarattığı hiyerarşiyle birbirini destekler ve birbirlerini doğurur nitelikte olduğu görülmektedir.