Son ada romanında beni derinden etkileyen yazar.
Cennet gibi bir yer nasıl cehenneme çevrilir? Okudukça ağladım, ağladıkça doğa ve hayvanlara saygım arttı.
Bir insan elindeki tüm gücü cehennem yaratmak için kullanabilir mi?
keşke sadece şarkı söylese. önüne ekmek peynir ver, sonra söyle lan diye kırbaçla. ödediği bedeller yok mu, var. ama 60'ını geçip bu ülkede bedel ödemeyen adam mı var, şahsım bile içerde yattı 3 ay.
Eskiden Unkapanı plakçılar çarşısı vardı. Ülkenin dört bir yanından insanlar gelip birilerinin kendilerini keşfetmesini bekler ve diğerlerinin arasından sıyrılarak hayallerinin gerçekleşmesini umut ederdi. Şimdi çarşı yok sosyal medya var. Son keşfi de inşaatta şarkı söyleyen Vanlı genç. insanlar sosyal medya curcunasıyla iyi bir şey yaptıklarını sanıyorlar. Gerçekte o genç üzerinden diğer bir yığın insana söylenen şu: ''inşaatta bile çalışıyor olsanız çalışmaya ve umut etmeye devam edin, bir gün bir kurtarıcı çıkagelecek ve hayatınızı değiştirecek''. Bir diğer mesaj da şu: ''yeteneğiniz varsa toplumumuzda bir yere gelirsiniz''. Bunların ikisinin de burjuva toplumunun sürdürülebilirliği açısından ne kadar işlevsel olduğu açık. işin biraz daha çirkin yanı kalabalıklar nezdinde ''solcu'' kimliğiyle bilinen Livaneli'nin bu ''proje olmasa bile proje'' olan işin içinde yer alması. insanların birbirlerinin arasından sıyrılıp köşeyi dönme hayallerine yönlendirildiği bir sosyal eğitime değil, kolektif bilinç ve eylem yoluyla, eşit sorumluluk ve ödevlerle, kolektif üretim ve dağıtım organizasyonu yoluyla ortak zenginliklerini, refah ve mutluluklarını büyütmeye ve katkı oranında adilane biçimde paylaşmaya ihtiyaçları var. ''işçi olmak'' bir kısa yol bulup kurtulunacak bir hayat değil, herkes kadar onurlu ve mutlu yaşamak ve çalışmayanların yediği bir toplum yerine çalışanların yediği bir toplumun kurucusu olmaktır. ''Sesin güzel neden ünlü bir sanatçı olmak yerine işçi kalmışsın'' gibi bir sorgulama olamaz. Çünkü mesele işçilerin birbirinin sırtına basarak yükselmesi değil, bir sınıf olarak kurtuluşudur. Her işçi ünlü bir sanatçı kadar iyi bir yaşama sahip olmalıdır. Bu olmazsa aradan bir kişi seçilip örnek gösterilir, böylece gerideki bir yığın insanın umudu yanındakinden uzaklaşmak ve kurtulmak, bireysel olarak yukarıyı düşlemek, o düşle sabretmek ve kendi koşullarına boyun eğmek olur. Başarı hikayelerinde amaçlanan da budur zaten. ''Solcu'' olarak addedilen kişi ya da kişilerin işaret edeceği şey bu olamaz. Burjuva toplumunun namusunu ve maneviyatını kurtarmak sizin işiniz değil.
Aslen artvinli olup konyaya göç ettirilmiş bir aileden geliyormuş. ilginç..
Tam ismi ömer zülfü livanelioğlu olup, aile soyadları da artvindeki livane şancağından geliyormuş.
şahsi fikirlerini atatürk'e mal etmeye çalışması türkiye'de siyasetçilerin genelinin milleti aptal yerine koyma modasının yeni bir halkası.
çık açık açık "ben kendime genç kürt sevgili yaptım. onun gönlünü hoş etmek için kürtcülük yapıyorum." de atatürk'ü karıştırma.
en bilinen sözü "ne mutlu türküm diyene." ile halkı tek çatı altında birleştirmeyi hedefleyen bir insan elbette ki türkiye halkı diyip bölecek değil.
Youtube'da "Yangın yeri" albümündeki parçaları başka bir ada lisanslanmış. Bir yanlışlık yoktur diyelim. Kendisine mesaj atıp bildirme gibi bir durumumuz yok. Haberi yoksa... Bari buradan yazalım da Haberi olsun:
ülkece sorunumuzla ilgili en net yazıyı yazmıştır:
Sorun, onun gitmesiyle bitmeyecektir. Sorun onu iktidara getiren, üst üste dokuz seçim kazandıran, bir sürü yolsuzluk ve yönetim skandallarına rağmen körü körüne peşinden giden halktır. Daha doğrusu halkın bir bölümüdür. Bu halk yığının Anadolu müslümanlığıyla, gelenekle, ahlakla, haram helal kavramıyla, merhametle, şefkatle hiçbir ilgisi yoktur. Köyden kente göçle başlayan, ne köylü ne kentli olabilen, bütün değer ölçülerinden kopmuş, vahşi birer yaratık haline gelmiş, talandan yalandan pay kapmaya çalışan ve literatürde lumpen proletarya olarak tanımlanmış olan kitledir bu. AKP’ye oy vermiş olanların tümünü böyle yaftalamak doğru değil elbette. içlerinde düzgün ve samimiyetle oy veren seçmenler de olabilir. Ama o kitlenin genel karakteristiği budur. Bu kesim kendini önce arabesk müzikle gösterdi. Güzelim türküleri, geleneksel şarkıları, Anadolu’nun büyük şiir geleneğini terk eden insanlar, bir anda mide bulandırıcı seslere, insanın kulağını tornavida gibi delen elektro bağlamalara, içinde hiçbir hakiki lirizm ve hüzün barındırmayan ‘’Ben de isterem!’’ saldırganlığına kaptırdı kendini. Şehirler kaçak mahallelerle, üzerinde demir filizleri bırakılmış sıvasız çirkin yapılarla, lağım kokan mahallelerle doldu. Suç oranı ve özellikle kadına karşı şiddet akıl almayacak ölçülerde arttı. Bunun adına ‘’muhafazakarlık’’ denilebilir mi? Elbette denilemez. Aşağı yukarı sayıları kırk milyon dolayında tahmin edilen bu kitle Itri, Mimar Sinan estetiğine de sahip değildir; Anadolu’da yüzyıllarca aydınlık bir nehir gibi akmış olan Karacaoğlan, Pir Sultan, Dadaloğlu temizliğine de. Dolayısıyla bu kesim muhafazakar değil, Türkiye’ye çarpık ve ahlak ölçülerinden yoksun bir ‘’modernleşme’’ sunan yeni bir oluşumdur. Lafı uzatmadan söyleyeyim. Bu kesimin hayatta en çok nefret ettiği model uygarlaşma, kültür, temizlik ve zarafet simgesi Mustafa Kemal Atatürk, kanıyla canıyla savunduğu lideri ise şimdiki cumhurbaşkanıdır. Kimse kendini aldatmasın. Sayıları çok kalabalık olan bu kesim, ne olursa olsun, hangi skandal patlarsa patlasın sonuna kadar liderini destekleyecek ve Cumhuriyet’e karşı çıkacaktır. Erdoğan siyasi ömrünü tamamlasa da ona benzeyen başka bir lider bulmakta gecikmeyecektir. Çünkü Türkiye’nin çürüyen kesimi , bu bozulmayı önce müzikle, sonra hayatımızın her alanına egemen olan lumpenleşme ve arabeskleşmeyle ifade etmeye devam ediyor. Gafil aydınlardan (!) destek alan lümpen kültür, örgütlü cehaletle beslenerek kılcal damarlarımıza kadar yayılıyor. Bu manzaraya, lumpenlerin ele geçirdiği muazzam para ve iktidar gücünü de eklerseniz geleceğin hiçbirimiz için kolay olmadığı çok açık. Erdoğan bu kitlenin lideridir ve onun yokluğunda yeni bir lider bulacaklarına hiçbir kuşku yok. Mustafa Kemal aydınlığını savunan kitleler birleşene ve kendi aralarındaki çelişkileri gidererek, evrensel değerleri savunan bir Türkiye kültürü yaratana kadar acılar devam edecek.
kardeşimin hikayesi romanıyla tanıdığım yönetmen, yazar, müzisyen ve siyasetçidir.
önce ankara cumhuriyet lisesinden mezun olduktan sonra eğitim hayatına Amerika' da konservatuar okuyarak devam etmiştir.
Sanatçımız siyasi görüşlerinden dolayı isveç' e git- geller yapar sonra stockholm, paris, atina derken tekrar türkiye' ye döner. 2002 de chp de istanbul milletvekili olur.
eserlerinin hepsi de çok önemlidir. su gibi akıcı bir dili vardır.