sen dünyanın dört bir tarafında yüzbinlerce adamla savaş çıkar, senelerce savaş, uzay ın altını üstüne getir, uydu güdümlü lazer silahları, hayalet uçaklar, süper helikopterler, benden akıllı tanklar yap sonra zombi salgını başlayınca, tası tarağı caddede bırakıp sıvış. cık cık cık.
amerikan zombi filmlerinin en büyük klişesidir bu. dünyanın alayı zombi olmuşken, sokaklarda askeri araçlar, tanklar terkedilmiş olarak resmi tamamlar. hep merak ederim ordu nerde amk diye. neticede bu zombi dediğin yaratık kaplumbağa dan hallice bir yaratık yani öle süper hızlı bişi değil, koşarak kaçsan 2 km ötede mola versen seni yakalaması 3 gün sürer. nasıl oluyorda milyonluk şehirlerde bir anda yayılıyor bu zombilik. hadi halk salak falan, gidip kendini zombiye ısırtıyor, kafası göz kaymış akrabasını görüp hala iyi misin? diye sorup, kucaklamaya çalışyor, herifte alıyor rıskını bunlardan eyvalah ta, tankla topla girişsen alayını süpürmen yarım saat sürmez lan. bu konuda emsallerinden ayrılan tek film 28 days later dir. işte bu filmi bu yüzden sevdim ben. olayın bi mantığı var. dönüşenler zombi değil zaten, sadece şiddet hastası manytaklar ve çok hızlılar. ayrıca hastalık çok kolay bulaşıyor, yani ısırılmaya gerek yok, salyadan kandan ottan boktan bile bulaşıyor. bu filmi anlıyorum da, şu zombi filmlerinibir türlü anlayamadım.