yavaş yavaş istanbul un eski semtleri arasına girmiştir.
60 senelik pastahane ve lokantalar var.
şimdi millet lan alt tarafı çağlayan ne olabilir ki diyecek ama hazlar ayrıntılarda gizlidir.
belki her gün yanından geçip gidersin ama o detayları farkedemezsin.
fark etmek için biraz tabelaları incelemek lazım.
bi ara uzun uzun anlatasım var ama bakalım ne zaman.
istanbul çağlayanlı olmak insana yapışır, arkadaş.
nasıl yapışmasın. akşama kadar sokaklarında oynayarak, hayatın içinde büyümüşün. çağlayan ince ince işlemiş seni.
ünlü futbolcuların kardeşleriyle de arkadaş olmuşun, evinden kaçıp artiz olup, yılmaz güney le film çevirmiş kızın kardeşiyle de. hırsızlığa, suça meyilli olanıyla da. mahalle arasında sustalısıyla racon keseniyle de.
bazen abiler "git şu herife sataş sonra biz gelip dövelim" demişler. yani işlemiş içine gizli gizli, bişeyler.
sonra güç bela sıyırmışın kendini, gel zaman git zaman,iyi bi yerlere, mevkilere gelmişin. lakin içindeki o ateş, o mevkilerin olması gerektiği ortamlara hep isyan etmiş.
kravata, takım elbiseye alışamamışın.
toplantıların ortasında isyan etmişin, "çizerim ulan" diye bağırmışın, kimse anlamamış nedenini, neden bu hırçınlık, bu ani patlamalar.
sebep basit.
çağlayanlıyım lan, çağlayanlı. yerim sizin aranız olmadı hiç. sokakta büyüdüm. babadan tokat yemeden eve girmedim.
ne hikayeler döndü bu istanbul semtinde. bazılarınada şahit oldum, eskiden.
hemen kendi usulumce anlatmaya çalışayım. her an yarıda kesebilirim ama sağım solum belli olmaz. çağlayanlıyım.
sene 75 ler. çağlayanlı ama tam çağlayanlı biri arsasını kat karşılığı vermiş. alan müteahhit çağlayan dışından. sonradan duyduk ki yerim ben bu arsayı gibi bi planı varmış. neyse.
arsa sahibi, işlerin yolunda gitmediğini mütahhitin bişeyler çevirdiğini hissediyor. kendisiyle konuşuyor falan sonuç yok. 10 daire yapacağı yere 20 daire yapıyor ve arsayı veren abiye o fazlalıktan kaynaklanan hakkını vermiyor.
abi düzgün adam. kavgayla gürültüyle pek işi yok ama sonunda oğlunun çalıştığı şirketin, çağlayan çocuğu patronuna, aksetiriyor olayı, oğlu vasıtasıyla.
bz çocuğuz o arsanın yakınlarında oynuyoruz.
bi gün luks bi araba yanaştı. biz izlemeye başladık. yanında iki tane fedai mi desem koruma mu bilmiyorum.
adamın sırtında kalinca bi palto, omuzlarına almış, giymemiş yani. arsaya girip işçilere bişeyler söyledi. sonra muteahhit olduğunu tahmin ettğimiz adam geldi yanina. biraz konuştular. paltolu adam fedailere işaret etti uzaklaştılar yanlarından. sonra acaip bi tokat akşetti müteahhite. ama ne tokat. ne muteahhit ne işçiler karşı bi harekette bulunmadı.
paltolu zat arkasını döndü arabasına gitti.
sonra fedaileri çıkıp mütahhitin yanına gittiler adam, müteahhite arabasının camından bişeyler söyledi ve basıp gittiler.
çocuğuz detayı bilmiyorum ama arsa sahibi amca sonraki günlerde epey neşeliydi.
orayla ilgili hikaye çok ta toparladıkça yazıcam. aslında tam toparlayabilsem kurtlar vadisi kadar reyting alan bi dizi olabilir. tabi içinde, leyla ile mecnun ve behzat ç den de bol bol bölümler olur. çünkü o tarz yaşıyordu çağlayan 80 öncesi.
eskiden iett hat numaraları 68 ve 69 du.
68 taksim den dolmabahçe ye iner oradan eminönü ne varırdı. hiç durmadan aksaray ve taksim üzerinden çağlayan a dönerdi. ring seferdi yani.
69 da taksim den tepebaşına döner oradan aksaray üzerinden, gene hiç durmadan taksim ve sonrasında çağlayan a varırdı.
canı sıkılan amcalar, teyzeler bu ringin tadını çıkarır. tek biletle istanbul turu atarlardı.
bir de 48 ve 46 vardı, çağlayan dan geçen ya da yakınından geçen diyelim.
48 kağıthane ye giderken benzinliğe yakın bi durakta durur, biz çağlayanlı kençler orada inerdik.
46 ise hürriyet mahallesi nin hattıydı. benzinlik ten bir durak önce hürriyet mahallesi ne dönerdi.
o dönemler çağlayanlıların en çok şikayetleri "lan en cok 48 le 46 geliyo bi tane çağlayan gelmiyo" idi. halbuki çağlayan otobüsü, siz 46 yada 48 e bindiğinizde hemen arkanızdan gelirdi ama binmezseniz gelmezdi. öylede meret bi hattı.
istanbul da olanına allah ını seven bir iki tane ağaç diksin. arkadaş bir tane ağaç yok ya.
toprak yok gerçi her yer beton, asfalt. hiç değilse dükkanın önüne koca bir saksı koyun da millet yeşil renk görsün. nedir bu para hırsı kardeşim.
yazacaklarım mahallesini kaybeden herkesin hissettiği şeyler, herkes çokça dile getiriyor ama demek ki dile getirmek bir zorunluluk vya bir dert dökme, rahatlama.
ekmeğini kazanmak zorunda olan herkes gibi kısmetimizi aramaya başladık iyi kötü bulduk ama hepsi bu mahalle dışındaydı, istanbul çağlayan dışında yani.
ekmek kazanma hırsıyla bir çıktık bir daha dönmedik, gibi bişey. arada geçerken bakardık falan. uuu dolmuş buralar diye tepkilerimiz olurdu.
sonra yıllar geçti. insan rahatlayınca geçmişi daha çok düşünüyor işte o düşünceler arasında çağlayanlı olduğumuz aklıma geldi. çağlayanlı dedim ya boş laf değildir bu. eskiden hakikaten bir raconu, bir ağırlığı vardı.
neyse gittik.
metrobüsten indi bu deli gönül. ünlü adalet sarayının yanından, o koskoca ağaçsız meydandan geçerken ortaokulumun adalet sarayı için yıkıldığını yeniden hatırladım. 50. yıl çağlayan lisesi faraza sı, ki bu adam 3 dil bilen bir Yugoslav göçmeniydi, Mollaoğlu ki bu da şiirleri olan, 1001. gece şiirini ilk duyduğum edebiyatı özümsemiş bir hocaydı 50 yıl çağlayan lisesi ile beraber başka yerlere göçmüşler.
sağa sola kafa sallayıp vay be dedim. vay be.
neyse hiç değilse az ilerideki ilk okuduğum okulu görürüm bakarım falan diye düşünürken ilerledim ve afalladım, köyden ilk kez şehre gelen adam misali şaşkınlık geçirdim. lan okul neredeydi. az ileride mi yok ya orada eski hemşire okulu şimdiki florance n,gihtrjsnigel hastanesi var. okul soldaydı ama orada kocaman bi inşaat var. yok yeminle çözemedim. nasıl çözeyim bir tane tanıdığım bina yok. bir tane kerteriz noktam kalmamış. yaşamadıysanız bilemezsiniz acaip bir duygu. yapacağınız tek şey şaşırmak.
o anda bankta oturan bi kaç amca vardı. onlara sordum "yıktılar yenisini yapıyorlar" dediler. bi vay be daha çektim içimden. vay be.
e yıkacaklar tabi. ben yıllarca sonra gelip göreyim diye eski binayı tutacak halleri yok ama bizimki de can yani. benden bişeyleri de yıkıyorsunuz ama.
bulamayacağımı bile bile arka bahçeye gittim. akşama kadar top oynayıp, önündeki evin dışa açılan kömürlüğünde define arayıp, korsancılık oynadığımız, arka bahçeye. arka bahçe olmuş koca bir işhanı, Allahtan biraz acımışlarda arka bahçenin bir kısmını pasaj yapmışlar. vatan caddesi nden hemen diğer caddeye geçiyorsun. ne kolaylık biz o caddeye geçebilmek için 3 metrelik bir duvarın üzerinden atlardık ki bunu herkes yapamazdı. yapanlar ayrı bir başarı kazanmış olarak görülür, havaları olurdu.
neyse arka bahçeye doğru giderken petek pastahanesi nin tabelasını görmüştüm o sevindirici oldu ve kuruyemiş tabağındaki badem gibi en sona bıraktım, oraya gitmeyi. pastane dediysek bakmayın ünlü olmamasına, adamlar 1963 te açmış, 50 sene 50. kaç tane esnaf var 50 seneden beri aynı işi yapan.
girdim pastaneye dedimki oradaki çalışana, ben eski çağlayanlıyım hamburgerin, tostun, spanglen aynı mı değişti mi, yemeye geldim. * hiç istifini bozmadan "aynı" dedi. bu kadar sadece, aynı.
ilk anda la insan biraz sevinmez mi dedim, içimden, "bak adam yıllar sonra bizim sattıklarımızı yemeye gelmiş diye sevinmez mi" dedim. sonra lan dedim bu işte, bu. adamlar değişmemiş ki, helal olsun. eskiden de böylelerdi, fazla güleryüzlü olmazlar, ciddi gözükürlerdi. e aynı işte daha ne istiyorsun. helal olsun dedim.
dedim usta, bana 1 hamburger, bi kaşarlı, bi sucuklu, bi de ayran. aynılarından 5 er tane de paket yap uzağa gidecek.
geldi istediklerim. arkadaş aynı lezzet bravo. biraz hamburgerin köftesi incelmiş, bir de içine koydukları salça sosu az biraz değişmiş gerisi aynı. yani hamburger ekmeği tam bastırılmış, tost makinasında. köfte bol acılı, yerken salça sosu kesin damlıyor. yaf az buz bişey değil. istanbul un ilk hamburlerinden biridir, kesin.
o zamanlar tostu, hamburgeri ya maçka, Nişantaşı civarında ya da taksim de bulurdunuz. lükstü bi yerde. lükslüğü fiyatından değil,herkesin bilmemesinden kaynaklanırdı.
şimdi bi hırsla entrye daldım yazdım yazdım. içim rahatlar gibi oldu. aslında devam etmek isterim, güven lokantası nı, kaldırıma sandalye atan esnaf kahvesini daha binlerce kaybolan değeri anlatayım isterim ama karnım açıktı. belki devam ederim.
avrupa'nın en büyük adliyesinin adıdır. istanbul'da yer alır. semt adıdır. çağlayan durağı var bir de. malesef ki metrobüste kulağınızda kulaklıkla müzik falan dinlemiyorsanız unutmak istediğiniz o ismi o hatun size hatırlatır durağa gelince! niye unutmak istiyoruz:
-hayatımı s.kmiş en büyük isimdir- *
kağıthane ve şişli arasına sıkışip kalmış güzide semtlerden biri olup çocucukluğumuzun geçtigi o sokaklardan simdi avukatlarin dolastigi ama asagilara dogru inildiginde hala mahalle abilerinin koruyup kolladigi mahalle kulturu can cekisiyor olsada arkadasliklarin saglam oldugu semtlerden.