trakya kaşarı vardır ya inanmayacaksınız ama çağlayan kaşarı da vardır, hatta çağlayan salamı da vardır.
dur anlatayım da siz hak verin.
o zamanlar kaşar, salam luks. enazından aileler kahvaltılarında bulundurmuyor. zeytin peynir ve sanayağa göre nispeten pahalı.
o yüzden biz çocuklar için çekici şeyler.
arka bahçede maçını yapıyorsun. kurt gibi açıkmışın. eve gitsen ne yiycen, patates makarna, ya da sulu bi yemek.
gidersin mahallenin nispeten daha iyi huylu olan bakkalına, çeyrek ekmek kaşar yapsana abi dersin.
bakkal abi tahtanın üstünde hazırlamaya başlar kaşarı. belki de salam istemişindir. ne istediysen artık.
o salamla kaşar nasıl bişeydir ya. pıçağı vurur vurmaz kokusu burnuna kadar gelir. fıstık kokusu bile gelir, salamdaki.
hele ekmek çıtır mı çıtır. o zamanın çeyrek ekmeği de şimdinin yarım ekmeğinden büyük ha.
alırsın kolanı da hatta belki bedavası vardır diye kapağın içindeki mantarı kaldırmaya çalışırsın. sonuç neyse önemli değildir. bedava çıksın ya da çıkmasın. nasılsa önünde koca bir ziyafet zamanı var.
yumulursun kaşar ekmeğe, bir taraftan da maçın tartışmasını yaparsın.
işte o bakkaldaki kaşar çağlayan kaşarıdır. salam da çağlayan salamıdır.
o zamanlar başka kaşar ve salamlarda bu tat yoktur. çağlayan a ve hatta sadece bize mahsus bir lezzeti vardır.
artık o yılların genel atmosferinden midir nedir, bazen çok dingin olmaktır.
misal bu mevsimde ve çağlayan da yaşadığım yıllarda olsam bu saatte bütün ailece yemeği yemiş sakin sakin tv ya da radyo dinliyor ya da izliyor olurduk.
ne çay isterdik ne başka bi şey.
şimdi yemekten sonra çay içmezsek hazmedemiyoruz bile.
beklentisiz, gamsız güzel bir hayattı sanki.
yemek dedim de ne yerdik diye düşündüm.
pirinç çorbası, kuru, belki pilav, belki makarna.
ha bak yanlış anlaşılmasın, yemekler hep etli olurdu.
zaten o dönem etsiz yemek pek yapılmazdı.
şimdilerde pek satılmayan kemikli kuşbaşı et her yemeğe konurdu.
uzmanlar bunun çok sağlıklı olduğunu söylüyor, bugünlerde.
ya adamlar facebook ta bi sayfa açmışlar.
sokak sokak, hatıra hatıra mahallelerine değer veriyorlar.
biri sokağın resmini koymuş, sokak ya bildiğin sokak. beton bina ve yoldan başka bi şey yok ama sevmek başka bi şey. adamlar semtlerini seviyor.
helal olsun.
kısa yol anlatımıyla asortik yerlerde çalışan insanlardan söz etmiştik ya onlardan çok etkilenen insanlar olmuştu dedik.
işte bu etkilenenlerden biri şahsımın uzaktan arkadaşıydı.
daha 16 yaşlarında falanız.
adam bana o zamanlar maçka daki swiss otelin bahçesine çay içeye gittiğini söylediydi.
lan dedim pahalıdır orası.
olsun dedi. pahalı olduğu için herkes giremiyor. seviyeli insanlar geliyor dediydi.
ass.ktr lan o kadar para verilir mi dediydim ama çocuk o seçici tavırlarıyla aldı yürüdü.
babasının kiracı olarak dükkan işlettiği han ı satın almış, son duyduğuma göre.
bin bir çeşit hayatı gözlemleyebilecek ortama sahip olmaktır, çağlayanlı olmak.
çocukluk arkadaşlarının bazılarının çok düzeyli yerlerde bazılarının da diplerde(hapis) olmasıdır, çağlayanlı olmak.
mesela vakko da, mesela beymen de ya da aeg(bugünkü profilo) de çalışmaktır.
bu insanların çağlayan a çok katkısı olmuştur. elbette onlar katkımız olsun diye çalışmadı, oralarda ama düşünsene vakko da 3-4 tane elit insanla konuştuğunu ya da onları görüp izlediğini.
sonrada o görgüleri çağlayan gibi bir varoşa taşıdığını. uzaydan dünyaya bakmak gibidir bu olay.
ve bu insanların çocukları bundan çok faydalanmıştır.
hangi çağlayanlı ya sorarsan sor gözü sürekli oralardadır. ya maddi anlamda ya görgü anlamında.
songül olmaktır ya da çocuğa songül ismi koyup çocuk yapmaya devam etmektir ve de yani asla songül olamamaktır.
çok vardı böyle aileler çağlayan da.
songül, sonnur, yeter vs.
hatta bunlardan birini yakın zamanlarda gördüm yav arkadaş insan bu kadar mı genç kalır. yüz hala pırıl pırıl. aynı çehre duruyor. aradan bin yıllar geçmiş.
çocukken olur ya bi kavgada dayak yediniz ağlıyorsunuz falan. bu durumda bi yere gizlenip ağlamaktır çünkü peder görürse bi tokatta ondan yiyip ağlamanızın katlanmasına sebep olur.
"ne lan dayak mı yedin" diye.
öncelikle belirteyim kendi hatıralarımı tazelemek amaçlı yazıyorum. yoksa kimsenin tikinde olması gerekmeyen bi başlıktır.
vallahi cevval olmaktır.
yaz stajı yapıcaz. yazlığa yakın diye bi fabrikayı gözümüze kestirmişiz. gittik başvurduk neyse. ses soluk çıkmadı. dediler ki aileden dedilerki bizim akraba var orada müdür. onu bul faydası olur.
gittik bulduk söyleriz falan dedi gene ses çıkmadı.
sonra dediler ki bizim çağlayandan komşu falancanın oğlu orada muhasebede şef onu da bul madem.
gittik onu da bulduk. yeminle inanırmısın adam anında telefonu kaldırdı, benim yanımda aynen şunu dedi karşısındaki kimse.
benim adamım var şu şu isimde burda staj yapacak. hallet. caat kapattı.
bana da şuraya git dedi gittim. gün verdiler başladım.
şimdi müdür olan esentepe de büyümüş bir abimiz.
muhasebede şef olan da dediğim gibi çağlayanlı
böyle bir fark oluşturuyor semtler, insanda.
ha her ne olursa olsun torpilden nefret ederim. keşke liyakatla alsalardı. ona da vardım.
iki abi arasında bir üstünleme yapmadım.
şimdi bende o işi bitiremeyen abi tarzındayım. uğraşamam aga ama çağlayanlı olmak uğraşmaktır.
semtten taşınıp uzun yıllar geçtikten sonra içinde bir çağlayan duygusu yaşamaktır ama öyle seviyorum, bitiyorum tarzı değil.
hem sevmek hem kızmak tarzı bişey.
o yüzdende gidip eski tanıdıklarla konuşup kaynaşmak yerine kimseyle görüşmeden bir otel odasında kalıp çağlayan atmosferini yaşamaktır.
hele yaz günleri.
pastaneye girip çıkmak, caddeden gelip geçene bakmak, o sıcak, rüzgarlı anlatılmaz atmosferi yaşamak. anlatılmaz ya.
futbolu çok sevmektir ama sadece seyirci olarak değil ölümüne bir çabayla futbol takımı kurmak, o takımda oynamak, o takım için esnaftan para toplamak, skor tabelası yaptırmak ve sonunda kavga çıkarıp takımı dağıtmaktır.
bu akış 7-8 yaşında çocukların kurduğu takımlarda da 17-18 yaşındaki gençlerin kurduğu takımlarda da böyledir.
o kadar çok takım kurulur ve dağıtılırdı ki aradan yıllar geçmesine rağmen hala bi kaçının ismi aklımda.
kervanspor, çağlarspor, sandoz, çağlayan gençlik. daha bir sürü.
neden bu kadar takım kurmaya hevesliydik derseniz. semtin girişinde koca bir futbol sahası vardı. hala var. adalet sarayı nın karşısı oluyor galiba.
kurtlar vadisi nin meşhur müziği cendere nin aldığı adla anılan bir semti de vardır.
şimdi çağlayanı bilenler, semti değil diyebilir ama bizim çocukluğumuzda, bizim anlayışımıza göre semtiydi çünkü sık sık adı geçerdi cendere nin ve oraya giden yeminle kahraman sayılırdı. ayrıca dağlardan tepelerden 10 dakikada çağlayan dan bu semte inilirdi. o yüzden bizimdi.
çocuklar arasında korkulan bir yer olarak tanınırdı.
ne tesadüf ki kurtlar vadisi gibi korku öğelerinin işlendiği bir dizinin müziğine adını vermiş.
bilmeyenler için söyleyelim.
dere, çağlayan ın mahallelerinden biridir ve hakkat böyle tepelerin arasında bir vadi gibi uzar gider.
eskiden yolun bir tarafından dere mi desem yağmur suları mu desem ne desem bilemediğim bir su akardı.
muhtemelen eskiden büyük bir dereydi ve gidip cendere veya kağıthane deresiyle birleşirdi.
eskiden bahçeler falan vardı. şimdi her yer apartman tabi.
çoğrafi şekilleriyle de çok ilginç bir yerdir, çağlayan.
çağlayan dan uzaklaştıktan sonra bile, uzun süren yağmurlu havalarda, türk sanat müziği dinleme ihtiyacı duymaktır.
o yıllarda evde, hiç kapanmayan radyoda bunlar çalar ve sakin sakin dinlerdik. aslında dinlemezdik o çalardı ve beynimizin derinlikleirne işlerdi. iyi işlemiş ki yıllar sonra bile dinleme ihtiyacı duyuyorz ve o huzurlu havayı tekrar yaşıyoruz.
lan örnek olmasın da deli olmaktır a bir örnek yazayım. belki yazmışımdır ama.
holding sahibine toplantı da yamuk yaptığı için çizerim lan diyip kafa atmaya kalkmaktır.
çağlayanlısın lan sen.
istersen binlerce lira alan koca bir holding koordinatörü ol. mayan çağlayanlı.
çeket, kravat, ütülü pantolonun içinde aynı pantolonu aylarca giymiş biri var.
arkadaşları, babası tarafından kulağı kesilmiş, aşırı yaramazlıklarından kurtulmak için imam hatipe yazdırılmış, evden kaçıp yeşilcam da artislik yapmış olanlar var. beyoğlu nda nam yapmış dayılar var.
var oğlu var.
yıllarca uzak kaldıktan sonra oradaki bütün kızları, erkekleri, dükkanları her şeyi ama her şeyi özlemek sevmektir.
filiz meraba
fatma meraba
resul meraba
köfteci meraba,
şahap meraba
imren lokantası, petek pastanesi, baba, anne, bahar abla meraba ya.
sık sık hüsrana uğramaktır.
çağlayan ve bazı çağlayanlılar, insanları hüsrana uğratmak için yaşar.
geçen sene, lan dedim bunların facebook ta grupları falan vardır belki bi gireyim.
anee baktım var. dedim eskilerden konuşuruz.
bi kaç gün hakkaten iyi gitti. hem onlar hem ben resimler, anılar eşliğinde güzel zamanlar geçirdik.
sonra gruptan bi kaç herif çıktı. sen nesin, nerdesin vs vs.
anam sonra bunlar bir toplandı, bir kalabalıklaştı. yazamaz oldum grupta. sürekli tartışma.
çıktım tabi.
evet. eskiden de çok çektiğim o nahoş kitle hala oradaydı ve çekilmezdi.
dikkat ettiysen sadece övmüyorum. neyse onu yazıyorum.
ziya paşa çok köklü bir ilkokul. sanırım 1960 larda baraka olarak falan başlamış, öğrenime. köklü olduğu kadar da rekabetçiydi.
öğretmenler resmen kendi aralarında en iyi öğrencileri seçmek için yarışırdı.
ben ilk seneyi başka bir ilkokul da okumak zorunda kalmıştım.
öğretmen, babamın arkadaşı olduğu halde, beni kendi sınav yaparak 2. sınıfa kabul etmişti.
iyi değilse alamam kusura bakma dediğini hatırlıyorum hocamın.
lan sonra o kadar matematik gösterirdi ki hoca, sınıfın doğru dürüst toplu bi resmi bile yok. yani sosyallik sıfır.
lakin yalan gelir belki size de liselerde denklemle çözülen soruları getirirdi bazen hoca. biz onu klasik problem çözme yoluyla çözerdik.
adam beynimizi o kadar geliştirmişti ama hakkaten o anlarda, o problemin karmaşıklığından kalemi fırlatasım gelirdi ama bırakamazdım. çözmek isterdim.
hani şöyle mesela, bi musluk havuzu 3 saatte doldurusa meselesi var ya.
işte orada basit bir orantı var di mi. içler dışlar çarpımı yapıp sonucu buluyorsun.
biz onu mantık yürüterek bulurduk. basit bir kuralı uyguyarak değil.
ha çözdüğümüz problemler bunlardan çok daha karmaşıktı.
problem çözme yöntemizi anlatmak için ufak bi örnekti.
yani problemleri yöntemlerle değil, mantığı zorlayrak çözmemiz öğretilmişti.
bu bize ne kazandırdı dersen, her sorunun en dibine kadar inebilme, onu zihinde canlandırıp, sorunu tespit edip, çözüm geliştirme yeteneği kazandırdı.
bazıları için pazar günlerini sevmemektir, çağlayanlı olmak.
pzar günnü yalnızlıktır. kendi dükkanınız da dahil olmak üzere vatan caddesindeki bütün dükkanlar kapalıdır.
bakkal hızır bile geç açar pazarları. tabi o zaman çocuğuz pazar günü neden canımız sıkılır düşünememişiz. sadece sıkılmışız.
ayrıca pazar günleri, çoğu aile pikniğe gider. bi dodge kırmızı kamyonete doluşurlar, en çok gittikleri yer de ağaçlı dır. şimdilerde havaalanı oldu galiba.
biz pek gitmezdik peder asorti adamdı. öyle kamyonetle falan bi yere gitmez.
işte bu sebeplerden dolayı pazar günleri sıkıcı geçerdi çağlayan da.
şimdi de öyledir eminim. binlerce konfeksiyon atelyesi pazar günü kapalı. vatan caddesi sessizdir.