anne! baba! ve çalışmayı sevmediğimi bilip beni bu yüzden kınayan diğer insanlar şimdi size sesleniyorum. 14 yaşıma geldiğimde benden bi halt olmayacağını ve acilen çalışma hayatına atılmamı düşündünüz ve beni zorla çocuk yaşta bu hayata ittiniz. 8. sınıftaydım henüz. oks isimli sikik eğitim sisteminin gereği olan sınav sisteminin zehirli bir meyvesiydi bu sınav. son kez yapılacaktı ve bende bu sınavda yer alacaktım eyvallah...
girdim, fena sayılmaz bir başarı elde etmişim bu sınavda. beni sınayanlar öyle diyor.
hiç bir şey umrumda değildi. ben yazar olmak istiyordum. gazeteci olmak istiyordum. ve henüz 14 yaşında olduğumdan hayatın bu kadar zor geçeceğini tahmin edemiyordum. beni henüz arkadaşlarımla gezip tozma zamanlarımda, bu güzel zamanlarımdan çalıp ufak bir lokantaya garson olarak verdiniz. yetmezmiş gibi sanki 2 kişi kurbanda ineğine girmiş gibi dediniz ki: " eti senin kemiği benim"...
işte o gün bu düzene benim etimi, kemiğimi, hayatımı sattınız o lokantanın patronuna.
patron! isminde bile bir ibnelik sezmiştim çocukluğumdan beri. patron!!! kan emici yaratık olduğu çocukluğumdan beri şekillenmişti tınısından dolayı.
neyse, iyi bir puan elde ettiğim oks sonucu açıklandığında tercih yapmam gerekiyordu ve sevgili patronuma durumu izah edip izin almam gerekiyordu gidip işlerimi halletmem için.
o gün patron kelimesine neden kan emici yaratık tanımını bilinçaltında yakıştırdığımı anlamıştım: " git bir daha gelme!"
kovulmuştum. canıma minnetti ama esas evdeki kan emicilerin tepkilerini tahmin ediyordum: "beceriksiz! salak! nasıl kovulursun! hep tembeldin zaten!"
beklediğim tepkilerle de karşılaşmış ve henüz çocuk yaşta bu tür bir hayata atılmam ve fazlaca üzen tepkilerle karşılaşmam beni derinden etkilemişti.
aklımda tek bir meslek vardı. gazeteci olmak...
bu işin okulunu okumak istiyordum. bir anadolu iletişim meslek lisesi okumak istiyordum. henüz acemiyim bu gibi hayati sınavlarda nerden bileyim nasıl tercih yapmalıyım. okuluma gittim. din kültürü öğretmeni olan müdür yardımcımızdan bu konuda yardım istedim. kendisi tercih formumu anadolu imam-hatip liseleriyle doldurdu. "hocam iletişim okumak istiyordum" dediğimde yüzünü ekşiterek son sıraya koydu istediğim liseyi ve bir öncesine ticaret lisesi yazdı.
zaman geldi ve nereye yerleştiğim açıklandı. anadolu ticaret meslek lisesi.
bir altında iletişim lisesi vardı ama :( neden gidemiyormuşum diye uzun süre ağlamıştım :(
hayallerimin yok olup gitme süreci başlamıştı böylece.
az önce bahsettiğim gibi patron beni tercih yapmak için izin istediğimde kovmuştu. tercih yaptıktan sonra değerli aile üyelerim kendi aralarında karar almışlar dediler ki: " git patronunu elini öp seni geri işe alsın." bunu asla yapamazdım. yeterince ezilmiştim bunu nasıl yapayım.yine bana zorla istemediğim bir şeyi yaptırdılar ve o lokantaya geri döndüm. 14 yaşında hayatı öğrenmek için lokantada garsonluk yapmam gerektiğine anlam veremiyordum. hayatı yaşayarak öğrenirsin. birilerinden değil. lokantada garsonluk yaptırmak hayatı öğretmez ufacık çocuğa. hayat birinden öğrenilmez ki. niye benim olmayan bi hayatı öğrenip benim olmayan bi hayatı yaşayayım ki? düşe kalka öğrenecektim işte tıpkı bisiklet sürmek gibi. bisiklet sürmeyide kendin öğrenince tadı bi başka olmaz mıydı çocukken hatırlayın...
derken liseye kayıt edilme vaktim gelmişti. küsmüştüm herkese, zorla yaşadığım hayata küsmüştüm. o yüzden kayıt olmaya sadece annemi gönderdim o kayıt ettirsin beni diye. meğer anadolu iletişim meslek lisesi ve anadolu ticaret meslek lisesi aynı binada iki farklı okulmuş. soruyorlarmış iletişim mi okumak istersin yoksa ticaret mi diye. eğer gitseydim o gün iletişime kaydolabilirdim. ama gitmediğim için o fırsatıda kaçırdım. ve bir saçmalık daha var ki eğitim sisteminde o da şu:
eğer bir anadolu meslek grubuna kayıt olduysan başka bir türdeki anadolu meslek grubuna geçemiyorsun. yani ben anadolu ticarete kayıt olduysam anadolu iletişime kaydımı aldıramıyorum. okul değiştirebilirim mesela a ticaret meslek lisesi olacağına b ticaret meslek lisesi olabilir ama alan değiştiremiyorum anlayacağınız.
bu yüzden idareyle sert tartışmalara girmiştim. neden geçemiyormuşum anadolu iletişime diye. oysa puanım tutuyordu. sadece şanssızlık...
lisenin ikinci yılında bölüm seçiyorduk artık. bilgisayar bölümü ve muhasebe bölümü vardı. ben bilgisayar istiyorum o tercihim bile olmadı muhasebeye gitmek zorunda kaldım. tiksine tiksine okuyordum. benim yazar olmam gerekiyordu ne işim olurdu faturayla senetle falan.
aynı binada olduğumuz için iletişim okuyan arkadaşları da görüyordum. hiç birinin gözünde o parıltı yoktu. iletişim başka bir şey çünkü. bir sanat bir felsefe... kafana göre öğrenci seçemezsin oraya istekli olmak şarttır. gazeteci olmak, televizyoncu yada radyocu olmak herhangi bir iş değildir. o koca okulda iletişimi isteyerek okuyacak olan tek öğrenci bendim heralde o da olmamıştı işte.
zorla çalıştırılmak, tercih yapmak için izin isteyince kovulmak, aile tarafından baskı görüp gidip yalvar yakar kendini geri işe aldırmak, ezildikçe ezilmek...
amına koyayım sizin hayat anlayaşınızın! bu muydu lan hayat?! hiç bir şeyin yolunda gitmemesi miydi hayat? bir çocuğun hayatını sikmek miydi hayat?
alın öğrendim işte mutlu musunuz?! ama ben mutsuzum. o yüzden bana aşılamaya çalıştığınız çalışma aşkını bütün ruhumla reddediyorum şimdi. evet evet! ben tembelim. ben tem-be-lim!!!
sevgili ailem!.. akrabalarım!..
bakın hayatı öğrendim o lokantada. çalışmak!!! etim patronda kaldı. afiyetle yedi bitirdi bütün benliğimi. kemiğimden çorba kaynatırsınız artık. kusura bakmayın size başka verecek bişeyim kalmadı çünkü.
sevgili sözlük yazarları!
yukarıda satırlar boyunca yazdığım o yazılardan belki bişey anlamamışsınızdır. öfkeli ve üzgünüm. o yüzden ortaya bir mustafa topaloğlu anlatımı çıktıysa özür dilerim hepinizden. öfkeyle yazdığım satırlarda atladığım unuttuğum şeyler vardır belki. eğer eksik bir yer görürseniz özel mesaj atarak bildirin ki düzelteyim.
birçok eylem denedim, şu çalışmak kadar sıkıcı bir şey görmedim. özellikle kendini bir sik sanan ve kafayı kurumsallaşmaya takmış prosedür fetişi şirket ve firmalarda çalışmak. tam anlamıyla bir ölümdür bu. en güzeli bir işe girmek, sıkılana kadar çalışmak; sıkıldıktan sonra siktirip gitmek, elinizde kalan parayla bir süre özgürce yaşamak, paranız bittiğinde de tekrar bir işe girip yukarıdaki şeyleri başa sarmaktır.
hele hele kariyer amacıyla patron götü yalayanları gördükçe daha da tiksinirsiniz.
bu kelime acilen ana ağlatmak kelime grubuyla yer değiştirmeli, tdk'ya sesleniyorum.
sanki türkiye'nin %98i ofisinde kahvesini yudumlarken pcden işlerini hallediyor da! çalışmakmış! peeh, anam ağladı lan.
tembel bir bünyeye sahip olan bir insan için dünyanın en zor şeyidir. iki tembel yanan bir odanın içinde uyuyormuş. biri bakmış alevler iyice yaklaşmış, diğerini dürterek "yanacağız" demiş. diğer tembel "oğlum, üşenmedin mi de söyledin?" demiş.
Öğrenci için büyük eziyettir. Çalışmak için oturursun ama resim çizersin,onu düşürsün yani çalışmaktan başka herşeyi yaparsın.Zor bir eylemdir kendileri.
en öğretici egzersiz çalışmaktır. Bütün ihtisaslar böyle yapılır... günün birinde insan; yerine konulmaz bir usta adam haline gelirse, tembel tembel oturmak, yan çizmekle değil, çalışarak gelir.
çalışmak, insanların zamanının yaklaşık üçte birini kapsayan bir uğraşıdır, herkesin muhakkak çalışmaya ihtiyacı vardır, ruhsal yönden daha güçlü olmakla birlikte, çalışan insan çalışmayan bir insana göre daha huzurlu bir yaşam sürer, eğer birde çalışıpta alın teriyle evini geçindirebiliyorsa, ondan mutlusu yoktur. zaten günümüz bayanları, muhakkak çalışan bir erkekle evlenmek ister, bunlarda en onların çok doğal hakkıdır.