dünyada yada uzayda insanın başına gelebilecek en kötü şey.
hiç bir şey yapamamak, kılını bile kıpırdatamamak.
mal gibi durmak, taş kesilip donmak.
boğazına düğümlenen kelimeleri, sayfaları, kitapları haykıramamak.
koca dünyanın bir anlık durması, insanların hareketsiz kalması ve çaresizliğin her yanı sarması...
bir kuşun kanatlarının kırılması, bir balığın okyanustan kovulması, kaplumbağanın kabuğunun çalınması, bir arının iğnesinin elinden alınması...
daha fenası çaresizden çare beklemek, medet ummak, umut etmek...
olmayacağını bildiğin duaya amin diyebilmek, uzaktan da sevebilmek...
doğum gününü onsuz kutlamak, bayrakları yarıya indirmek, arjantin konsolosluğuna siyah çelenk bırakmak...
iki dakika saygı duruşu, güney expres, mavi dolmuş, altı saat, arabalı vapur, kapalı yüzme havuzu, belediye otobüsü, kır kahvesi, mavi yolculuk, bir demet nergis, siyah araba, hayvanat bahçesi, dört bardak çay, bir ömür, istiklal marşı ve kapanış.
yapacak hamlenin kalmamasıdır. söyleyecek, soracak, dinleyecek çok şey olmasına rağmen yakalanamayan samimiyet karşısında kalınan durumdur. bir adım geridesiniz. bir adım ileriye gitmek sizin elinizde değildir bu da çaresizlik demektir, geriye beklemek kalır karşıdan bir adım geri yani yanınızda olmasını beklersiniz ve umudun en büyük kötülük olduğunu bildiğiniz halde, beklemek mi yoksa vazgeçmek mi derken çaresizliğinizi farkedip (karşıdan bir adım) umut edersiniz..
bok gibi, elin ayağın bağlı...
yapan gereken bir sürü şey varken, şu götü uğrunda vermeye bile imtina edemeyecekken, bu götün bile değersiz olması...
işte çaresizliğin tanımı.
televizyonu açın. özellikle son zamanlarda meydana gelen olaylar karşısında başka bi şey hissedemezsiniz.
bütün öğretilmiş çaresizler bunun özellikle yapıldığını ve insanı daha kolay kontrol etmek üzere planlandığını bir bilselerdi.
hayır, çaresiz değiliz.
bir değil, bin olursak hiç değiliz.