zorlu ruzgarda suruklenen kisiler

entry2 galeri0
    1.
  1. RÜZGÂRLAR eser şafaktan güne, günden öğleye, öğleden ikindiye, ikindiden akşama, akşamdan gecelere doğru...
    Rüzgârlar içinde yürür kadınlar, kucaklarında büyüyen aşkları, büyüyen bebekleri, büyüyen yalnızlıkları. Sorarlar rüzgârlara:
    - Sonunda hangisinden ne kalacak elimde?
    Rüzgârlar yanıt verir:
    - En özenle büyüttüğün kalacak, yalnızlığın kalacak...
    - Ya aşkım?
    - Gönlünün denizinde eriyiveren bir şeker...
    - Ya bebeğim?
    - Saçlarınla dokuduğun bir çile, bulutlarla köpükler arasında kaybolan...
    Ve yüreklerini sıkan mengenenin şaşkınlığında, anlamını yitiren kadife bakışlarıyla suspus olur kadınlar...
    Rüzgârlar uğuldarlar:
    - Yalnızlığın kalacak, en özenle büyüttüğün ki odur...
    ***
    Rüzgârlar içinde yürür erkekler, kucaklarında büyüyen yalnızlıkları, büyüyen ihtirasları, büyüyen öfkeleri. Sorarlar rüzgârlara:
    - Sonunda hangisinden ne kalacak elimde?
    Rüzgârlar yanıt verir:
    - Kimsenin dinlemediği öykülerin kalacak...
    Başka bir şey sormaya güçleri yetmez erkeklerin; büyük yalnızlıkları, büyük ihtirasları, büyük öfkeleriyle savrulurcasına, yürür giderler rüzgârların içinde...
    ***
    Kreuzberg'de, Oranien Strasse'yi diklemesine kesen, küçük bir caddenin; akşamın kuytu ve soğuk pasaklılığıyla, sevişmeden dudak dudağa gelen bir kaldırımında rastlamıştım onlara:
    ikisi de altmışını çoktan geçmişlerdi. Birbirlerinin elini tutmasını unutmadan, yazgılarına ortaklaşa boyun eğmiş gibiydiler. Partallar içinde değillerdi ama, ikisinin de ayakkabılarıyla manto ve paltoları iyice eskimişti. insancıl, yumuşak ve hatta sıcak bir çekingenlikle yaklaşmışlardı yanımıza. Önce kadın konuşmuştu. Ya daha becerikli olduğunun refleksiyle, ya erkeğinin gururuna azıcık paravana olmak güdüsüyle...
    inceden, kibardan bir şeyler söylemişti. Ne dediğini anlamama gerek yoktu. Gönlünden ne koparsaya yakın, beş on fenik istiyordu.
    ***
    Yanımdaki arkadaşım, ne başından savmak istermiş gibi, ne de durumlarını anlıyormuş gibi, bir tepki yahut duyarlılığa düşmeden hemen bir mark verdi kadına...
    Bir çifte teşekkür güvercini kanatlandı yaşlı çiftlerden...
    ***
    Erkeğin gözlerinde sahibini arayan bir av köpeğinin çaresiz, kırık ve bir sokak tekmesi daha yemediğinden hoşnut, bakışları vardı.
    Kadının teşekküründe, profesyonel bir kibarlık; yürekten gelen ince bir kırıklığa, daha ağır basmış göründü bana.
    Görünürlerde kimseler yoktu.
    Hava soğuktu.
    Hızlı hızlı yürüyorduk...
    Birbirlerine sokulmuş yaşlı çiftler de dilendikleri bir markın mutluluğuyla acısını paylaşarak, ağır ağır uzaklaşıyorlardı.
    Birlikte dilenebilecek kadar gölgeleri birbirlerinin aynasının içine düşmüş, yaşlı Alman çiftinin boş kaldırımlarda çizdiği drama; sade dehşetle değil, biraz da saygıyla baktım.
    ***
    Onu bir sonbahar pazarının sabahında Marsilya postanesinin merdivenlerinde görmüştüm. Saçı sakalı birbirine karışmış; yanlamasına uzattığı postallı ayakları ve nasıl olduğunu anlatma olanağı bulunmayan, yırtık pırtık, kalın ve rengi kaçmış kaba giysileriyle; bir şarap şişesini ağzına dikmiş, içiyordu.
    Postane açık mı, diye merdivenleri çıkarken, bacaklarının üstünden atlamıştım. Ne benim bacaklarının üstünden atlayışım, ne de telaşım umurundaydı. Kıpkırmızı kocaman burnuyla, dünya ile tüm köprülerini atmış, içiyordu.
    ***
    Bir an çocukluğunu düşündüm onun...
    Sonra ilk aşkını...
    Sonra ilk yattığı kadını...
    Sonra ilk kaldırım kıyısı uykusunu...
    Belki de bir kaldırım kıyısında değil, bir bankın üstünde yatmıştı.
    Uyandığında, yahut hiç uyumadığı o gecede, neler düşünmüştü acaba?
    Belki anasını düşünmüştü. Belki de çok sevdiği kızı. Belki de hiçbir şeyi...
    Ve hemen yanındaki şişeye sarılmıştı.
    Ona yaşamda yenilgiye uğramış bir güçsüz denebilir miydi? Belki evet, belki hayır...
    ***
    Postane kapalıydı...
    Yanlamasına uzanmış postallı ayakların üstünden, bir kez daha atlayarak geri döndüm... Doğrusunu isterseniz canım yanına oturup, bir fırt da çekmek istedi azıcık... Ama o kadar çok işim vardı ki... Ve o kadar yaşamın içindeydim ki... Ve o kadar her şeyin dışında görünüyordu ki... Hızla geri dönerken bir kez daha başımı çevirip baktım ona, şişeyi ağzına dikmiş hâlâ içiyordu.
    ***
    Rüzgârlar eser şafaktan güne, günden öğleye, öğleden ikindiye, ikindiden akşama, akşamdan gecelere doğru...
    Rüzgarlar içinde yürür kadınlar... Rüzgârlar içinde yürür erkekler...
    Kucaklarında kocaman yalnızlıklar, kimsenin dinlemediği öyküler, yahut bilmediği öyküler...

    çetin altan
    1 ...
  2. 2.
  3. şu 3-5 gündür avcılar halkını içine dahil edebileceğiniz insan topluluğu. rüzgarın oluşturduğu kuvvetin hıza olan etkisi sebebi ile a noktasından b noktasına gidiş 5 dakika iken b noktasından a noktasına dönüş 15 dakikayı bulmaktadır. a noktası mühendislik fakültesi ve b noktası yurt binası ise, rüzgarın çocukları filminin yönetmeni kimdir?
    1 ...
© 2025 uludağ sözlük