Uzun zamandır içimdeki sesin isteği.Belki kaçış belki kurtuluş ama ne olursa olsun gitmek ve bir daha da geriye dönmemek istiyorum.sessiz bir şekilde de değil kapıları çarpa çarpa bağıra bağıra gitmek istiyorum ne haliniz varsa görün diyerek.
hayal edilen kadar kolay değildir. parasızlık, yalnızlık diye acı gerçekler var çünkü. mutlu olmak için çekip gitmek istersin ama başka dertler çıkar karşına, kısaca fakir ve kimsesizsen hiçbir bok yapamazsın.
"evden kaçıcam ama henüz yolları bilmiyorum" derdim küçükken. o zamanlar kimliğini de bırakıp gitme fikrine haiz değildik elbette. sonra, çok sonra, önce kendimizden sonra kimliğinizden, sonra bu kimliğin sadece toplumla var olduğunu fark etmekle her şeyden ve herkesten nefret etme haliyle ziyadesiyle yüz göz olduk. sevmemek için suçlamak da gerekiyor mu, bu zorunluluk mu bilmiyorum ama şöyle düz mantık kurabilirim: mutlu olmayan insanın kendisini mutlu etmeyenleri terk etme hakkı vardır. ve mutlu değilseniz bu sizi bir kişi bile mutlu etmiyor demektir. sevmeme ve kaçıp gitme isteği bakın boşuna hasıl olmuyor.
cehennem kapısında da bu tezimle kendimi savunmayı planlıyorum. dünya nimetleri ile tatmin olmak uğruna, allah yolundan, rızasından uzak olanlar giriyorsa cehenneme, "valla ben tatmin olmadım bir şeyle" der kenara çekilirim. öylece duruyorum ve en kötü ihtimalle "öylece duran" bir cehennem olmalı benim mekanım. ve birçoklarının mekanı.
"birgün çekip gideceğim
gazeteleri masa üstündeki bardaklarıayak ucumdaki o çiçekleri
hayellerimi umutlarımı
kedimiz safişi
merdiven dibindeki karınca yuvalarını
beni yok saymanı
masaya serdiğim sofra bezini
sakladığın renkli rüyalarımı
sakındığın ellerini
kütahya hatırası yazan kültablalarını
küllenen aşkımı
köşedeki ceviz ağacını
çatıdaki üzüm salkımlarını
eylül yağmurları ve sıcaklığı ile
temmuz akşamı hatırası canımda
ağustosun ilk haftası aşkımı
bırakıp çekip gideceğim"
arkada bırakılanlar varsa kolay değildir. o an anlaşılmasa bile zordur. bir şehirden çekip gitmek hem de geceleyin, kapıları usulca kapatarak, sessiz ve habersiz...
arkandan güle güle diyen olmasa bile hoşçakal denilir; sanki sesini duyan varmış gibi...
cristopher mccandles (ya da alexander supertramp) kadar cesur yüreklerin, onun gibi bir anda her şeyi geride bırakıp yaşamın özünü ve özgürlüğünü bulmak için yollara düşmesidir. yaban hayatı yaşamaktır bir nevi. hatta gerçek hayatı yaşamaktır, bana göre.
into the wild filmini izleyen pek çok kişinin içinde vardır bence bu çekip gitme dürtüsü. çocukluk hayalimi filmde yaşayınca dayanamayıp ağlayıvermiştim. hala gidebilmiş değilim. sanırım sadece kendi içime çekip gidebiliyorum. garip.
ardında bir hayat bırakarak kaçıp gitmektir. herşeyden, herkesten kaçma isteğidir.
bazen insan o kadar daralır, o kadar bunarlır ki ardına bakmadan çekip gitmek, kimseyi tanımadığı, kimse tarafından tanınmadığı bir dünyaya gitmek ister. omzunuza binen yükleri taşıyamaz olursunuz, bir dizi kötü, sizi derinden etkileyen olaylar yaşamışsınızdır. öyle yorgun, öyle bıkmışsınızdır ki çekip gitmek, yaşadığınız herşeyi yok etmek istersiniz.
çekip gitmek; kalıp savaşmak yerine, kaçıp kurtulmaktır.
bazen çok sevdiklerimiz çekip gidince onlara kızarız, ardından lanetler yağdırırız. hiç düşünmeyiz neden gitmiştir diye. kendimizi hiç onun yerine koymayız. birgün kendinimizin de çekip gitmek isteyeceğini asla düşünmeyiz...
Gitmek. Bir hançeri inceltip
Okyanusa daldırmak isteği
Ya da düşebilmek atlasların
Dışına ki ey kalbim
Yalnızsın bu yolculukta da... *