derste onunu ilikleyip hayati boyunca hic acmayan... her geceyarisi evinin pencerisinden arabasini kontrol eden... pozitif olmayi abartip onune gelene gunaydin diyen... kasapta et alirken etteki yag oranini; manavdan sebze alirkense limonun sululuk, biberin acilik olayi konusunda saticiyi cildirtan... her sabah kalktiginda andimizi yasi kaca gelmis olursa olsun buyuk bi ciddiyetle okuyan... denize nizami yuzucu mayosuyla giren... ahh eski ramazanlar ya da ahh eski bilmemneler denildiginde mutlaka anlatacak nizami bir hikayesi olan... gulme ya da aglama gibi insani eylemleri hayatina pek sokmayan; soksa da istediginde erteleyebilen... tatil gunleri dahil her aksam saat 9da yatip sabah 7de uyanan... genelde memur olan; memur degilse de zihniyetini barindiran... siyasi kimligini hicbir zaman one cikarmayan ama kaliplarin disinada asla cikmayan... iste gomleginin, yatakta cizgili pijamalarinin ust dugmesini her daim ilikli tutan... ademlere ya da havvalara hitaben; mecazen kullandigimiz kelime.
gecenin en alâkasız saatinde, yakın geçmiş bir zamanda, bir otel odasında tek başıma korkarken ve en izlenmeyen bi kanalda yakaladım zilleri konu alan belgeseli. istanbul'da üretilen, dünyaca pek bi makbul el yapımı zillerden bahsolunuyordu izlediğim bölümde.
"istanbul'dan dünyaya bir ses"
metalin zil için doğuşundan tutun da, ateşin hasletinin metali nasıl da terbiye ettiğine kadar uzanan hem felsefi hem de teorik bir çok bilgiyle halvet oldum izlerken. ziyadesiyle keyifliydi yani. ve ziyadesyle doyurucu..
elleriyle metale ses işleyen ustalara uzattılar mikrofonu bi ara. "yaptığınız işle ilgili duygularınızdan bahseder misiniz bize?" diye sordular önce kameraya en yakın olan genç ustaya. mehmet'miş adı, 32 yaşındaymış, türkçesi bozuk falan biraz hatta.. ve, beşerin çıtasını alçak tuttuğunun belirtisi olan "oldum!"'larına tokat atarcasına; bir o kadar da mahçup.. "elimizle işlediğimiz zilleri dünyaca ünlü bateristlerin çalması bizim için onur verici.. biz perde arkasındayız tabi, ama hissediyorlar bizi her vuruşta biliyorum ben.." diye cevapladı mehmet usta soruyu. bu ruhtan köprüler, kimbilir kimlere uzanıyor vakitli vakitsiz diye düşündürdü bu cevap, güzeldi.
okay temiz üstad, ziller ve sesleri ile ilgili teorik bilgiler verdi en son, ve kulağımıza bıraktı kararı bizi tınıyla buluşturarak.. ben kararımı fısıldadım üstadın kulağına, hani dedimdi ya ruhtan köprüler var diye..
"ateşi ve metali birleştirenler, acılarını ve sevinçlerini bu sese işlediler" dedi belgesel. bana dedi, ben öyle duydum. ruh kulağım karar verdi buna, fiziksel bi kararın çok ötesindeydi yani.
söz ve müziği soner sarıkabadayı'ya ait olan emre altuğun albümüne de ismini veren şarkıdır. sözleri şöyledir:
bence bunlardan başka birşey var
yoksa terketmezdin sen beni
gitmezdin başka yola
daha zor durumlardan çıkabilmişliğimiz var
birşey hissedemezdin kimseye asla
girmezdin başka kola
artık almıyorum resimlerimizden gözlerimi
hayır silmiyorum hiçbir yerimden izlerini
ne varsa önümde dünümde günümde
hepsini bana ben ettim
sen gidince kaderime özüme
kapıyı zili tokmağı men ettim
artık abartı derecesinde günde en az 10 kez dinlemeden rahat edemediğim süper ötesi şarkı. niye insanın diline bu kadar dolanıyor, çözemediğim bişeyler var bu şarkıda. tabi söyleyen kişinin emre altuğ olması da büyük etken*