çamurdan hayaller

entry1 galeri1
    2.
  1. sabahtan beri bir an olsun kesilmeyen yağmur git gide şiddetini artırır ve damlalarıyla pencereleri döverken, başını cama dayayıp dışarıyı seyretmeye koyuldu. her taraf çamurdu ve sokak bomboştu. taşlar bile bu soğuk havaya isyan edercesine renksizleşmişti, bezginliklerini anlatıyorlardı sanki.

    bir süre daha görüşünü kısıtlayan buğulu cama tahammül ettikten sonra pencereyi açıp yüzünü soğuk havaya teslim etti. keskin toprak kokusu ciğerlerini doldurur ve yağmur damlaları yüzüne birer iğne gibi çarparken, gökyüzündeki kara bulutlara dikti gözlerini. her bir yağmur damlası bir haber taşıyordu ona sokaktan. "bugün hava berbat; çocuklar oynamaya çıkmıyor. her yan bomboş." diyordu sol yanağından aşağı akan. "insanlar böyle havalardan nefret eder." diyordu bir diğeri. ama o severdi. diğer çocukların aksine güllük gülüstanlık bahar günlerini ya da lapa lapa kar yağan, bayırların adeta insanları altlarına poşeti alıp kaymaları için davet ettiği kış günlerini değil, yağmurlu, her tarafın çamur deryası olduğu günleri severdi. çünkü yaşıtlarıyla eşit olabildiği günlerdi bunlar. herkesin içini karartan, onunsa içini ferahlatan günler...

    ***

    + para artarsa kola da alırım ama.
    - ne kolası be saçmalama, görmüyo musun şu havayı! her taraf kar kıyamet.
    + yağmur yağıyor sadece, o kadar.
    - hadi hadi fırla, baban da gelir birazdan.

    çocuk, montunun fermuarını boğazına değin çekip aceleyle kapıdan çıkarken de ekledi: "portakal sıkıcam bak, kola mola alma." ne anlıyordu ki şu çocuklar şu asitli siyah şeyden? elvan gazoz vardı eskiden, tatlıydı hem. kola da ne oluyordu?

    ***

    çekingen ve hafif kararsız bir yüz ifadesiyle salona giren küçük kız, kanepede oturup bir yandan çamaşır katlayan bir yandan da televizyondaki şişman kadının anlattığı tatlı tarifini dinleyen annesine yanaştı.

    + annee şey, ben kütüphaneye gidicem de. para verir misin?
    - ne kütüphanesi kızım?
    + ya türkçeden ödev var da, hemen yapar dönerim söz.
    - eh internet'e girip ordan yapsana. boşuna mı bağlattık biz bunu?
    + ya hoca özellikle internet'ten yapmayın dedi. kütüphanede araştırma yapmalıymışız.
    - eh be elif, hep son gün aklına gelir şu ödevler de. iki dakka bekleyiver, şunları katlayayım beraber gideriz.
    + ben tek giderim anne, uzak değil zaten.
    - bu havada tek başına nasıl salayım seni? her yer yağmur çamur.
    + bi şey olmaz ya, hemen dönerim bak.
    - peki ama dikkatli ol.

    kadın, kızını mont, atkı ve bir çift eldivenden oluşan bir zırhla kaplayıp dışarı bıraktı.

    ***

    çocuk parkının yanından koşar adımlarla geçen ayhan, paranın artanıyla aldığı çikolatayı kemiriyordu. burnu akıyordu ve sırıl sıklam olmuştu, üşüyordu. tek hayali, eve varır varmaz sobanın kenarına sinip kestane eşliğinde televizyon seyretmekti.
    "ah, elif n'aber?" dedi yerdeki bir su kapağına şut çekerken.
    "iyiyim," dedi kız kısık sesle. "senden?" diye sormasını bekledi, ama sormadı. bunun yerine salıncaklardan birine oturdu. ayhan gözlerini salıncağın altındaki çukurlaşmış kısımdan kaldırmadan, "ıslak değil mi?" diye sordu.
    "ıslak, ama olsun. ben de kuru sayılmam ki."

    yeni bir şeyler sormalıydı ayhan, sormalıydı ki muhabbet uzasındı. elif'in kendisiyle konuşmak istemediği için değil, sadece biraz çekingen olduğu için böyle soğuk durduğunu anlayabiliyordu. henüz on birinde olmasına karşın insanları ve onların davranışlarını gözlemleme konusunda bir dahiydi. bu yeteneği ilerde üniversitede okuyacağı, şimdilerde ise adından bile bihaber olduğu sosyoloji bölümüne taşıyacaktı onu.

    + sallanmayı biliyor musun?
    - hayır, beni sallar mısın?

    böyle bir şeyi beklemediği her halinden belli olan çocuk, "ben mi?" diye sordu heyecanla. fakat çarçabuk toparlanıp salıncağa yaklaştı. yarısı yenmiş çikolatasından bir parça koparıp kıza uzattı.

    + altından, ısırmadığım yerinden kopardım.

    ***

    "nerde kaldı bu çocuk?" diye homurdandı saniye hanım. bu havada fırına ayhan'ı yolladığı için pişmanlık duyuyordu. ne vardı sanki bakkal ekmeği olsaydı? ama kocası sevmiyordu işte, "o ekmeği akşama kadar kaç kişi elliyor haberiniz var mı?" diyordu sürekli olarak. hem fırının sahibiyle de ahbaptılar.

    ***

    salıncak ileri-geri yükselir ve uçarken, ayhan da mutluluktan uçuyordu. hoşlandığı, yeni öğrendiği tabir ile "platonik sevgilim" dediği kıza hiç bu kadar yakın olmamıştı. onun beline dokunmak, kapşonunun yanlarından taşan uzun siyah saçlarına bu denli yakın olmak tarifi imkânsız, masumane ve tertemiz şeyler hissettiriyordu ona. tıpkı bir peri kızı gibiydi.

    okuldan açıldı konu, derslerden. aynı okuldaydılar, fakat sınıfları farklıydı. ayhan bir üst sınıfa gidiyordu ancak elif kendisinden daha büyük gösteriyordu.

    "türkçe ödevi, kütüphane..." diye aklından geçirdi elif. hava yavaş yavaş kararıyor ve yağmur da şiddetini artırıyordu. bu saatten sonra kütüphaneye gidemezdi, hem kapanmıştı belki de. parkta en fazla yarım saat oyalanmıştı, yine de hava çok hızlı kararıyordu. normalde sorumluluklarını bilen, hatta bunları abartan bir öğrenciydi. ödevlerini yapmadığında, ki bu pek az rastlanan bir şeydi, tüm sınıfın önünde öğretmeninden özür dilerdi. bir gram yağcılık gütmezdi bu hareketiyle, cidden mahçup olurdu ve herkes de inanırdı ona. duygularını gizlemek konusunda başarısızdı, ilerde de öyle olacaktı.

    fakat çok mutluydu şimdi. ödevini yapmamış olması onu hiç rahatsız etmiyordu. ne hoş çocuktu şu ayhan. hem komikti de.

    "ben gideyim artık," dedi tekrar utangaç haline bürünerek. konuşmaları boyunca oldukça rahat ve samimi davranmıştı halbuki.

    "saat geç oldu, evet. evine kadar geleyim mi senle? müzikçiyle ilgili anlatacaklarım var hem."

    evet anlamında başını salladı kız.

    ikisi de ıslanmıştı ve paçaları çamur içindeydi. eliflerin evinin ordaki birkaç basamaklı merdivenden kayıp düşene kadar ayhan'ın üstü yanındaki peri kızınınkine nazaran daha temizdi.

    + iyi misin, bir şeyin var mı?
    oğlanın elini yakalayıp kaldırmayı denedi.
    - sağ ol, bir şeyim yok.
    + ee bugün kalkmayı düşünüyor musun bari?

    ***

    "neden ben de kayıp düşemiyorum? düşüp kendimi yaralayamayacak kadar acizim." yan yana yürüyen çocuklara baktı bir kez daha. üstleri kirlenmişti, muhtemelen donuyorlardı fakat mutluydular işte, gülüyorlardı. neden tanrı başkalarına işe yarar birer çift bacak vermişti de kendisinden esirgemişti bunu? ya tanrı söylendiği gibi merhametli değildi, ya da kendisi bir şeylerin cezasını çekiyordu. peki neyin, kimin hatasının bedelini ödüyordu?

    tekerlekli sandalyesinin kolundaki kırmızı düğmeye bastı. alet, homurtular çıkararak uzun koridoru geçip sokak kapısına ulaştı. sandalyeyi kapının birkaç santim ötesinde durduran kız, kapıyı açtı ve bahçeye çıktı.

    havadaki toprak ve boğaz yakan is kokusu dışarıda çok daha yoğun hissediliyordu. bahçedeki küçük su birikintilerinde yüzmekte olan kurumuş yapraklar, denizin ortasındaki boş sandalları andırıyordu.

    kendini üstü başı çamur olmuş bir vaziyette hayal etti. ayakkabılarına sular doluyor, soğuktan burnu akıyordu. ne kadar da güzel olurdu. ama annesi pek hoşlanmazdı herhalde. yürüyebilse bile izin vermezdi kirlenmesine. üzerindeki bluzu on üçüncü yaş gününde anneannesi almıştı hem.

    bir anda karar verdi her şeye. kollarının yardımıyla kendini yere itecekti. o zaman onun da üstü diğer çocuklarınki gibi çamur içinde kalacaktı, o da kirlenecekti. cam fanusundan kurtulup yaşıtları gibi toprağa bulanacaktı. sandalyesine tekrar nasıl oturacaktı, kime ne? annesinin tepkisi ne olacaktı, üzerindekilerin maddi ya da manevi değeri var mıydı, mühim değildi hiçbiri. biraz kirlense kime ne zarar gelirdi ki?

    ***

    kadın, bahçe masasının üzerinde duran ve üzerine örtülmüş peçetelere rağmen ıslanmış olan kâğıda baktı bir kez daha. üzerindeki yazı kendi kızına aitti. yazılanları okuyunca bir kez daha duygulandı, gözyaşları daha şiddetle akmaya başladı gözlerinden. tüm bunlara rağmen hıçkırıkları daha sessiz bir hal aldı.

    kimin aklına gelirdi ki, yaşıtlarına özenip biraz kirlenmek isteyen yürüme engelli bir kızın kendini yere atıp başını taşa çarpacağı ve oracıkta can vereceği? bu saatten sonra kimi suçlamalıydı? kaderi mi, "kızınızı kaybettik, metin olun." diyen doktorları mı, hayatın kendisini mi?

    "biricik meleğim, rahat uyu sen." diye mırıldandı kadın. "umarım şimdi ruhun özgürce hareket edebiliyordur."
    3 ...
© 2025 uludağ sözlük